ZEYNEL ABİDİN AĞGÜL - FOTOĞRAF SANATÇISI
Üstten tren, alttan araba geçiyordu, kafam almadı
Zeynel Abidin Ağgül ünlü bir fotoğrafçı. Birçok moda kataloğunda ya da ünlülerin fotoğraflarında onun imzası vardır. Moda, televizyon gibi şaşaalı kelimeler yan yana gelince, insanın aklına hemen şatafatlı hayatlar geliyor. Oysa Zeynel Abidin Ağgül'ün, İstanbul öncesi hayatı oldukça farklı. Dokuz yaşında Adıyaman'ın Şambayat köyünden, daha iyi hayat yaşaması için annesinin onu amcasına yollamasıyla başlıyor hikayesi. O yıllarda akrabaları İstanbul'u anlattıklarında kabullenmekte zorlandığını söylüyor: "Köprüler olduğunu söylediler. Üstten tren, alttan araba geçiyormuş. İmkanı yok, kurgulayamadım bunu. Sanki köprüden bir şey geçse, aşağı düşer gibi geliyordu. Hiç güvenli gelmiyordu. Bizim bulunduğumuz yerde Fırat Nehri'nin üzerinde Cendere Köprüsü vardı. Altından da dere akardı. Zaten tren ne, onu da tam bilmiyorum ama çiziyorlar, anlatıyorlar, benim aklım almıyor!" diye anlatıyor o günleri.
TELEVİZYON DİYE BİR KUTU
İstanbul'a vardığında Harem'e, daha sonra da amcasının oturduğu Erenköy'e gelmiş. "Hemen amcamların evinin az ilerisinde bu söyledikleri gibi bir köprü vardı. Gerçekten de üstten tren, alttan araba geçiyor ve kimseye bir şey olmuyor... Bugün hâlâ tedirgin olurum arabayla köprü altından geçerken. Bir de uzun yıllar tren yolunun yanında oturduk. O görkemli sesi ve gürültüsü beni ürkütürdü. Canavar gibi gelirdi" diye anlatmaya devam ediyor hızlı hızlı. Ama bir gün 'Demirden korkmak bir yere kadar' demiş ve atlamış trene, doğru Bakırköy'e... Şimdilerde yenmiş bu korkusunu. Ağgül, komşu evine gidince de İstanbul'daki ikinci şokunu yaşamış; "Evde televizyon denen bir şey vardı. Bir kutu ve kutunun içinde adamlar var! Altına bakıyorum, arkasına bakıyorum, sürekli inceliyordum. Öyle üç-beş kere değil yüzlerce defa baktım, bu adamların gerisi nerede diye. Güneydoğu gibi ilkel bir yerden gelince görmediği, bilmediği şeyleri kafası kolay almıyor insanın" diyor Ağgül. İstanbul'la ilgili tedirginlikleri bunlarla da sınırlı değil, "Dünya yuvarlaktır" denmesini garipsermiş, "O halde neden bir yerde düşmüyoruz" diye düşünürmüş. Otobüsle İstanbul'a doğru gelirken dağların ve ayın da onla birlikte gittiğini zannetmiş. "Hız nedir bilmiyordum ki!" diyor.