Yıllar önce Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filminde Yılmaz Erdoğan ile çalışacağı duyulunca herkes şaşırmıştı. Sinema dünyasının iki ayrı kutbundaki insanlar nasıl olmuştu da bir araya gelebilmişti? Sonra Yeşim Ustaoğlu Araf'ta Özcan Deniz'i oynattı. Yine benzer bir soru işareti oluşmuştu kafalarda. Aslında onların açısından bakınca bu şaşkınlığın pek de karşılığı yoktu. Hepsi sinemacıydı ve iyi film yapmak için bir araya gelmişlerdi. Ama kafalarda yapay ayrımlar olduğu için şaşkınlıklar da anlaşılabiliyordu. Lakin bu işbirliklerinin pek de devamı gelmedi. Bu cuma vizyona giren İftarlık Gazoz bu tür bir işbirliğini yeniden hatırlatıyor bize. Dondurmam Gaymak, Entelköy Efeköy'e Karşı filmleriyle tanınan Yüksel Aksu'nun İftarluk Gazoz'da Cem Yılmaz ile çalışacağı haberi ilk duyulduğunda yine de bir şaşkınlık yaşanmıştı. Oysa onlar 2011'den beri birlikte bir şeyler yapmak için fırsat kollayan iki sinemacı. Ayrıca Cem Yılmaz'ın da yeri geldiğinde farklı sinemacılarla işbirliği yaptığı filmografisi incelendiğinde görülür. Yılmaz Erdoğan, Ferzan Özpetek, Yavuz Turgul hatta Russell Crowe'un filmlerinde sadece oyuncu olarak yer almıştı. Ama algılarla hareket ettiğimiz için bu görülemiyor işte. Fakat İftarlık Gazoz'un şöyle bir durumu var Yılmaz ilk defa kendi kuşağından bir yönetmenin kurduğu bir dünyada oyuncu olarak yer alıyor. 1970'lerde geçen film, bir çocuğun, Adem'in (Berat Efe Parlar) oruç tutma macerasını anlatıyor, o eski Ramazanların nasıl yaşandığını hatırlatıyor, farklı dünya görüşlerinin bir zamanlar nasıl birlikte bir harmoni oluşturduğunu da... Futbol meraklısı bir imam, maç izlemek için imamla pazarlık eden cemaat, yazılama yapan solcu abiler, tütün işçileri... Ve her şeyin ortasında ustası Cibar Kemal ile gazoz satan Adem. Dondurmam Gaymak gibi bir film bekleyenlerin filmin çıkışında Babam ve Oğlum'u hatırladığı (Film Ege taşrasında geçtiği için, çocuk karakterin ağırlığı ve 12 Eyül darbesi nedeniyle bu da doğal) İftarlık Gazoz sürprizli bir film. Bir yanıyla geçmişimizi, mahalleli halimizi ve 12 Eylül'ün bedbaht günlerini anımsatan bir hali var. Yani anlayana anlamlı mesajlar veriyor. Ayrıca baştan söyleyelim İftarlık Gazoz bir Cem Yılmaz filmi değil. Yüksel Aksu filmi ve yönetmenin de en iyi filmi... İkili ile bir araya gelip 12 Eylül darbesinden başlayıp; filmi, bu işbirliğini, 70'ler Türkiyesi'ni konuştuk.
- Film bir ucuyla 12 Eylül'e uzanıyor. Nasıl hatırlıyorsunuz darbeyi?
- Cem Yılmaz: Çok küçüktüm, olayların pek de farkında değildim. Yazıların içeriğine daha sonra vakıf olmakla beraber duvarlardaki yazılamaları hatırlıyorum. Filmdeki Adem gibi ne yazıyorlar diye bakıyorduk. Darbe sonrasında, belediyeler duvarları boyama kampanyası başlatmıştı. Herkes kendi duvarındaki yazılamaları silecekti. Ben de kampanyaya katıldım ve elime boyayı alıp evimizin duvarındaki yazılamayı sildim. Daha doğrusu üzerini boyadım.
- Yüksel Aksu: Cem'den biraz yaşça büyük olduğum için daha net hatıralarım. Yalan yok ben de o yazılama yapan taraftaydım. Birkaç duvara imzamı atmışımdır.
- 1970'ler Türkiyesi'nde geçiyor film. 70'ler genelde kaotik zamanlar diye anılagelir. Filmde resmedilen memleket halindeyse bir huzur var.
- Yüksel Aksu: 70'ler denilince 70'lerin hangi dönemi kastediliyor o önemli. 70-72 arası başka bir şeydir, 74-75 başka bir şey. O kaos hali özellikle 1977'den sonra şehirlerde vardı. Ege'de ve benim de büyüdüğüm taşrada farklı dünya görüşleri olsa da yekpare bir durum söz konusuydu. Çünkü karşıt görüşlü denilen kişi ya amcaoğlu olur, ya abinin arkadaşıdır. Yani tanış ya da akrabadır. Dolayısıyla karşıt görüşlü olsan ne olacak, kiminle kavga edeceksin? Doğal olarak ben 70'leri daha karnavalesk, muhabbetli hatırlıyorum. Hatta 70'lerin sonlarına doğru da Ege taşrasında biz mahalleliydik. Kaldı ki filmde mercek tuttuğum, 70'lerin o kendiliğinden olan haline merkezden yapılan müdahaledir.
PARTİLER ÜSTÜ DURMAK ZOR
- Film sanki bir zamanlar tek mahalleydik demeye mi getiriyor?
- Yüksel Aksu: Ya şimdi popüler söylemde bir mahalle ayrımı, bir kutuplaşmadır gidiyor. Türkiye'de her zaman bir kutuplaşma vardı. 70'lerde daha belalısı vardı. 80'ler tam bir kabustu. O kabus 90'larda da sürdü. Ama bir de kutuplaşmayanlar var. Ben kutuplaşmaktan ziyade kendi dünya görüşü ve kişiliğiyle insanların bir arada yaşayabildiklerine tanık oldum. Yaşayamayanlara da tanık oldum. Mesela babam koyu bir Demirel'ciydi. Komşumuz da Ecevit'çi. Her gün bahçede onların tartışmasını dinliyorduk. Vallahi bir kilo Kamelya çayını bir haftada bitiriyorduk. Ama beni ilgilendiren birlikte yaşayabilenler. Kutuplaşmayanlar. Filmlerimde de bu tür karakterleri anlatmaya çalışıyorum.
- Cem Bey, ilk defa politik tavrı olan bir filmde yer alıyorsunuz. Basın toplantısında filmin verdiği mesajlarla ilgili bir derdinizin olmadığını, hepsine katıldığınızı söylediniz. Sizin için suya sabuna dokunmayan işler yapıyor derler ama burada suya sabuna dokunuluyor.
- Cem Yılmaz: Çeşitli dünya görüşlerinin bir tık üzerinde durmakla ilgili benim durumumun. Konfor o. Yoksa dünya görüşlerinin bir kısmına katılıp bir kısmına katılmamak da bir fikirdir. Ama ne yazık ki şu yanlış algılanılıyor. Suya sabuna dokunmamak o kadar kolay bir şey değil.
- Nasıl yani?
- Cem Yılmaz: Günlük hayatta böyle şeyler kolay söyleniyor. Oysa suya sabuna dokunmamak hiç de insani değil. Ama böyle suçlanmakla mücadele etmek de çok zor. Halbuki gerçekte hissiyatımız belki de böyle olmayabilir. Bu tür konularda benim derdim söylenmemiş olanı söylemekle ilgili. Söylenmiş bir şeyi söyleyerek neden vakit kaybedelim. Şimdi Yüksel'in bir gözlemi, bitmiş eseri var ve bir gerçekten bahsediyor. Karakterlerden bazıları politize, bazıları değil. Bazısının dünyadan haberi bile yok. Bu çerçevede bir rolü canlandırmayla ilgili bir durumu kendimce büyütmek bana anlamlı gelmiyor.
- Yani partiler, takımlar üzeri durmak zor diyorsunuz?
- Cem Yılmaz: Eee zor tabii.
- Yüksel Aksu: Politika zaten partilere indirgenecek bir şey değil. Bir insan partiler üstü olabilir, altı olabilir, partisiz olabilir. Parti gündelik politikanın enstrümanı. Ama hayat görüşü çok başka bir şey.
- Cem Yılmaz: Berkun Oya'nın Güzel Şeyler Bizim Taraf'ta diye adını çok sevdiğim bir oyunu vardı. Şimdi herkes kendi perspektifinden çok güzel şeyler söylüyor. Baktığın zaman Yunus Emre diyor, Mevlana diyor, bol keseden anlatıyor da anlatıyor. Ama o anlatılan güzelliklerin kişinin temsil ettiği düşüncede değil kendisinde nasıl bir yansıması var. Biz onunla ilgileniyoruz.
- Yüksel Aksu: Mesela öyle adamlar var ki, insan hakları konusunda mangalda kül bırakmaz ama hayatında envaiçeşit şiddeti görürsün. Ama öyle adamlar vardır ki, hiç renk vermez ama çoluğu çocuğu ile inanılmaz sivil bir ilişki kurmuştur, mutlu mesut yaşar.
İYİ FİLM YAPMAYA İHTİYACIMIZ VAR
- Uzun zamandır bizde sinemacılar kendi yazıyor, yönetiyor. Sinemandaki o kolektif ruh artık baskın değil. İftarlık Gazoz'da bu anlamda bir o kolektif ruhu canlandırma hali sezdim.
- Yüksel Aksu: Cem zaten bunu yapıyordu. Vizontele, Organize İşler, Av Mevsimi, Zefir'de oynadı. Bazen yazdıklarını Ömer Faruk Sorak çekti. Ama arthouse (bağımsız sinema) sinemamızda evet dediğin bir gibi durum var. Son yıllarda teknolojinin kolaylaşmasıyla, 90'lardan gelen o bireycilik belki de böyle bir durumun oluşmasına sebep oldu. Açıkçası ben yönetmen sinemasına inanırım ama Avrupa'da 30 yıldır hakim olan bir durum var, yönetmen sineması neredeyse kutsal bir hale getirildi. İşte bu duruma inanmıyorum. Dolayısıyla belirli kavramları enine boyuna tartışarak, taşları yerine oturtmamız gerekiyor. Allah aşkına şimdi Cem'in maddi ve manevi olarak benim filmimde oynamaya ihtiyacı mı var, yok!
- Cem Yılmaz: Ama iyi ve güzel film yapmaya hepimizin ihtiyacı var.
- Yüksel Aksu: Cem'in bir hikayesi var, kaç yıldır peşindeyim mesela. Kaldı ki ben de senaryomu verebilirim başka arkadaşlara. Geçen yıl Nuri Bilge Ceylan ile çalışacak olduk, bu film işin içine girince olmadı. Yani akıl akıldan üstündür. Bizim o kafaya girmemiz gerek!
- Cem Yılmaz: Bence bu tür kaynaşmalar birçok problemi çözebilir. Hem sektörde hem de seyircinin gözünde. Açıkçası seyircideki o keskin ayrımın ortadan kalkması için bu tür kaynaşmaları önemsiyorum. Neticede filmler insanların zevkine hitap ediyor. Ama nasıl perdeden seyirciye bir duygu geçiyorsa, kamera arkasından da insanlara geçen bir duygu var. Mesela çocukluğumuzda Arzu Film ekibinin nasıl çalıştığını, yöntemlerini bilmiyorduk. Ama o üretim sürecinde yaşananlardan kulağımıza gelen küçük anekdotlar heyecanlandırıyordu bizi. Dolayısıyla o üretim şekli filmleri daha fazla sahiplenmemize neden oluyordu. Çünkü orada bir ruh olduğunu düşünürdük. O ruhu severdik. Bizim jenerasyonun da treni kaçırmadan bu tür kaynaşmalara girmesini istiyorum.
- Yüksel Aksu: Tamam güzel kardeşim ama sen bunu yapıyorsun işte. Açık söylüyorum paylaşmaya, dayanışmaya son derece açık bir insansın.
- Cem Yılmaz: Eyvallah.
- Yüksel Aksu: Hani bir tür isimsiz hayırseverler vardır ya, Cem de öyle. Bağımsız sinemacılara nakit verdiğini bilirim. Çok basit, Çalgı Çengi filmi, tıpkı Dondurmam Gaymak gibi stüdyoda bataktaydı. Cem filmin arkasında durdu, çıkardı. Karşımıza inanılmaz popüler, kıymetli meslektaşlarımız çıktı. Bunu kim kime yapar, çünkü günün sonunda ona rakip geliyor.
- Cem Yılmaz: Burada biraz da vicdanlı konuşalım. İşin duygusu güzel evet ama benim yaptığım işin parası da iyi ha (Gülüyor)! Açıkçası cebinde 5 liran varsa 2.5 lirayı paylaşırsın. Ama 100 liran varsa 50 lirayı. Benim ve benim gibi düşünenlerin mücadelesi aslında herkese faydası olabilecek ne olabilir, onu arıyoruz. Benim filmlerimi biliyorsunuz çok kişiselleştiriyorlar.
- Üzüyor mu sizi bu kişileştirme?
- Cem Yılmaz: Kişi olarak biraz hassas bir insan olduğum için üzülüyorum. Neticede 15-20 gün bir bombardıman oluyor. Kamera arkasında 200 kişi var ama dayak yiyen benim! Ama bu kısa sürüyor ve asıl amacıma geri dönüyorum. Bu işler nasıl yapılıyor bir fikri yok ama uzaktan ahkam kesen çok. Amerika'da falan 1920'lerde çözülmüş bunlar. Biz çözemedik!
GAZOZA İADE-İ İTİBARINI VERDİK
- Sinemamızda gazozun imajı iyi değildir. Malum Nuri Alço'nun hap attığı içecek olarak anılır. Siz filmle gazozun itibarını geri veriyorsunuz! - Cem Yılmaz: Doğru söylüyorsun.
- Yüksel Aksu: Bununla ilgili komik bir şey yaşadım aslında onu anlatayım. Filmin kaba kurgusunu izletmek için Nuri Bilge Ceylan ile Mehmet Eryılmaz'ı çağırdım. Sağolsunlar atlayıp geldiler. Küçük bir ekranda izlediler. Mehmet Abi "Ya gazoz filminde Nuri Alço'yu oynatmak çok iyi fikir" dedi. Nuri Bilge de "Ben de öyle düşünüyorum" deyip Mehmet'i onayladı. Ben önce anlamadım, sonra filmde ağayı oynayan Saadettin Ünsal'ı Nuri Alço'ya benzettiklerini anladım. Baktım evet, benziyor! Bir gülme geldi bana!
- Cem Yılmaz: Nuri Bilge Ceylan da Türk sinemasından bayağı uzakmış! Ben de onun bir filminde başroldeki oyuncuyu Yavuz Bingöl sanmıştım. (Gülüyor.)
TEKLİF GELSİN, ZEKİ'NİN DE NURİ BİLGE'NİN DE FİLMLERİNDE OYNARIM
- Cem Bey sizi bir gün sizi Zeki Demirkubuz'un ya da Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinde görebilir miyiz?
- Cem Yılmaz: Tabii ki görebilirsiniz. Onların filmlerinde de seve seve oynarım. Mesela en son Yeraltı filminde Engin'i (Günaydın) kıskanmıştım. Çok sevmiştim onun canlandırdığı karakteri.
- Zeki Demirkubuz ile bir dostluğunuz var, hiç muhabbeti geçmedi mi?
- Cem Yılmaz: Elbette geçti ama hayata geçmedi. Burada önemli olan şu: Eğer ortada planlanan film projesinde benden daha iyi oynayacak biri varsa ben daha iyi oynarım diyemem. Lakin çok hırslı olmamakla beraber bir oyunculuk macerasına meylim var. Teklif gelirse iyi canlandırabileceğim şeylerin peşinden gidebilirim.
İLK ORUCUMDA İFLAHIM KESİLMİŞTİ
- İlk orucunuzu hatırlıyor musunuz?
- Cem Yılmaz: Valla Adem'inkinden pek farklı değildi. Adem bir yandan büyüdüğünü göstermek istiyor bir yandan da kendini test ediyor ya, ben de test ettim. Ama zaten insanın kendini bazı mücadelelerle test etme duygusu hayat boyu peşini bırakmıyor.
- Yüksel Aksu: Bu hikayenin biyografik bir tarafı var. Adem'in yaşadıklarını ben yaşadım. Dondurmacı çırağıydım ve oruç tuttum. İflahım kesilmişti.
ARTIK 'MELANKOMİK' FİLMLER ÇEKECEĞİM
- Cem Bey, kendi kuşağınızdan bir yönetmenle ilk defa bir çalışıyorsunuz. Bu avantaj yarattı mı?
- Cem Yılmaz: Evet, ilk defa oldu böyle bir işbirliği. Ama zaten bizim filmlerimize bakılırsa konular farklı olsa da karakterler açısından ortak tonlarımız vardır. Ben kendi canlandırdığım karaktere ve yakın çevresine odaklanırken Yüksel kitleye, yöreye, ülkeye hatta dünyaya odaklanıyor. Dondurmam Gaymak'ın Koreliler tarafından beğenildiğini anlattılar da onun için söylüyorum bunu. (Gülüyor). Açıkçası sinemada başka yönetmenle çalışmakla ilgili çok fazla bir tecrübem yok. Ama hep söylüyorum, kamera arkasındaki insanlar çok yakın arkadaştır, dosttur.
1.5 MİLYON SEYİRCİ AZALIYOR
- Bu dostluğu seyirci algılayabiliyor mu?
- Cem Yılmaz: Beraber film yapanlar seyircilerini de barıştırırsa tablo daha iyi olabilir. Şu anda seyircinin film izleme güdüsünü keskin bir şekilde ayırabiliyoruz. Bu iyi bir şey değil. Komedi filmlerinin daha çok izlendiğini biliyoruz. Komedi olmayan filmlerin de kitlesel olarak izlenilmesi gerekiyor. Mesela ben 90'ların ortasında Eşkıya, 2000'lerde Babam ve Oğlum ile umutlanmıştım. Bunu kendi sinema maceramda da gözlemleyebiliyorum. Çektiğim filmin formu eğlence sineması olduğunda daha çok insana ulaşıyor. Birazcık ton değiştiği zaman, şaka değil 1.5 milyon seyirci eksiliyor. İşte, umudumuz ortasını yakalamak.
- Peki bundan sonraki filmlerinizde komediden drama kayma gibi bir durum olabilir mi?
- Cem Yılmaz: Olabilir. Aslında şu sıralar üzerinde çalıştığım dört, beş hikaye var. Belki kısa film formunda, Arjantin filmi Asabiyim Ben/Wild Tales gibi çekebilirim. Daha çok kara komedi türünde hikayeler bunlar. Ama onlara kendimce bir tanım buldum: Melankomik. Yani kendime öyle bir tür belirlemek istiyorum. Kahramanların problemleri çözme biçimi komik ama tablo hüzünlü.
BOYNUZ KULAĞI GEÇER LAFINA SAYGI DUYMAM
- Sizler de bir zamanlar çıraktınız deyip çıraklığınızı nasıl hatırlıyorsunuz diye sorayım.
- Cem Yılmaz: Vallahi durumum biraz tepeden inme gibi görülse de benim de çıraklık dönemim oldu. Özellikle de dergicilik dönemimde. İnsan bir şey yapmaya gıpta ettiği zaman aslında potansiyel olarak her şeyi yapabileceği hissiyatıyla işe giriyor. Çıraklık ruh hali böyledir. Ama sonra öğrenirsin ki kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. Benim iyi usta diye kodladığım insanlarda şöyle bir durum var: Usta çırağını hep kendinden daha ileri bir noktada hayal eder ve aslında kendi ustalığını da test eder. Çünkü o çırağın ileride bambaşka birisi olacağını bilir.
CİBAR KEMAL BENDEN İLERİDE
- Boynuz kulak meselesi mi?
- Cem Yılmaz: Yok ben "Boynuz kulağı geçer" lafını tutmam hatta saygı duyduğum bir laf da değildir. Neticede kulağı geçen kulak özellikleri taşımayan boynuzdur. Bunun için benim usta dediğim insanlar çocuğun potansiyel bir boynuz olmadığını bilen, bir şeyler duyabilecek bir kulak olduğunun farkında olan insanlardır. Onlar, o çırak da iyi bir kulak olsun, iyi bir şeyler duysun, belki kendi duymadığını duysun, ona söylesin ister. Çünkü hayat devam ediyor, her zaman...
- Cibar Kemal böyle bir usta mı?
- Cem Yılmaz: Biraz marazlı bir usta. Ya işte dünyayı, bütün evrensel olayları iki cümle ile özetliyor. Benden daha ileride. Ben onun kadar net olamam. Ama işte benim bu kusurlu ustaya saygım var.
- Yüksel Aksu: Çok seviyorum Cibar Kemal'i. Ya sen Harvard mısın Oxford musun kardeşim, nedir yani, o küçücük çocuğa "Yok senin ahlakından, şunundan bunundan ben sorumluyum" diyorsun. Okul yok mu, aile yok mu, çevre şartları, teknoloji yok mu? Ama bunu kendine dert etmiş adam. Evladı gibi görüyor onu. Bu bana kıymetli geliyor işte.