Gürkan Uygun'u nasıl bilirsiniz, bilmiyorum. Ben, uzaktan gördüğüm kadarıyla; sert, gergin, astığı astık kestiği kestik biri sanıyordum. Tam bir yanılgı! Diziler insana dair nasıl önyargılar yaratabiliyormuş... Bugüne kadar takım elbisesi, elinde tesbihi, belinde silahıyla görmeye alıştığımız Gürkan Uygun aslında son derece neşeli, eğlenceli biri, tam bir doğa adamı. Yazları köyüne gidip fındık toplayan, çocukları için organik tarım yapmayı hayal eden, şehirden sıkılan, kendini çayıra çimene atmak isteyen biri.... Bizden biri. Hepimiz gibi... atv'de ekrana gelecek olan Kehribar dizisiyle yine bildiğimiz karakterine bürünecek. O mafya hallerine girmeden biz onun içindeki Gürkan'ı ortaya çıkaralım dedik, uzun uzun sohbet ettik;
- Tüm rol aldığnıız dizilerde bir kahramanı canlandırmak oyunculuk dışındaki hayatınızı nasıl etkiliyor?
- Normal hayatımda kahramanmışım gibi bir duyguya bürünmüyorum. Ama daha kolay adapte olabilmek için o adam gibi davranmaya çalışıyorum. Bunun dışında işimi özel hayatıma taşımıyorum.
- Canlandırdığınız rollerden çok farklı birisiniz oysa... Ama bu tip roller de tam sizin için biçilmiş kaftan. Bu kolaylık sağlıyor mu?
- Elbette bir rahatlık sağlıyor. Çünkü beklenti bu yönde. Bende olmayan özellikler taşıyor karakterlerim ama bir yandan da görüp deneyimlediğim insan tiplemeleri. Çünkü doğup büyüdüğüm yer bu tarz insanların çokça olduğu yerlerden. Öyle olmadığım halde racon kesen biri gibi davranmak keyifli bile oluyor. İçinizdeki, kaybetmediğiniz çocukla alakalı bir durum. Oyun oynar gibi düşünün bunu. Biraz da abartarak oynuyorum. Çünkü o imkanlar sunuluyor; sizden korkan, saygı duyan insanlar oluyor hikayenin içinde. Küçükken oynadığımız oyunlarda vuruluyorduk, ölüyorduk. Mızıkçılık yapıyorduk "Neden hep ben ölüyorum?" diye. Şimdi vuruyorum, iniyor herkes (gülüyor). Başrol olunca böyle avantajları oluyor. Daha rahat ve sınırsız bir durum...
- Sakaryalısınız ve Gürcüsünüz... Hemşehriyiz, ben de Gürcüyüm... O yüzden bilirim biraz oraları. Tabiatınızda var yani bu haller...
- Biraz genlerle alakalı tabii. Karadeniz bölgesi silahla yaşamaya alışkın bir topluluk. Benim silahla alakam olmasa da doğduğum büyüdüğüm yerler böyle...
- Delikanlılık döneminizde de mi ilginizi çekmedi silah?
- Mekanizma olarak çok güzel bir alet silah. Enfes. Görünüşü de güzel ama soğuk bulurum ve silaha hiç ihtiyacım olmadı çok şükür. Merakım da yok yani atış yapmak ilgimi çekmedi.
- Kaç farklı adam var içinizde? Bir ses yarışmasına katıldınız orada bir cazcı gibi şarkı söylediniz... Dizilerde tam bir sert adamsınız.... Sinemada komedi oynuyorsunuz...
- Oyunculuğun cilveleri... Çeşitlendirmeye çalışıyorum elimden geldiğince. Ama seyirci gözünden bu durum nasıl görünüyor, emin değilim. Oyuncu olarak farklı antrenmanlar yapmak iyi geliyor. Sizi daha iyi ve doğru bir oyuncu olmaya doğru iten çalışmalar bunlar. Yıllar sonra baktığımda, "Burada kötü oynamışım" diyebiliyorum. Çünkü sürekli gelişiyoruz. Ama biliyorum ki beni bir kahraman olarak izlemek istiyorlar. Seyircinin onlara sunduğunuz kahramanlardan bir takım beklentileri oluyor. Bu beklentiyi karşılamak gerekiyor.
- Siz kendinize en çok hangi rolleri yakıştırıyorsunuz?
- Sert, yüzü gülmeyen, yumruğunu masaya vuran adam rolleri. Seyirciden beklenti böyle bana dair. Bunu da kullanıyorum televizyonda. Sinemada televizyon seyircisinin bana yakıştırmadığı rolleri oynamayı tercih ediyorum. Yoksa televizyon seyircisinin benden tek beklentisi; bir takım elbise giymem, elimde bir tesbih ve silah olması. Ben ve takım elbise bir araya gelince silah kaçınılmaz bir aksesuvar oluyor (gülüyor). Kehribar da seyircinin benden beklentisini karşılayacak bir iş.
KULAĞIM DELİKTİR
- Konservatuvarda okurken, böyle rollerin adamı olacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
- Hiç düşünmemiştim. Bir komedi dizisi olan Tatlı Kaçıklar'la başlamıştım üstelik televizyon serüvenine... Dormen Tiyatrosu'na girdim 94-95 sezonunda ve yedi sene boyunca komedi oynadım. Hep o dürtüleri kullandım. Çünkü o dönem çok fazla aksiyon ve gerilim işleri yoktu piyasada. Üniversiteyi bitirip, askerden dönünce, Deliyürek başlamıştı... Onunla birlikte aynada kendime bakıp "Bu işlerden bana pay düşer" demeye başlamıştım. Dizilerden kötü adam rolleri gelmeye başladı. Zaman içinde kötü adam halinden sert ama iyi adam haline döndüm, kahramanlığa doğru gittim.
- Müzikle ilginiz ne boyutta?
- Plak biriktirirdim eskiden. Salı Pazarı vardır, bit pazarı diye bilinir, oradan alırdım sık sık. Kulağım delik ama. Oyuncu arkadaşların hepsinde bu vardır. Biraz yan yana giden sanat dalları. Öğrencilik sırasında müzikalleri de çalışırdık. Bugün bir albüm yapmaya kalksam altı, yedi ay bir üstatla bir arada olmam lazım ki bana eksiklerimi söylesin, tamamlasın. Bir dönem sürekli türkü, bir dönem sadece Türk Sanat Müziği dinledim. Doğduğum yerde sadece arabeskle, türkü vardı. Tiyatroya girince Bülent Ortaçgil'ler girdi hayatıma. Yaşadığım yerde hiç duymadığım seslerdi bunlar. Her tür müziği bir dönem dinlerim ki fikir sahibi olayım.
ESKİDEN ÇİRKİN DİYORLARDI
- Kahraman yaratılacaksa, bebek yüzlü birini aramıyorlar. Siz de pek öyle sayılmazsınız... Yanlış anlamayın yakışıklı bir adam değilsiniz iması yapmaya çalışmıyorum ama farklı bir yüzünüz var...
- Eskiden çirkin diyorlardı şimdi karizmatik (gülüyor). Günlük hayatımızdaki insanlar, alışkın oldukları tipleri görmek istiyor ekranda. Sokaklar bebek yüzlü adamlarla dolu değil.
- Küçük bir köyde geçmiş çocukluğunuz. Konservatuvara gitmeye nasıl karar verdiniz?
- Lisede okul tiyatrosunda oynamaya başladım. O sene okul tekrarı yapmak zorunda kaldım, dersler konusunda başarılı değildim. Sonrasında amatör tiyatroya başladım. Ailem de destekledi. Çocukluktan itibaren bir takım şeyleri belli ediyorsunuz, ben de taklitçi ve eğlendiren bir çocuktum, ailem de dedemin taklidini yaptığımda "Ne yapıyorsun" diye kafama vurmadı. Amatör tiyatroya girince büyüdüğüm mahalle çevresinden çıktım, çarşıya gider olmuştum. Şehir merkezine gitmiştim, arkadaş çevrem değişti ve Türkiye'nin dört bir yanından memur çocuklarıyla temas ettim. Müdür çocukları vardı ve farklı hayatlar yaşamışlardı. Ben işçi çocuğuydum. O insanlar başka fikirdeydi ve ben aslında ne kadar küçük bir yerde yaşadığımı gördüm o yaşlarda. O zaman tiyatro ve oyunculuğu meslek olarak yapmaya heves ettim. Şükür heves ettim ve oldu!
- Şimdi Kehribar isimli dizide bir kahramanı canlandırıyorsunuz. Bu adamın nesi cezbetti sizi?
- Karakterin başına gelecek olan şeyler ilgimi çekti. İzleyicinin ilgisini çekebileceğini düşündüğüm yeni bir kahraman yaratma fikrinden heyecanlandım. Kaçak dizisinin ardından bu karakterle seyirciye daha iyi ulaşacağımı düşünüyorum.
GİDECEĞİNİZ YERİ VE KİME GİDECEĞİNİZİ BİLMEK ÇOK GÜZEL
- Sekiz yıllık evlisiniz. Evlilik sizi nasıl biri yaptı?
- Öğrenciyken kafamda evlilik fikri hiç yoktu. Ama evlilik daha steril, izole, disiplinli, sorumlu bir hayat sunuyor. Çok keyifli bence. Hani derler ya "Bekarlık sultanlıktır" diye. Ben sekiz yılda en fazla iki kere böyle demişimdir. Gideceğiniz yeri bilmek, kime gideceğinizi bilmek iyi bir şey. Gideceğiniz yerdeki insanı tanıyor ve biliyorsanız, eşinize gitmek çok güzel bir şey. Ben o keyfi yaşıyorum. Günün sonunda eve gidince neyle karşılaşacağımı biliyorum. Üstelik bekar yaşantının tehlikelerinden de uzak tutuyor insanı. Çünkü bizim sektörde geç yatılıyor, nereye gideceğiniz belli olmuyor, kimin size geleceği belli olmuyor. Gecenin bir vakti arkadaşınız arıyor, "Setten çıktım evde misin?" diye... Bunlardan uzak tutuyor evlilik. Çok şükür ki çocuklar da var. İleriyi de hayal edebiliyorum. Tek başına olunca bir şey hayal edemiyor insan. Şimdi geleceğimi hayal edebiliyorum.
- Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?
- Eşimle, çocuklarımla olabildiğince sağlıklı biçimde yaşama peşindeyim. Biraz daha çalıştıktan sonra daha sakin, daha inzivai bir hayat içine girmek istiyorum. Mesleki açıdan terk-i diyarım olmayacak. Tekerlekli sandalyede bile oynayabiliriz. Bu kadar keyifli bir iş yaparken bırakma durumum yok ama bu trafikten ve kalabalıktan uzaklaşma hedefim var. Memleketim yakın, bir arabaya atlayınca 35 dönümlük fındık bahçesinin içinde yaşabilme fırsatım varken, değerlendireceğim. Bir çiftlik yapacağım.
- Epey planlamışsınız çiftlik hayatını...
- Çiftlik dediğim bize yetebilecek, mümkün olduğunca ekolojik bir yer. Şehirde sürekli tüketiyoruz. Orada çöp bile işe yarıyor. Bir hayvana kalıyor. Biraz bu kafadayım. Epey sürdü televizyon serüvenim. 95'te ilk dizimi yapmaya başladım, bugüne kadar devam etti. 700 bölümlük bir yolculuğum var. Bini tamamlayınca biraz dinlenme fırsatım olur inşallah.
- Babasınız sonuçta, bu da bir sorumluluk getiriyordur...
- Eeee tabii. Çocuğunuz, aileniz varsa bencillikten kurtulup bir aile için yaşıyor insan. Biz oluyor. O bizi idare etmek de benim enerjimle oluyor. Çocuklar var ve onlara iyi bir hayat sunmak istiyorum. Yaptığım için "Bu kadarı yeter!" desem bile, çalışmak iyidir. Yapacak hiçbir şeyim olmasa bile ben köyde çalışıyorum. En fazla beş-altı gün yatabilirim arka arkaya. Ben de bir gün çalışmamak için çalışıyorum ama o gün geldiğinde rahat duracağımı sanmıyorum.
KÖYDE KENDİMİ RAHAT, MUTLU HİSSEDİYORUM
- Sakarya'da bir köy eviniz varmış. Oraya gelip gider misiniz hâlâ?
- Dededen kalma bir yer. 80-90 yıl önce yapılmış bir ev. Gürcistan'dan Batum'a, oradan bu köye gelmişler ve bu köy evine yerleşmişler. Dedem ve kardeşi daha sonra kendi aralarında pay etmiş... Şimdi ben rahmetli amcamın evine gider gelirim. Çok güzel oluyor oraya gitmek. Yazın fındık toplamaya, çalışmaya gidiyorum.
- Nasıl bir ev, şehir konforundan uzak mı?
- Tabii. Bağ bahçe, teknolojiden uzak. Yeri geliyor ağıl üstünde yaşadığımız bir alan var orada yatıyoruz yazın. Ayda bir gitmeye çalışıyorum. Fındık zamanı epey çalışırım. Ot biçerim, bahçe temizlerim... Alışkınım.
- Rahatlamak için mi yapıyorsunuz?
- Mutlu hissediyorum. Bir de tek başına kalıyorsunuz. Trafikten, kirlilikten, insan kalabalığından kurtuluyorsunuz. Kendi işinizi kendiniz çözmek zorundasınız. Yardım istiyorsunuz birinden. Şehir hayatında her şey önünüze gelebiliyor, orada kendiniz çözmek zorundasınız. Bu his bile güzel. Bir damla suyun peşinde koşuyorsunuz.
- Su peşinde koşacak kadar zor mu koşullar?
- Tabii... Sabah bir şey için su kullanmam gerekiyorsa, gece biriktirmek gerekiyor. Gece kalkıp o suyu kontrol ederim, keyifli bunlar.
- Peki o köyde siz oyuncu Gürkan mısınız? Bizim köyün Gürkan'ı mı?
- Bizim Gürkan. Orada kendimi bulabiliyorum. Ne Serhat'ım, ne Memati'yim... Oynadığım herhangi bir karakter değilim, Gürkan'ım... Bazen sadece mevzusu geçer, kısacık konuşur geçeriz. Bunun dışında daha çok "Çuvalı nasıl çekeriz? Bu yoldan nasıl çıkarız? Traktör gelirse bizi nasıl kurtarır? Bir balta olsa da şu ağacı indirsek?" gibi dertlerimiz oluyor.
- Halkla iç içesiniz yani... Tam da bu yüzden üzerinize biçilen rolleri iyi oynuyor olabilir misiniz?
- Daha çok insan görüyorum bu kesin. Oynadığımız dizilerdeki karakterlerin çoğunu gün içinde görüyorum ben. İstanbul'da da yaşarken çok steril ve izole bir yaşamım yok. AVM'lere girerim çıkarım. Öyle olunca gözlem yapabilme şansınız oluyor. Popüler olunca bu şans biraz azalabiliyor ama ben mümkün olduğunca kopmamaya çalışıyorum. Bir tek sıkıntı var, insanlarla çok uzun süre göz göze gelemiyorsunuz. Onun dışında alttan alta izlerim davranış biçimlerini.
BENİM ELERİM HEP YANIKTIR
- Oyunculuk bitse ne yaparsınız?
- Mobilya işine hayranım. Marangozda bir şey kestiriyorum, abi kesiyor o kadar mutlu oluyorum ki. Bazen "Kayıt" dediklerinde o kadar mutlu olmuyorum (gülüyor)... Kesmek, biçmek, çakmak, yeni bir şeyler yaratmak ilgimi çekiyor. Atıklardan bir şeyler yapmaya çalışıyorum bu aralar bir arkadaşımla. Eski bir şey bulup onu yenileyip farklı objeler yapıyoruz. Alışveriş arabası buluyoruz onu sandalye yapıyoruz. Geri dönüşümcüyüz yani...
- Çevreye duyarlılıktan mı çıktı bu durum?
- Elbette duyarlıyım ama bunun altında yatan neden o değil. Eski bir eşyadan yeni bir ürün çıkarmak keyifli. Doğayla, tahtayla, çamurla uğraşmayı seviyorum. Zaten günümüze ve sektöre yeterince hizmet ediyorum. Oyunculuk yapıyorum, teknolojiyle haşır neşirim. Kendimi doğaya atıp, çayır çimene, çamura, ağaçlara bırakmak iyi geliyor. Dedem de sepetçilik yapardı, sepet örerdi. Ondan da görmüşlüğüm var. Benim ellerim hep kesiktir, yanıktır. Severim el işlerini.
- Evde tamirat sizden soruluyor o zaman...
- Baştan sona bir ev yapamam ama elimden bir sürü iş gelir.
ARTIK ÇOCUKLALRIMIN HAKKINI DÜŞÜNÜYORUM
- Mudanya'da çekilecek dizi. Aileniz için zor olmayacak mı?
- Çocuklar tempoya alışıklar ama hep eve geliyordum. Dört gün yokum, iki gün varım. İlk başlarda kavrayamadılar. Eskiden işe gidiyorum diye çıkıp akşam geliyordum. Şimdi gelmiyorum. Anlatıyorum durumu. Kızım ilk başlarda anlayamadı, bir sıkıntı mı var telaşına düştü... Şimdi iyi... Erkeğin çok umurunda değil. Ben gidince otorite ona geçiyor diye mutlu (gülüyor). Onları da götüreceğim Mudanya'ya havalar iyileşince.
- Baba olmak nasıl bir his?
- Çok keyifli. Eskiden korkmadığınız şeylerden korkmaya başlıyorsunuz. Ölüm duygusu şimdiki kadar bir tedirginlik yaratmazdı eskiden. Artık kendi hakkınızı düşünmüyorsunuz, çocuğunuzun hakkını düşünüyorsunuz. Orada çok saf, temiz, yönlendirilmeye ihtiyacı olan bir varlık var. Sokaktaki çocuk için de aynı hisleri taşıyorsunuz baba olduğunuz zaman. Keşke bir çiftliğimiz olsaydı da onları sadece oradan yetişen ürünlerle büyütebilseydim. Şimdi Tuzla'da bir ev kiraladık, hafta sonları oraya gidiyoruz.
- Tam bir doğa adamısınız...
- Evet. Çalışma mecburiyetim olmasa dağda bayırda yaşarım. Toprakla haşır neşir olurum. Tuzla'da tavuğumuz var. Bahçemiz var, bir bostan yapacağız ufak tefek... Çocukluğumda daha büyük bahçeleri kazdım. Şubat ayında annem toprağı belletirdi. Çocuklar bu duygudan uzak olsun istemiyorum, benimkiler tavuk peşinde koşuyorlar. Bazı çocuklar meyvenin ağaçta yetiştiğini bilmiyor. Şehirde zamanın akışını görmüyorsunuz. Her yer bina.