Yeteneği tüm dünya tarafından kabul edilmiş bir dahi. Hayatı türlü zorluklardan geçmiş. Öyle ki hayat hikayesi Oscar ödüllü bir filme bile konu olmuş usta bir müzik insanı. The Guardian'ın "Pavarotti futbol fanatiklerine operayı sevdirdi, O da hayatı boyunca hiç klasik müzik konserine gitmeyecek olan insanlara piyanoyu ve klasik müziği sevdiriyor" dediği efsane piyanist David Helfgott'tan bahsediyoruz. 1996 yılında hayat hikayesinden uyarlanan ve Geoffrey Rush'a En İyi Erkek Oyuncu Oscar Ödülü'nü kazandıran Shine filmiyle tüm dünyada ismi daha da bilinir oldu David Helfgott'un. Zaten bu hikayeden etkilenmemek mümkün müydü ki? Kısaca bahsedelim... Melbourne'de Polonya asıllı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, beş yaşında dahi çocuk olarak nitelendirilip 19 yaşında dünyanın en saygın müzik okullarından biri olan İngiltere'deki Kraliyet Müzik Akademisi'ni burslu kazanan Helfgott'a bu esnada şizofreni teşhisi konuyor. 12 yıl boyunca akıl hastanesinde kalan Helfgott, hastalığını müziğe duyduğu tutku vesilesiyle yeniyor ve sonrasında dünyanın en saygın piyanistlerinden biri haline geliyor. Geçmiş yıllarda çok defa Türkiye'ye gelen dahi piyanist dün gerçekleşen konseri sebebiyle yine İstanbul'daydı. Konser öncesi kendisiyle kaldığı otelde görüşme fırsatı bulduk. Hatta direkt kaldığı odada...
DAHİ OLMAKTAN HOŞLANIYORUM
Helfgott'un odasına girer girmez ilk dikkatimi çeken şey 80 yaşın üstünde olmasına rağmen kendisinin son derece enerjik, yerinde duramayan, sevgi dolu halleri oluyor. Öyle ki daha girişte iki kez sol iki kez sağ yanaktan öpülüyoruz ve elimdeki çok sıradan tükenmez kalemi beğendiği için kendisine hediye ediyorum. Hemen bir köşeye geçip başlıyoruz sohbete. Malum kendisi daha önce defalarca gelmiş bir isim Türkiye'ye, dolayısıyla ilk sorum "Türkiye sizin için nasıl bir yer, burayla nasıl bir bağ kurdunuz" oluyor. "Türkiye'ye bayılıyorum. Burada müthiş bir klasik müzik dinleyicisi var. Zaten dünyaca ünlü bircok piyanistin burada konser vermesinden de bu belli" diyor ve ekliyor: "Her gelişimde buradaki ilgiyi, beklentiyi görmek de müthiş bir şey..." Piyanonun başına geçtiğinde neler hissettiğini sorduğumuzda ise yanıtı gayet samimi Helfgott'un: "20. yüzyılın neredeyse başından beri piyano çalıyorum. Arzumu, isteğimi hiç kaybetmedim. Piyanonun başına geçtiğim anın verdiği duygu tarif edilemez. Bunu para veya maddiyatla alakalı hiçbir şeyle ölçemezsiniz." Ben bir yandan röportajı sürdürürken Helfgott da bana sorular sormayı ihmal etmiyor bu esnada: "Kız arkadaşın var mı, o da Türk mü?" gibilerinden sorularını yanıtladıktan sonra soru sorma sırası bana geçiyor: "Çok küçük yaşlarda size dahi çocuk sıfatı yakıştırılıyor, siz dahi olduğunuzu düşünüyor musunuz?" "Evet" deyip devam ediyor: "Farklı ve yetenekli olduğumu biliyordum ve bundan da çok mutluyum. Dahi olmaktan hoşlanıyorum. Hep söylediğim bir şey var zaten, 'Farklı ol, farkında ol ve piyano çal'. Bu anlayışla o kadar güzel hatıralarım oldu ki anlatamam sizlere..." Gerçekten bu sözü bir felsefe haline getirdiğine birebir şahit oluyorum başarılı piyanistin. Zira röportaj esnasından sık sık bana yaklaşıp "Farklı ol, farkında ol ve piyano çal mutlaka" demekten imtina etmiyor.
SHINE'I İZLERKEN SÜREKLİ AĞLADIM
Müzik dünyasında nasıl bir yerinin olduğunu düşünüyor diye merak edip, soruyorum. "Hayallerin gerçeğe dönüştüğü bir noktadayım ve müteşekkirim bu durumdan. Takdir edilmek herkesin hoşuna gider ve ben son nefesime kadar iz bırakmaya devam edeceğim" diyor. Eh, David Helfgott'u yakalamışken araya iki soru da Shine filmi hakkında sıkıştırmamak olmaz diyoruz ve filmden sonra hayatında nelerin değiştiğini konuşmaya başlıyoruz. Şöyle anlatıyor Helfgott: "Filme bayıldım ve izlerken sürekli ağladım. Şu an geldiğim konumda inkar edilemez bir payı var Shine'ın. Film o kadar sevildi ki, insanlar sürekli gelip 'Hayatın hakkında başka bir film daha çekilecek mi' diye sormaya başladılar." Geçirdiği şizofreni hastalığı nedeniyle akıl hastanesinde yatması konusunu açmaya yeltendiğimizde ise David Helfgott "Hayır, hayır, hayır" diyerek o günlerin geride kaldığını söyleyip bu mevzu hakkında konuşmak istemediğini belirtiyor. Biz de ustanın bu isteğini elbette saygıyla karşılıyoruz.
OTEL ODASINDA HELFGOTT'TAN MİNİ KONSER
Peki, tüm dünyanın hayranlık duyduğu bir müzik insanının hayran olduğu birileri yok mudur? Elbette var. Rus klasik müzik eserlerini ve İngiliz sanatçıları ilgiyle takip edip büyük hayranlık duyduğunu anlatan Avustralyalı piyanist, özellikle Arthur Rubinstein'ın kendisinde büyük iz bıraktığını ve ona hayran olduğunu söylüyor. Bu noktada Türkiye'den de takip ettiği, beğendiği sanatçılar olup olmadığını soruyoruz. "İdil Biret ve Fazıl Say gerçekten dünya çapında isimler, beğenerek takip ediyorum" diyor Helfgott. Tüm bu sohbet esnasında yerinde duramayan, bir kayıt cihazına, bir güneş gözlüğüme dikkatini kaçıran Helfgott bir noktada bana doğru dönüp "Şu anda burada ne yapıyoruz hiçbir fikrim yok" deyip kendini en güvenli olduğu alana yani 10-15 adım uzaklıkta olan odasındaki piyanonun başına atıyor. O an ağzından üç anlamlı kelime dökülüyor sadece: "Müzik benim dinim..." Bu sözün ardından ise bize mini bir konser vermeye başlıyor. Bu aslında röportajın bittiğinin işareti oluyor bir anlamda. Benim için sıkıntı değil, "Ömrümde daha kaç defa dünyaca ünlü bir piyanist bana özel bir konser verir ki" diye içimden geçirip kendimi Helfgott'un notalarının tınısına bırakıyorum...