Esra Erol'la kaçıncı röportajım, sayısını hatırlamıyorum. Ama her defasında farklı bir konuyla beni şaşırtan, anlattıkları insana dokunan biri. O, toplumun o kadar içinden geliyor ki, gündüz kuşağının vazgeçilmezi olması kimseyi şaşırtmıyor. Üstelik ne yaparsa yapsın, onu sırf Esra Erol olduğu için izleyen hatırı sayılır bir kitle de var. İşte o kitle, yıllardır Esralarının mutlu yuvalar kurmasını izlerken artık dram hikayelerini onun gözünden takip ediyor. Biz de Esra Erol ile yılların getirdiği samimiyetle, aynı dostlukla Karaköy'de buluştuk, yeni sezonla ilgili sohbet ettik:
- Evlilik programı yapıyordun. Şimdi bambaşka bir formata imza atıyorsun. Süreç nasıl oldu?
- Evlilik programını aslında kendi içimde bitirmiştim. Çünkü program daha devam ederken, yeni bir şey yapsam nasıl bir format olabilir diye düşünüyordum. Bir gün bir fikirle uyandım, çevremde yaşananlar, gazetede okuduklarım, sosyal medyada gördüklerimin sonucu velayet konusunun önemi dikkatimi çekti. Boşanma esnasında çocukların yaşadığı travmatik durum çok çarpıcıydı. "Velayet konusunda uzlaştırıcı olacağım" dedim. Ne biliyordum bu konuda? Hiçbir şey! olan çocuğa oluyor
- Evlilik programının ardından boşanma. "Ya sonra" der gibi...
- Boşanmak, ölümden sonraki enbüyük travmalardan biri bana göre. Kimse boşanmak için evlenmiyor, hayat insanları o noktaya getirebiliyor. Bunu sağlıklı biçimde başarabilenler var ki, onlar dünyanın en merhametli ve şanslı insanları. Çünkü insan olarak birbirlerine saygı duyuyorlar. Diğer tarafta da, ayrılık ve boşanmayıkabul edemeyip, bunu kin ve öfkeye dönüştürenler var. Bu çiftlerin bir de çocukları varsa yaşananlarinanılmaz dramatik oluyor. Çünkü çocuk için en güvenli kale, sığınak ailesinin yanı. Hep bir arada görmeye alıştığı iki insan farklı yollara gidiyorsa ve birbirlerine öfkeli, düşman gibilerse çocukbunların hepsini anlıyor ve hissediyor. Yani olan çocuğa oluyor. Bu süreci yaşayan çiftleri uzlaştırmakistedim. Velayet konusunda anlaşamayanlar vardı, davalarına ortak olduk. Bazen çözümü olmayan evliliklerde boşanma davası açılmasına vesile olduk. Üç buçuk yıldır babaları kaçırdığı için çocuklarını göremeyen bir anneyle çocuklarını kavuşturduk. Çok da güzel sonuçlar elde ettik. 27 konumuz vardı,hepsinde olumlu sonuçlar aldık. Ya anneleriyle ya da babalarıyla kavuşturduk. Bundan sonraki süreci nasıl yürüteceklerine dair eğitimler almalarını sağladık.
- Velayet zor bir konu. Hukuki anlamda birçok şeye hakim olman gereken bir alan. Onu nasıl çözdün?
- İş seni oraya hazırlıyor. Dosyalar geliyor bize ve onların hepsini inceliyoruz. Bu konuda Hülya Kuran isimli bir akıl hocam var, çok sevdiğim bir avukat. Yol göstericim oldu, her şeyi ondan öğrendim. Kitaplar verdi çalışmam için. Her kafama takılan şeyi ona açar sorarım. Ama bunlar sistematik bir biçimde olmadı, yol alırken zaten doğallığında öğrendim. İşin duygusal kısmına zaten hakimdim.Aslında onların kalplerine dokumak benim işim. İki insanı karşıma alıp, "Evlatlarınız için yaşam boyu birbirinizle iletişim içinde olacaksınız, sağduyulu, şefkatli, merhametli olmalısınız" cümlesini ben kuruyorum. Bu da öğrenilen bir şey değil, iç dünyamda var.
- Evlilik programı tamamen mutluluk ve neşe üzerineyken, birden dramatik bir programın içine girdin... Seni nasıl etkiledi?
- Yaaa sorma, hayat güzeldi eski formatta (gülüyor). İlk yıl çok sarsıldım. Çok ciddi süreçler geçirdim.Çünkü genel anlamda mutlu bir kadınım. Beni al dağın başına koy, hemen kendime düzen kurarım, evimi yaparım, yaşayabileceğim şartları oluştururum. Eşim Ali "Bu Allah vergisi bir şey" diyor. Hayat o kadar güzeldi ki evlilik programında, her gelen en güzel haliyle, beklentileriyle, umutlarıyla kendini anlatıyordu. Bu sıcak bir mesaj. Bu tarafta örtüyü kaldırıyorsun. Örtünün altında neler yaşandığınıöğrendim. Hayatın karanlık tarafına tanıklık etmeye başladım. Bu beni çok yaraladı, çok üzdü. Bir süre insanlara olan inancımı kaybettim. Büyük bir güven kaybı yaşadım. Garip, kuşkucu bir kişi oldum, bu beni tedirgin etti. Bir taraftan bu önleyici ve korucuyu bir hal ama hayata da hep o negatifpencereden bakamazsınız. Ama bu programda şahit olduklarım, yaşama dair çok daha iyi önlemler aldırdı bana.
- Nasıl mesela?
- Saf bir yanım vardır benim, her koşulda güvenmeyi tercih eden, inanan... Kim ne yaparsa yapsın, onun karakteri olarak bakarım duruma. Fakat artık olasılıklara daha açık ilerliyorum ve bundan kendimi koruyorum. Genel resmi gördüm. Ben mutlu tablodaki gelin ve damadın ruh halindeydim, şimdi insanların ayrılık sürecinde nasıl değişebileceğine şahit oldum. Birbirini seven, çocukları olan, değerleri olduğunu sandığın insanların kendi menfaatleri söz konusu olduğunda nasıl başka birinedönüşebildiğini gördüm. İnsanların menfaatleri söz konusu olunca yapamayacağı şey yok. Yaşamımın başka bir sürecindeyim. Daha heyecanlandırıyor çünkü ezberim bozuldu. Eskiden Messi gibiydim, tak tak tak hareket ederdim, ne olabileceğini biliyordum programda. Şimdi sahaya yeni çıkmış futbolcu gibiyim. Yeni bir yolculuk. Ali dedi ki bir gün, "Bu program bana şükretmeyi öğretti."Gerçekten öyle.
Yuvasını kurtarabilse, senin kapına gelmez
- Düzgün boşanmayı becerebilen bir toplum yapımız yok. Niye böyle? - Kimse evlilik sürecinde yaşadığı sevgiye ve merhamete saygı duymuyor. Halbuki orada güzel yaşanmışlıklar var. Bitebilir. Boşanırken insan olmanın temel özelliklerinden bazılarını kaybediyoruz. Sağlıklı ve medeni bir şekilde boşanmış insanlar, normal hayata adapte olduğunda, bu da yadırganıyor toplum tarafından. Kötü boşananı da yadırgıyorlar. İkiyüzlü bir durum söz konusu. Keşke kimse boşanmasa, ama hayat böyle bir şey değil. - Boşanma sürecinde kadın ve erkek davranışları arasında nasıl farklar var? - Genel bir değerlendirme yapamam, bizim programa baktığımda; kadın boşanmak istiyor, yeni bir yaşam kurmak istiyor. Ama bunu "Ben boşanmak istiyorum" diyerek yapmıyor. Kaçmayı tercih ediyor. Çünkü defalarca denemiş, baba evine gitmiş, oradan hep "Git yuvanı kurtar" cevabını almış. Kurtarabilse zaten senin kapına gelmezdi. Büyüklerin aileyi kurtar desteği bazen ters tepebiliyor. O zaman kadın kaçıyor. Erkekler boşanma aşamasında öfkeleniyor. Evlilik aşamasında dinlemediği, anlamadığı kadını zorla tutmak istiyor. Bu öfke hiçbir işe yaramıyor. Erkekler, "Boşanamazsın, ayrılamazsın!" tavrından çıkmalı. Egoyu kenara bırakmak gerekiyor. Yeni bir hayat kuramaz tavrına son vermeleri gerekiyor. Bunun eğitimle, görgüyle de ilgisi yok. Evlerin içinde kadınlar psikolojik, maddi, her tür şiddete maruz kalıyor. Erkekler parayı, çocukları tehdit olarak kullanıyor kadına karşı. Bu nedenle evliliğini mutsuz biçimde devam ettirmek zorunda kalan binlerce kadın var.
Uyuşturucu çok büyük problem
- Sadece velayet konu edilmiyor programda, başka neler radarına giriyor? - Geçen sezon zihinsel engelli bir kızımız vardı. Zorla fuhuşa sürüklenme, uyuşturucu gibi konular da işledik. Kayıplarla gelen aileler de oldu. Hiç ummadığımız bir konu, bizi hiç ummadığımız bir sürece götürüyor. 20 yaşında zihinsel engelli bir kızımızı arıyorduk, onun peşinde koşarken, ondan birkaç yaş büyük çocukların onu fuhuşa teşvik ettiğini ve uyuşturucu kullandırdığını öğrendik. Cezaevinde olanlar var. Tüm konularımızı sonuçlandırdık. Uyuşturucunun sokakta ve her yaşta olması çok tedirgin edici bir boyut almaya başladı. Gençleri sokakta bekleyen en büyük tehlike madde bağımlılığı. Uyuşturucu konusunda aile çok önemli. Ailenin çocuğunu çok iyi gözlemlemesi lazım.
Koca bir konakta yaşıyor gibiyim
- Bunca yıldır televizyondasın ama hiç 'ünlü' egosuna sahip değilsin. - Çünkü ekran dışındaki hayatım benim özgürlük alanım. Ve normal hayatıma devam edersem özgür kalırım. O ego gelemez, gelmesine fırsat vermedim çünkü işin mutfağında çalışıyorum. Yayına çıkıyorum ama sadece hazırlanıp çıkmıyorum. Ekranda gördüğüm şey değil benim işimle ilgili gerçekliğim. İşim hayatıma yayılmış vaziyette, geniş bir ekibiz. Özgürlüğü çok severim. Pazara gitmek istiyorsam gideceğim, alışverişimi yapmak istiyorsam yapacağım. İnsanlar yalnızlaştıkça agresif hale geliyorlar. Ben, her kapıdan birinin çıktığı koca bir konakta yaşıyor gibiyim ve bu durumdan çok mutluyum. Ekibimle, ailemle aramdaki bağlar çok kuvvetli.
Ali mantık adam ben empati ve kalp tarafıyım
- Dokuz yıldır evlisin. 14 yıldır aynı kişiyle birliktesiniz... Sırrı ne uzun birlikteliğin? - Saygı duymak. Sevgi zaten var. Aşk ilk zamanlarda hissettiğin duygu... Anlayış gösterme ve birbirini anlama en önemli duygu evlilikte. İki insan, iki karakter, iki beyin çakıştığı zaman evlilikteki dinamiklerin yeri oynuyor. Saygı duyabiliyorsan, herkes sınırlarını biliyorsa sorun çıkmaz. Biz sınırları koymuyoruz, sonra da "Sen benim sınırlarımı ihlal ettin" diyoruz. Biz bir de beraber çalışıyoruz Ali ile... Hayatımızın her dakikasını güllük gülistanlık geçirmiyoruz. Arada bir birbirimize bir gireriz (gülüyor)... Ama hep işte... Ali mantık adamı, ben empati ve kalp tarafıyım. Birbirimizin baktığı noktadan bakmamız zor oluyor. Tartışmalarımız, atışmalarımız, savaşımız oluyor ama çözüyoruz, bitiyor. Onun sakin yanı beni, benim enerjik tarafım onu besliyor. Birbirimizi dengeliyoruz. İnandığım konuda fikirlerimi yüksek sesle söylüyorum. Onu anlamaya çalışıyorum, o da beni anlamaya çalışıyor. O benim sevdiğim adam, kocam, yol arkadaşım. Onsuz kolun bacağın eksik gibi hissedersin ya, öyle... Bunun adı neyse. Garip bir bağ var aramızda. Başım sıkıştığında Ali'ye anlatırım derdimi. Bizim kadınların böyle bir sorunu var, eşiyle sorunu var, gidip arkadaşlarına anlatıyor. Sorunun olan kişiyle konuşsa sorun kalmayacak. 30'dan sonra öğrendiğim bir şey bu. - 35'ten itibaren neler değişti sende? - Yaşla birlikte bir olgunluk da geliyor insana. Bakış açın değişmeye başlıyor. Yeni bir pencereden bakmaya başlıyorsun. 37 yaşımda hissetmiyorum kendimi. 33'e fiksledim kendimi (gülüyor). Artık yaşlanmıyor kadınlar, kendimize bakıyoruz. Bedenimizi, ruhumuzu önemsiyoruz.