Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Şeyhül Muharririn

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, hafta içinde Burhan Felek Basın Hizmet Ödülleri'ni kazanan arkadaşları açıkladı. Burhan Felek 70 yıldan fazla aktif gazetecilik yapmış bir kişi. 58 yıl aralıksız köşe yazarı olarak çalışmış.
Spordan sanata fevkalade aktif bir insan: Gazeteciler Cemiyeti'nin toplam 26 yıl (1946-1950 ve 1959- 1982) başkanlığını yapmış. Birçok dernekte görev almış. Hatta spor kulübü bile kurmuş.
Burhan Felek (1889-1982) bir denge ve nezaket insanı... Demokrat Parti'nin de, askeri rejimlerin de baskılarına kavga çıkarmadan, yumuşak bir üslupla direnmiş. Mesleğin onurunu korumaya çalışmış.
Gazeteci yeğeni Okşan Atasoy, "Felek'in 25 bin kadar yazısı olduğunu belirledik. Dört yıl çalışarak bunların 20 binini derledik. Tamamlandığında meraklılara ve araştırmacılara açacağız" demiş. Ne güzel bir haber! Felek'in bazı yazıları çok hoştur. Dönemin ruhunu gayet iyi aksettirir, eski ile yeniyi kıyaslama imkanı verir. Mesela Felek'ten Dostlara adlı kitapta toplanan yazılarını çok severim.
Bir örnek: 1944'te bir grup gazeteci Hindistan'ı ziyaret eder. Karaçi kentinde içtiği limonatayı şöyle anlatıyor: "Zencefilli limonata berbat bir şeydi. Yutarken çalı süpürgesi gibi boğazımı tırmalayarak indi". Bugün ise zencefilli limonata, büyük kent kafelerinin vazgeçilmez içeceklerinden.
Gelelim itirazıma... Şeyhül Muharririn (Yazarların Üstadı, Gazetecilerin Piri) unvanını Burhan Felek için kullanılmasını doğru bulmuyorum. Çünkü... Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nde Eray Canberk'in yazdığına göre, bu unvan Felek'e, 1976 yılı kongresinde Gazeteciler Cemiyeti tarafından verilmiş.
Tamam da, o sırada Gazeteciler Cemiyeti'nin başkanı zaten Burhan Felek'ti! Bu tam bir 'kendi çalar, kendi oynar' durumu. Bu şekilde verilmiş bir unvanı, tekrarlamak yerine tarihin yargısına bırakmak gerekir. Şunu da söyleyeyim: Kim olursa olsun, hayatta olan kişilerin adlarının kamusal alanlara verilmesine de karşıyım. Şehitler hariç, kişi öldükten 5-10 yıl sonra yapılmalı o iş. Bakalım gelecek kuşak ne diyecek? Nerede Metin Oktay Stadı, nerede Fatih Terim Stadı? Kıyas kabul eder mi?
Not 1: Onların var, bizim de olsun diyerek, aynı unvan 1997'de Ahmet Kabaklı'ya da verilmişti. Kimsenin umurunda mı bugün?
Not 2: Hıncal Abi, Allah'ını seversen, "Kenan Evren, Burhan Felek'in elini öpmüştü" diye yazma (Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.) Tam tersine, Evren'in eline hamle eden, ondan 28 yaş büyük olan Felek idi.

***

Hani Freud işe yaramazdı?
Bizim Türklere akıl ermiyor. Yapar diyorsun yapmıyor, yapmaz diyorsun yapıyor. Mesela geçen hafta, Türkler meslekleriyle ilgili kitap okumaz demiş, sonra da karşılaştığım sürprizi anlatmıştım: Uşaklı tütün kaçakçıları, kaçakçılık kanunları ve bunların yorumlarıyla ilgili hukuk kitapları okuyordu.
İkinci sürpriz Mersin'den geldi: 40 yaşındaki ilkokul mezunu Mustafa K, kendini akademisyen olarak tanıtıp gönül ilişkisine girdiği kadınları dolandırıyormuş. Sürpriz bunun neresinde diyeceksiniz? İşte geliyor: Çapkın Mustafa ifadesinde, "Kadınları çözümlemek (analiz etmek) için Freud'un kitaplarını okudum" demiş.
Siz hâlâ Freud şöyledir, yok böyledir diye atıp tutun. Adam Freud sayesinde kadınları dolandırıyor. İlkokul mezunu Mustafa, Freud'u, Garantili Kız Tavlama Rehberi haline getirmiş. Demek ki beğenmediğiniz o Freud'un işe yarar bir tarafı var.
Okulu bitirdikten sonra meslekleriyle ilgili bir tane dahi kitap okumayan mühendislerin olduğu bir ülke burası... Buna karşılık kaçakçılar ve dolandırıcılar kitap okumaya başladı. Bakalım bu işin sonu nereye varacak?

***

Gıdı Gıdı Treni
İstanbul Film Festivali'nde izleyememiştim. Geçen gece TRT'de rast geldim, Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası'nın öyküsünü anlatan Başka Tren Gıdı Gıdı adlı ödüllü belgesele...
İşçileri fabrikaya taşırken gıdı-gıdı diye ses çıkaran küçük lokomotifli trene verilmiş isimmiş: "Gıdı Gıdı kaza yapmış... Gıdı Gıdı'yı kaçırdım, yürmek zorunda kaldım" filan denirmiş.
Yönetmen Yasin Ali Türkeri çok iyi bir iş başarmış. 1937'de faaliyete geçip özelleştirme furyasında kapanan fabrikayı bütün boyutlarıyla anlatıyor:
Sovyetler Birliği'nin hem para, hem de knowhow yardımıyla kurulması... 1940'larda Alman işgalinden kaçan Yunanların burada çalışması... Tiyatro ve sinema salonuyla, kreşiyle, futbol takımıyla devasa fabrikanın Nazilli ve çevresini değiştirmesi... Ve kapanarak Adnan Menderes Üniversitesi'ne devredilmesi...
Belgeseli gözlerim yaşararak izledim. Ama bir sahnede de kahkahayı patlattım. Gıdı Gıdı, belediye tarafından onarılıp 2016'da nostalji treni olarak sefere başlıyor. Buraya kadar iyi... Aa, sonra bir bakıyorsunuz törende mehter takımı konser veriyor.
Oraya mehter takımı getirmek de ne? Osmanlı ile uzaktan yakından ilişkisi olamayan bir olayda Mehter Marşı çalınır mı? Şuursuzluk diye bir şey var. Valla var!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA