Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Libya’nın kısa tarihi

Antropologlara göre bundan 200 bin yıl önce ilk insanın ortaya çıktığı Afrika kıtasının bağımsızlığını kazanmış ilk ülkesi olan Libya, kıtanın ismine ilham veren 'Africani' adlı oymakların Romalılarca ilk görüldükleri yer olarak kabul edilir.

Üç farklı 'ilk'i barındıran bu girizgâh cümlesi, son günlerin hiç tartışmasız başat gündem maddesi Libya'nın kısa tarihini yazarken ta Romalılar devrinden başlayan sömürgecilik olgusunu her daim göz önünde bulundurmamız gerektiğini de gösteriyor. Zira bu açıdan pek bahtsız olan Libya, köle ticaretinin Arap tüccarlar hegemonyasında başladığı 7. yüzyıldan kolonileşmenin başladığı 19. yüzyıla kadar her türlü sömürgeci faaliyetin merkez üssü oldu.

Bu, Libya'nın Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Trablusgarp Savaşı (1911-1912) ile Osmanlı Devleti'nden koparıldığı dönemden sonra da devam etti. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, İtalyan uçaklarının Ocak 1912'deki bir bombardımanı sonucunda sol gözünden yaralandığı bir savaştır bu. Yaralanmanın, bombaların yerle bir ettiği sütundan fırlayan kireçli taş parçasının Mustafa Kemal'in gözüne isabet etmesiyle meydana geldiği söylenir. Bu hasar Mustafa Kemal'in sol gözünde şehlalığa sebep olur. "Libya, Atatürk'ün sol gözüdür" söylemi buradan türemiştir.

MUSTAFA KEMAL'İN SAHTE KİMLİĞİ

Mustafa Kemal, Libya'ya ilk olarak 20 Eylül 1908 tarihinde gitti. Gazeteci Mustafa Şerif sahte kimliğiyle… Atatürk'ün Libya dönemi, onun askerlik, siyaset, hitabet, örgütleyicilik konusundaki ilk deneyimidir. O dönemde Libya'da İkinci Meşrutiyet'e karşı isyan çıkmıştı. Aşiret şeyhleri halkı, hürriyete karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Meşrutiyeti Hilafet'e karşı görüyorlar ve Osmanlı'ya meydan okuyorlardı.

Mustafa Kemal, Trablusgarp'a gönderileceğini İttihat Terakki Genel Merkezi'nin toplantı salonundaki kara tahtada yazılı bir nottan öğrendi.

İttihat ve Terakki'nin kurduğu, CIA'e de sonradan ilham verecek Teşkilat-ı Mahsusa (Gizli Teşkilat) ilk olarak Libya'da ortaya çıktı. Örgütün çekirdeği, 1911'de Bingazi'de Enver Paşa komutasında bağımsız birliklerle İtalyanlara karşı oluşturuldu ve faaliyet gösterdi. İtalya, 1869 yılında iç birliğini sağladıktan sonra sömürgeci bir politika izlemeye başlamış ve nüfuz alanı olarak bugün Hafter'in işgal etmeye uğraştığı Trablus'u seçmişti.

Mustafa Kemal'in, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak Libya'ya gittiği bilgisi, örgütün önemli üyelerinden Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın anlatımları ekseninde yazılmış Phillip H. Stoddard imzalı kitapta yer alıyor.

Ancak Mustafa Kemal'in Libya serüveni ile ilgili en net bilgileri, 1998-2005 yılları arasının MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un desteğiyle yazılmış MİT/Bir Gizli Servisin Tarihi (Tuncay Özkan) adlı kitapta bulmak mümkün. Kitaptan bir alıntıyla devam edelim:

"Mustafa Kemal'in Bingazi'ye varış tarihi 1908'in Eylül sonudur. Atatürk'ün bölgeye ikinci kez gidişi ise gönüllü olaraktır ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın saflarındadır. Yanında Teşkilat-ı Mahsusacı arkadaşı, yakın dostu Ömer Naci de vardır. Ömer Naci daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa için Kerkük'te çalışmalar yaparken 28 Ağustos 1916'da ölecektir.

***

Mustafa Kemal'in yanında ayrıca teşkilatın lider kadrosundan Eşref Sencer (Kuşçubaşı) da bulunur.

***

Enver Paşa gönüllü subaylardan oluşan grubunun Mısır ve Tunus üzerinden sıcak bölgelere geçmesine karar verir. İki ayrı ekip yola çıkar. Bunlardan birinin başında kendisi ve Mustafa Kemal vardır. Bu grup Mısır üzerinden Trablusgarp'a geçecektir. Eşref Sencer de bunlara Arapça bilen rehber olarak yardım edecektir. İlk yola çıkanlar sahte kimlik, evrak ve uygun kılıklarla Enver Paşa ile Mustafa Kemal olur. Mustafa Kemal 15 Ekim 1911'de Tanin Gazetesi Muharriri Mustafa Şerif kimliğiyle ve Rus bandıralı bir gemiyle hareket etmiştir. Mustafa Kemal Mısır'da rahatsızlanınca Trablusgarp'a gidişi biraz gecikir. Mısır'da kalması ve dinlenmesi gerekmiştir. Ancak daha sonra Enver Paşa, Nuri Paşa ve birkaç Alman danışmanla birlikte, 30 Aralık 1911'de Derne şehrinde direniş hareketinin komuta kademesinde görev alır."

YÜZYIL SONRA İÇ SAVAŞ

Mustafa Kemal'in Libya'ya ikinci kez ayak bastığı seneden tam yüzyıl sonra, 2011'de ülkede iç savaş baş gösterdi. Libya, Şubat 2011 Devrimi'nde Ulusal Geçiş Konseyi'nin kurulmasını müteakip sürekli istikrarsızlaştırılmaya çalışıldı. Bu süreç halen devam ediyor. Biz oraya gelmeden önce kısa tarih notlarıyla devam edelim:

Osmanlı döneminde Trablusgarp Eyaleti olarak adlandırılan Libya, 1553'te Turgut Reis tarafından fethedildi. 1611 yılına kadar paşalar tarafından yönetildi, 1611 yılında 'dayılık sistemi' getirildi. Osmanlı'nın zayıflamasıyla birlikte 'dayılar' da bağımsız hareket etme arayışına girdi. Öyle ki birer devlet başkanı gibi ikili antlaşmalar yapabilir hale geldiler. Osmanlı, 1835 yılında Libya'da kontrolü yeniden sağladı ve burayı merkezi bir yönetime bağladı. Bu, 1911'deki İtalyan işgaline kadar böyle devam etti. Trablusgarp Savaşı'nın ardından imzalanan Uşi Antlaşması ile Libya'daki fiili Osmanlı hâkimiyeti sona erdi.

Daha sonra Ömer Muhtar öncülüğünde İtalyan sömürgeciliğine karşı bir direniş başlatıldı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu sene, 1923'te… Ne var ki bu direniş Ömer Muhtar'ın yakalanarak idam edilmesinden ötürü sonuçsuz kaldı. Libya, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa ve Birleşik Krallık'a bırakıldı. Birleşmiş Milletler 1949'da Libya'nın bağımsız bir ülke olması gerektiği kararını aldı.

Libya 1951 yılında bağımsızlığını kazandı. İdris ülkenin ilk kralı oldu.

On sekiz yıl sonra, 1969'da, ordunun genç subaylarından Muammer Ebu Minyar El-Kaddafi, Kral İdris'e karşı bir darbe yaptı. Monarşi sona erdirildi ve Libya Arap Cemahiriyesi kuruldu. Ve o dönemden Ekim 2011'deki ölümüne dek ülkeyi 'Yeşil Sosyalizm' adı verilen bir sistemle yönetti. Daha doğrusu kendisi öyle yönettiğini iddia ediyordu.

Kaddafi, Arap Baharı sonrasında devrilmeden önce dünya müesses nizamının (ABD öncülüğünde elbette) pek hazzetmediği bir liderdi. Arasının iyi olduğu nadir ülkelerden biri Türkiye idi. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türkiye'ye yardım eli uzatmıştı.

Bir Oğlak Dönencesi'nde, 21 Aralık 1988 günü havada infilak eden Pan Am uçağına bomba yerleştiren kişinin Libyalı olduğunun anlaşılmasından sonra Kaddafi'ye yönelik baskılar arttı. O yıllarda Libya'da nüfus artışı dünyada en üst seviyedeydi ve bu da ülkeye yönelik baskıları artırıyordu.

Bununla birlikte Kaddafi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ABD, İngiltere ve Fransa'nın isteğiyle oluşturduğu koalisyon güçleri ve halk tarafından devrilene dek, 22 Ağustos 2011'e kadar iktidarını korudu.

DOMİNO'NUN İLK TAŞI

Libya, Kuzey Afrika'dan başlayıp domino etkisiyle Ortadoğu'ya ilerleyen ve Körfez ülkelerinde durdurulan 'kışa dönmüş' Arap Baharı'nın coğrafi olarak en batısında kalan ülke. Bu yönüyle dominonun ilk taşlarından biri. Gerçi Arap Baharı, ilk olarak 18 Aralık 2010 tarihinde Libya'nın hemen batısındaki Tunus'ta başladı. Libya da bu dalgadan ilk gösterilerin başlamasından üç ay sonra, 17 Şubat 2011'de nasibi aldı.

Libya, Ortadoğu ve Körfez'in bütün ülkelerinden farklı olarak etnik ve mezhebi yapının çeşitlilik arz etmediği tek ülke. Ülke, Maliki mezhebine mensup Sünni bir nüfusa sahip. Emperyal güçlerin etnik ve mezhebi olarak bölemediği ülke coğrafi olarak bölünmeye çalışılıyor.

Türkiye; ABD, İtalya, Rusya, Fransa, Mısır ve Yunanistan gibi güçlerin etkili olduğu Libya'da Mavi Vatan sınırlarını Trablus Hükümeti'yle 27 Kasım 2019'da imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırmasına Dair Mutabakat Muhtırası'yla çizmiş oldu.

Zaten bugün kopan fırtınanın en önemli sebebi de Türkiye'nin bu anlaşmayı akıl edip de imzalamış olması. Libya'da meşru hükümeti destekleyen Türkiye ile Halife Belkasım Hafter adlı gizli servis projesi darbeci generali destekleyen güçlerin çıkarları uyuşmuyor. Hafter'in arkasındaki güç ister ABD deyin, ister Rusya, ister Mısır, ister Birleşik Arap Emirlikleri… Nereden bakarsanız bakın bu gerçek değişmiyor.

Peki, kim bu Hafter? 1987'ye kadar Muammer Kaddafi'nin yanında çalışmış ve ardından Libya-Çad Savaşı sırasında esir düşmüş bir asker. Esir olduğu Çad'dan ABD tarafından kurtarılan Hafter, daha sonra Amerikan vatandaşı yapılmış ve Arap Baharı'nın başlamasından sonra, 2011'de yine ABD tarafından Bingazi'ye gönderilmiş. Bu süreçte eskiden yanında olduğu Kaddafi'yi desteklemeyen Hafter, savaşın galibinin kim olacağını bir süre bekledikten sonra ABD, Fransa ve Mısır'ın desteğiyle kendini sözde kral ilan etmiş.

Muammer Kaddafi'nin devrilmesinden sonra bir türlü istikrarın sağlanamadığı Libya'da şu anda çoklu siyasi ve askeri yapı var. Bir tarafta General Hafter'in liderlik ettiği ABD destekli gayrimeşru Libya Ulusal Ordusu, diğer tarafta ise başkenti Trablus olan Ulusal Mutabakat Hükümeti. Liderliğini Fayez Mustafa Al Serrac'ın yaptığı UMH, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ülkeleri tarafından tanınıyor ve destekleniyor. Bugün Hafter ülkenin yüzde 80'ine yakın bir alanı kontrol ediyor ama bu alanlar nüfusun yaşadığı alanlar değil.

Libya'da nüfusun tamamına yakını Trablus başta olmak üzere kıyı bölgelerde yaşıyor.

KAYIP YILLARIN TELAFİSİ İÇİN

Libya'da devrimin ilk dönemlerinde göreceli olarak huzur ve istikrar hâkimdi. Ancak 13 Eylül 2012'de Bingazi'deki ABD Başkonsolosluğu'na düzenlenen saldırıda, ABD Büyükelçisi Chris Stevens ve üç elçilik çalışanın öldürülmesinden sonra ülkede istikrarsızlık arttı.

Libya'da istikrarsızlık artınca ülkedeki inşaat işlerinin yaklaşık yüzde 75'ini üstlenmiş olan Türkiye tahsilatlar konusunda büyük sıkıntılar yaşadı. ABD'li firmalar alacaklarının çoğunu tahsil ederken Türkiye alacaklarını almakta zorlandı. Şu anda dünyanın en kaliteli petrollerine sahip olduğu bilinen Libya'nın petrol gelirlerinin yüzde 80'ini ABD, Fransız ve İtalyan şirketleri kontrol ediyor.

Muammer Kaddafi'nin öldürülmesinden sonra onun doğduğu kent Sirte başta olmak üzere pek çok bölgedeki aşiret yapıları bozulmaya çalışıldığı için ülke yine mikro domino etkisiyle dalgalandı.

Libya'daki bu dalgalanma, Arap Baharı'nın 2011-2013 arasındaki sürecinde Türkiye'nin Mağrip ve Ortadoğu'dan gelen sermayeye ev sahipliği yaptıktan sonraki ekonomik yükselişin durdurulmuş olmasının da bir misali. Zira Arap Baharı'ndan sonra Kuzey Afrika ve Ortadoğu'dan Türkiye'ye gelen büyük işadamları sürecin Batı lehine çevrilmesiyle ülkemizdeki yatırımlarını geri çekmeye başladılar. Buna Haziran 2013'te Gezi Ayaklanması, 17-25 Aralık 2013 yargı darbesi girişimi ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi gibi ekonomiyi sekteye uğratan gelişmeler de eklenince Türkiye, ekonomideki 'altın çağ'ı maalesef yitirdi.

Libya'daki meşru hükümetle imzalanan deniz yetki alanları anlaşması, ülkemize yönelik bütün ekonomik operasyonların esasında bir rövanşı. Zira Doğu Akdeniz'de ekonomik çıkarlarını koruyabilen bir Türkiye, ekonomideki kayıp yılları hidrokarbon kaynaklarına erişir erişmez telafi etmiş olacak.

İlklerin kıtası Afrika'nın bağımsızlığını kazanmış ilk ülkesi olan ve kıtaya da ismini veren kabilelerin ilk görüldüğü yer olarak bilinen Libya, Türkiye'nin ilk kez ayak bastığı bir ülke değil. 110 yıl önce çekilmek zorunda kaldığımız ülkenin 'bizsiz' kısa tarihi, orada kalmamız gerektiğini usulca fısıldıyor bize.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA