efsir, hadis, fıkıh ve kelâm ilimlerinde geniş bilgi sahibi olan Âmülî'den Şiî kaynaklarında "seyyidü'l-mütellihîn" diye söz edilir. Şiîlik'le sûfîlik arasında tam bir uygunluğun bulunduğuna, tasavvuf esaslarının Şiîlik'te mevcut olduğuna inanan Âmülî'ye göre resul, nebî ve mâsum imamlar zâhirî ve şer'î hususları bilirler. Bu bilgileri insanlara açıklamaları ve öğretmeleri şarttır. Onlar bunun yanında hakikat ve mârifet bilgisine de sahiptirler. Zâhirî ve şer'î bilgiler Şiîlik, bâtınî bilgiler sûfîliktir. Âmülî bu noktadan hareket ederek her hakiki Şiî'nin mutlaka sûfî, her hakiki sûfînin de Şiî olacağı sonucuna ulaşır. Bu bakımdan Şiîler'i ikiye ayırır; şer'î ve zâhirî hususları bilenlere sadece "mümin", hem zâhirî hem bâtınî hususları bilenlere ise "mü'min-i mümtehan" (denenmiş mümin) adını verir. Gerçek bir Şiî bu ikinci anlamda mümin olduğundan o aynı zamanda sûfîdir. Şiî ve sûfî aynı gerçeğin farklı iki yönünü ifade eden isimlerdir. Âmülî sûfîlerin Şiîler'in aynı olduğunu söylerken Şîa'nın, imamları kanalıyla elde ettiği ilâhî sırlara sûfîlerin de vâkıf olduğu düşüncesinden yola çıkarak bu kanaate vardığını ifade etmekte ve ilk dönemde Hasan-ı Basrî ve Kümeyl b. Ziyâd gibi zühd ve takvâsıyla şöhret bulmuş kişilerin zamanın imamının talebeleri olduğunu ileri sürmektedir. Âmülî, Nusayrîler'den aldığı mü'min-i mümtehan tabirini Şiîler'ce kabul edilebilir bir tarzda temellendirmiş, bu görüş ona namaz, zekât, hac, oruç ve cihad gibi birçok şer'î hükmü tasavvufî açıdan yorumlama imkânını vermiştir. Bu yönüyle Şiî ilâhiyatının iyi bir nazariyatçısı olarak tanınmıştır. Onun tasavvuf anlayışında riyâzet ve mücâhedenin de önemli bir yeri vardır. Vahdet-i vücûd nazariyesi sayesinde felsefeyle tasavvufun birbirine yaklaştığını ileri süren Âmülî'ye göre mehdînin zuhuru ile hikmete dayalı ilimler daha fazla itibar görecek ve ictihad, istinbat ve usulden fürûun istihrâcı gibi hususlar geçerliliğini yitirecektir. Böylece Âmülî, kendi zamanında zirveye çıkmış olan fıkıh ve ictihad hareketine karşı tasavvuf ve hikmete dayalı düşünceyi tercih etmiştir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi