Furuk II Nedir?

Furûk kelimesi sözlükte "ayırmak, iki şeyi birbirinden ayıran özellik" anlamına gelen farkın çoğuludur. Fıkıh terminolojisinde furûk eşbâh ve nezâir* ile, kavâid ilim dallarıyla yakın ilişki içinde olup fıkhın dış görünüş bakımından birbirine benzeyen, ancak hüküm ve hukukî değerlendirme açısından farklı olan veya şekil itibariyle farklı oldukları halde aynı hükme tâbi meselelerini konu edinen bir ilim dalının adıdır.

Furûk alanında eser yazan müellifler, genellikle bu disipline bir tanım getirmek yerine kitaplarının girişinde üzerinde duracakları konuları niteleme bağlamında bazı açıklamalarda bulunurlar ki birbirine oldukça yakın olan bu ifadeler furûk ilminin çerçevesini belirlemede önemli ipuçları vermektedir. Farkları anlatılacak meseleleri Ebü'l-Fazl Müslim b. Ali ed-Dımaşkī "görünüşte birbiriyle uyuşan gerçekte ise ayrılan", Necmeddin en-Nîsâbûrî "yapıları uyuşan, mânaları ihtilâf eden", İbn Süneyne es-Sâmerrî de "şekilleri birbirine benzeyen, hükümleri ayrı olan" diye niteler. Bu tanımlarda birleşme noktaları birbirine çok yakın anlamlar taşıyan "zâhir", "mebânî" ve "suver" kelimeleriyle, ayrılma noktaları ise "bâtın", "meânî" ve "ahkâm" kelimeleriyle ifade edilmiştir.

Muhammed Yâsîn el-Fâdânî, fıkhî meseleler arasındaki ayrılma ve birleşmenin nerelerde olduğunu belirtmeksizin sonuçtaki hüküm ayrılığını göz önüne alarak furûk ilmini, "Birbirine benzer iki meselenin arasını hüküm bakımından eşitlenmeyecekleri bir tarzda ayıran şeylerin bilgisidir" diye tanımlar. Süyûtî'nin tanımına göre de furûk şekil ve mâna bakımından bir, hüküm ve illet bakımından ayrı olan benzerler arasındaki farkın anlatıldığı bir ilimdir. Ancak mâna kavramı illeti de kapsayan daha genel bir anlam içerdiğinden tanım yapılırken mânanın belli bir kısmında birliktelikten, diğer kısmında ayrılıktan söz edilmiş olsaydı daha isabetli bir tanım yapılmış olurdu. Öte yandan kaideler arası farkları da konu edinen ve Şehâbeddin el-Karâfî tarafından geliştirilen ikinci bir furûk metodunun bulunduğu göz önünde tutulursa bu ilim dalının yalnız fürûa mahsus bir disiplin olarak gösterilmesinin doğru olmadığı anlaşılır. Bütün bu hususlar dikkate alınarak furûk için, "Şekil bakımından birbirine benzeyen, ancak farklı olmalarını gerektiren bazı sebeplerden ötürü hüküm açısından birbirinden ayrılan meselelerin yahut kaidelerin bilgisidir" tanımı yapılabilir.

Kelimenin tekil şekli olan farkın ifade ettiği kavram, fıkıh usulü ve bilhassa cedel kitaplarında teorik ve metodolojik bir çerçevede ele alınmış olup furûk ilmi biraz da bu teorinin uygulama alanı olarak görülebilir. Cedel ve usul ilminde ortaya konan tanıma göre fark, karşılaştırılan iki şeyde esas alınan hususun (asıl) illet olmada etkili bir vasfının diğer meselede (fer') bulunmadığını göstermektir; diğer bir ifadeyle, aralarında benzerlik kurulamayacağını ikisinden birine mahsus bir özelliği ortaya çıkararak göstermektir. Burada, aralarında zâhiren zayıf bir benzerlik bulunan iki şey arasındaki fark, farkın açık veya kapalı oluşuna bağlı olarak ortalama veya derinlemesine bir inceleme ve tahlil sonunda ortaya çıkar. Fark bazan iki fer'î mesele, bazan iki fıkhî kaide, bazan da fıkıh ya da usule ilişkin kelimeler ve terimler arasında olur. Esasen müctehidlerin pek çok meseledeki ihtilâflarının temelinde bu farkların tesbitinde ayrı görüşe sahip bulunmaları yatmaktadır. Bu konudaki görüş ayrılıklarının daha da büyümemesi için İslâm hukukçuları furûk alanında uzak, zayıf ve hayalî farklarla yetinilmemesi, ancak hükümlerde müessir olduğunda farka itibar edilmesi lüzumunu belirtirler ve iki mesele arasındaki farkın çok belirgin veya muhtemel olmadığı durumlarda birleştirici yönlerinin esas alınması gerektiğini söylerler. Nitekim İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî de bunu tavsiye eder ve bunun dinin kurallarından biri olduğunu vurgular. Bu bakımdan zayıf ve garip farkları esas alan fakihler eleştirilmiştir. Kâtib Çelebi'nin, bu ilmin kapsamının çok geniş tutulduğundan ve zayıf-güçlü her şeyi kapsadığından yakınması da bunu gösterir.

Usul ve cedel literatüründeki teorinin furûk literatüründe uygulamalı olarak ele alındığı görülür. Cedel ilmindeki ilke gereği fark araştırılırken birleştirici ve ayırıcı vasıflar üzerinde durulur; tenkīhu'l-menât* yolu takip edilerek hangisi olursa olsun bu vasıflardan uygun olana itibar edilir, tardî (gayri münasip) olan ise ilga edilir; her ikisinin de uygun olması halinde daha münasip olanı esas alınır. Meselâ çocuk ve yetişkin insan zekât nisabı mala sahip olduklarında mallarına zekât düşmesi bakımından ortak bir noktada buluşuyorlar. Ancak yetişkin insan ayrıca ibadetlerle sorumludur ve zekât da bir ibadet olduğundan zekât verme sorumluluğu vardır; çocuk için bu söz konusu değildir. Ortak noktayı esas alanlar çocuğun malının zekâtının verilmesini farz görmekte, farkı esas alanlar ise ondan bu sorumluluğu düşürmektedir.

Ahkâm konusunda farkın esas alınması gerektiğini şer'î naslar, akla ve duyulara dayalı deliller ortaya koymaktadır. Kur'an'da ve Sünnet'te eşitlenmemesi istenen pek çok hususa dikkat çekilmiştir. Bir âyette, "Bilenlerle bilmeyenler hiç eşit olur mu?" (ez-Zümer 39/9) ifadesi yer almaktadır. Necmeddin et-Tûfî'ye göre furûk üzerinde ilk defa Hz. Peygamber durmuştur. Fark, fıkhın ve diğer ilimlerin esaslarından ve küllî kaidelerindendir. Hatta fıkıh birleşme ve ayrılma noktalarını, diğer bir ifadeyle iki meselenin nerede birleşip nerede ayrıldığını bilme olarak nitelendirilmiş, Ebû Abdullah el-Mâzerî ve Ebü'l-Kāsım el-Burzülî'nin de belirttiği gibi bunların bilinmesi fakih olmanın asgari şartlarından kabul edilmiştir. İbn Haldûn, mutlak müctehidlerin bulunmadığı kendi döneminde ictihad ve kıyasa ehil olmayan fakihlerin, yolunu takip ettikleri imamın mezhebinde yerleşmiş usule göre meselelerin kategorilerini belirlemek amacıyla, onları benzer yahut ayrılan yönleriyle ele alma (tahrîc) ve bu işin üstesinden gelebilmek için de bu alanda kökleşmiş bir melekeye sahip olma ihtiyacı duyduklarını kaydettikten sonra o devirde fıkıh bilgisinin bu meleke anlamına geldiğini belirtir.

İlimlerin tasnifini konu alan klasik eserlerin çoğunda nisbeten daha ayrıntılı disiplinlere yer verildiği halde ayrı bir ilim dalı olarak furûktan söz edilmez. Bu sebeple furûk hakkındaki bilgilere, bu alanda ortaya konan literatürün incelenmesi yoluyla ulaşılması daha da önem kazanmıştır. Zerkeşî (ö. 794/1392), fıkha dair ilim dallarını on kısma ayırarak cem' ve farkı bilmeyi bunlardan biri sayar. İbn Nüceym, el-cem' ve'l-fark ile furûk ilmini eşbâh ve nezâirin ayrı birer dalı olarak ele alır. Sıkça vuku bulan, fakihin bilmemesinin çirkin olacağı meseleleri anlattığını söyleyip "el-cem' ve'l-fark" diye adlandırdığı kısımda genel hükümleri, "fennü'l-furûk"ta ise fer'î hükümleri inceler. Bu ince bir ayırım olmakla birlikte genel teamül her iki türü de furûk diye adlandırma yönündedir. Öte yandan Fâdânî furûku cem' ve fark ilminin bir türü sayar.

Schacht'ın da ifade ettiği gibi furûk ile fıkıh literatürünün diğer dalları arasında bir sınır belirlemek bazan güçtür. Bunun sebebi, kısmen konunun kendisi ve önemli ölçüde de bu çerçevede oluşan literatürün bir bölümünün yalnız furûku işlemesine karşılık diğerlerinin sahayı aşmalarıdır. Böyle olmakla beraber işin ölçüsü, dış görünüm bakımından birbirine benzeyen, fakat tâbi tutuldukları hukukî değerlendirme itibariyle farklı olan meselelerin ele alınış şeklidir. Farklar ele alınırken İslâm hukukunun genel ilkelerine ve maksatlarına başvurulmuş, bu da ister istemez aralarındaki farkların kurallara bağlanmasına yol açmış ve belki de kavâid ilminin doğmasının başlıca âmili olmuştur. Bundan hareketle önce furûk literatürünün doğduğu ve onu kavâid literatürünün takip ettiği söylenebilir. Sonraları bu iki ilim dalı birtakım eserlerde bir araya getirilerek ve daha başka konular da eklenerek eşbâh ve nezâir literatürünün ortaya çıkmasına zemin hazırlanmıştır. Diğer taraftan birçok hîle-i şer'iyyenin bu gibi farklara dayandığı göz önüne alınacak olursa furûk ile hiyel literatürünün de çok yakın bir ilişki içinde olduğu söylenebilir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA