Benefşe ne demektir ?

Osmanlı döneminde önemli bir askerî üs ve kalabalık bir merkez iken bugün küçük bir köy haline gelen Benefşe (Menekşe), Mora yarımadasının parmak şeklindeki uzantılarından doğudaki dil ucunda, bağlantının sadece üzerinde açılır kapanır bir köprünün bulunduğu dar ve kumluk bir kanal vasıtasıyla sağlandığı etrafı denizle çevrili kayalıkların üstünde kurulmuştur. Düz kayalığın üstünde yer alan şehrin yalnız bir girişi olduğu için buraya Yunanca "tek giriş" anlamına gelen Monemvasia adı verilmiştir. Osmanlı coğrafyacısı ve denizcisi Pîrî Reis ise Venedikliler'in elinde bulunan bu kalenin Manevesiye'den bozma Menevaşiye ve Benefşe şeklinde anıldığını belirtir (Kitâb-ı Bahriyye, s. 293). Birçok hadiseye sahne olan şehir en parlak günlerini, Anabolu'nun (Nauplia) Venedikliler'in elinde olması yüzünden İstanbul'dan Bizans Morası'na girişin ana kapısı haline gelmesi ve ünlü bir korsan yuvası oluşu sebebiyle XIII ve XIV. yüzyıllarda yaşamıştır. Osmanlı hâkimiyeti döneminde ise önceleri stratejik öneme sahip bir kale ve küçük bir idarî birimin (nahiye) merkezi iken zamanla kalabalık müslüman nüfusun barındığı orta büyüklükte bir yerleşim yeri olmuştur. Bu dönemlerde iki parçalı bir şehir özelliği gösteren Benefşe'nin yukarı kesimi denize bakan bir düzlükte, aşağı kesimi ise kayalığın güney kıyısında denize doğru yönelen dar bir arazi parçası üzerinde bulunuyordu. Yukarı şehir XIX. yüzyıl başlarından itibaren terkedilmiş olup bugün "hayalet şehir" haline gelmiştir; aşağıdaki kısım ise küçük bir balıkçı köyü durumundadır.

Şehir Bizans İmparatoru Maurikios zamanında 582-583 tarihlerinde kuruldu. 1204'te Bizans Morası'nı ele geçiren Guillaume de Villehardouin idaresindeki Frank Haçlıları tarafından üç yıllık bir abluka ve kuşatmadan sonra ancak 1248'de zaptedilebildi. 1259'da Pelagonia Antlaşması'yla yeniden Bizans idaresine girdi. Bundan sonra 1430'da Balyabadra'nın (Patras) zaptı ile sonuçlanacak olan Mora'nın Bizanslılar tarafından yeniden alınması sırasında bir Bizans üssü ve ileri karakolu olarak önemli rol oynadı. Bu sırada, Bizanslılar'ın Anadolu'dan getirttiği ücretli Türk asker grubu, şehre ayak basan ilk müslümanlar oldu (1263). XIV. yüzyılın sonlarında ise İzmir'de üslenen Aydınoğlu Gazi Umur Paşa idaresindeki Türk korsanları buraya hücum ve akınlarda bulundular. Bu hücumdan bahseden Düstûrnâme-i Enverî şehrin adının ("Monavasyā" = مونوثيا) geçtiği ilk Türk kaynağıdır (s. 31, 36, 98).

Kantakuzenos ve Despot Theodoros arasındaki iç mücadele sırasında şehrin mahallî beylerinden Paul Mamonas bağımsızlığını ilân ederek buraya hâkim oldu. 1391-1392'de Theodoros onu buradan kovduysa da Mamonas 1384'te Osmanlı askerlerinin de desteğiyle geri döndü. Hatta şehirde bir süre Osmanlı askerleri dahi bulundu. 1462'de Fâtih Sultan Mehmed'in Mora harekâtı buraya uzanamadı ve şehir papanın himayesini kabul etti. Fakat bundan kısa bir süre sonra 1463-1479 Osmanlı-Venedik savaşları devam ederken papalıktan Venedik idaresine geçti. 1479 Osmanlı-Venedik antlaşmasıyla Benefşe ve doğu uçta yer alan küçük Vatika Kalesi Venedikliler'de kaldı. 1499-1503 Osmanlı-Venedik savaşlarında Osmanlılar Modon, Koron ve Navarin'den başka Vatika'yı da ele geçirdiler. Böylece yarımada ile bağlantısı tamamen kesilen Benefşe, etrafındaki kayalıkta hiçbir şey yetişmediği için bütün yiyecek ihtiyacını deniz aşırı ithalâtla karşılamaya başladı. Osmanlılar ise Vatika'yı bir kale şekline getirdiler. 1528'de burada hepsi Türk olan otuz altı kale muhafızı ve bunlara yardımcı on beş Rum askeri bulunuyordu.

Benefşe ve Anabolu nihayet 1537-1540 Osmanlı-Venedik mücadelesini sona erdiren 1540 antlaşmasıyla Osmanlılar'a bırakıldı. Venedik askerleri, topçuları ve sivil nüfus 24 Kasım 1540'ta şehri terketti; ertesi gün Venedik Podestası Antonio Garzoni burayı Mora sancak beyi Kasım Paşa'nın adamlarından Yûnus Bey'e teslim etti. Benefşe'nin teslimi hususunda, aralarında, barış görüşmelerine katılmış ve çok önemli rol oynamış olan Lutfî Paşa'nın da yer aldığı devrin Osmanlı tarihlerinde çok az bilgi bulunmaktadır. 1540'tan sonra sistemli bir idarenin kurulmasıyla, vaktiyle şehri terketmiş olan eski Rum ahalinin bir kısmı geri döndüyse de Benefşe ticarî önemini kaybetti. 1540-1570 yılları arasında Mora sancağının bir parçası iken bu son tarihte, İnebahtı felâketi sonunda yeni teşkil edilen Mezistra (Mistra) sancağına bağlandı ve bir kaza merkezi haline geldi. 981 (1573-74) tarihli bir icmal defterine göre Benefşe'de tamamı müslüman 104 asker ile altı topçu kale muhafızı olarak bulunuyordu. 1583'te şehirde 320 hâne hıristiyan sivil nüfus yaşıyordu ve bu rakamlara göre askerlerle birlikte şehrin toplam nüfusu 2000'e ulaşmıştı. Bu son tarihte keten, zeytinyağı, şarap vergilerinin varlığı şehrin ekonomik bir canlılık kazandığına da işaret eder. 1300'lerde Bizans İmparatoru Andronikos tarafından kurulan Ayasofya Katedrali 1540'tan sonra camiye çevrilerek Fethiye veya Sultan Süleyman Camii adıyla anıldı.

1645-1669 Girit savaşları sırasında Venedikliler burayı almaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar (1653). Bu teşebbüsten sonra deniz kıyısındaki aşağı şehrin etrafı surlarla çevrildi. Evliya Çelebi bu surların IV. Mehmed tarafından yaptırıldığını belirtir. Savaş sırasında Benefşe'nin tehlikeye açık ve kritik mevkii, buradaki asker sayısının çokluğu ile de anlaşılmaktadır. Nitekim 1669-1670 tarihli bir Osmanlı bütçesine göre burada 523 asker ve topçu bulunuyor, maaşları şehir civarından elde edilen gelirlerden, cizye vergilerinden ve liman gümrük rüsûmundan karşılanıyordu. 1667'de Girit'e giderken buradan geçen Evliya Çelebi bu sırada şehirde bulunan İslâmî eserler hakkında da etraflı bilgiler verir. Onun kaydına göre Fethiye Camii'nden başka yukarı şehirde Derviş Ağa Camii vardı. Aşağı kesimde ise kubbeli iki cami, iki mescid, iki medrese ve iki mektep yer alıyordu. Ancak medreseler 1670 tarihli bir listede zikredilmemektedir. Ayrıca Evliya Çelebi'nin ev sayısı hakkında verdiği 2100 rakamı, kayalıklar üzerinde bu kadar evin bulunması mümkün olamayacağından şüphelidir.

1683-1684'te Benefşe dışında bütün Mora tamamıyla Venedikliler'in eline geçti. Şehir ancak 1690'a kadar dayanabildi ve on dört aylık bir kuşatmadan sonra düştü. 2000 Türk nüfus ve 300 asker burayı terketti. Bu ikinci Venedik hâkimiyeti sırasında birçok kilise inşa edildi, Osmanlı yapıları tahribata uğradı. 1715'te Vezîriâzam Damad Şehid Ali Paşa idaresindeki Osmanlı kuvvetlerinin Mora'yı yeniden zaptı sırasında Benefşe de teslim alındı. 1716'da bir Osmanlı tahrir heyetinin yaptığı sayımda burada 114 yetişkin hıristiyan erkek nüfusun yanında üç de Türk aile tesbit edilmişti. XVIII. yüzyılda şehir toparlandı ve bir kaza merkezi haline geldi, ayrıca burada bir de piskoposluk kuruldu. XIX. yüzyılın ilk yıllarında burayı ziyaret eden Pouqueville şehrin 2000 kadar Türk ve Rum nüfusu olduğunu yazar. 1805'te gelen W. M. Leake ise yukarı kesimde elli ev, aşağıda 300 ev bulunduğunu belirterek bunların hemen hepsinde Türkler'in oturduğunu kaydeder. Gerçekten de 1770'te Mora'nın Rus işgaline uğramasından ve Rum isyanından önce şehirde 150 Rum aile yaşarken bu iki olay sırasında Rumlar Anadolu'ya ve adalara göç etmişler ve özellikle Batı Anadolu'da geniş arazilere sahip âyanlar tarafından insan gücü açığını kapatmak üzere ziraat sahalarına yerleştirilmişlerdi.

Yunan isyanı sırasında oldukça sıkıntılı günler yaşayan, açlık ve yokluğa mâruz kalan şehir dört aylık bir kuşatma sonucu şartlı olarak teslim oldu (1821). Şehirdeki 500-700 kadar Türk nüfusu gemilerle Anadolu'ya nakledildi. Savaştan ve Türk göçünden sonra şehir hızlı bir düşüş gösterdi ve bir daha da kendini toparlayamadı. 1858'de Atina'daki İngiliz elçisi Thomas Wyse burayı ziyaret ettiğinde 100 kadar Rum ailenin yaşadığını görmüştür. Aşağı kesimdeki evlerin yarısı harap durumda, yukarı kesim ise tamamıyla terkedilmiş haldeydi. Gerilemesi XX. yüzyılda da süren Monemvasia zamanla tam bir "hayalet şehir" haline geldi. 1961 sayımı sırasında burada sadece seksen iki kişinin yaşadığı tesbit edilmişti. Son on yılda kayalığın karşı tarafında anakara üzerinde bir balıkçı köyü olarak gelişme gösterdi ve turizm sayesinde de yeniden bazı inşa faaliyetlerine girişildi. Bugün aşağı kesimde mimari özelliği olmayan bir cami, birkaç harap çeşme, IV. Mehmed dönemine ait surlar ayakta kalmıştır. Daha sonra Sultan Süleyman Camii haline gelen eski katedralin mihrabı, terkedilmiş durumdaki yukarı şehirde yer almaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA