İlâhî buyruklara aykırı davranma anlamına gelen bir terim Dalalet

Dalâl veya dalâlet masdarları sözlükte "kaybolmak, telef olmak, şaşırmak ve yanılmak" gibi mânalara gelmekle beraber asıl anlamları "bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan az veya çok ayrılmak, azmak ve sapmak"tır. Bu temel mânadan hareketle dalâlet mecazi olarak "akla, duyulara ve gerçeğe aykırı ilkeleri benimsemek" karşılığında da kullanılmıştır. Genellikle "maksada ulaştıran yolu bulamamak, istenen sonuca götürmeyen bir yola girmek" veya "istenen her türlü neticeye ulaştırıcı yoldan ayrılmak" şeklinde tarif edilen dalâlet daha çok "dinî yoldan sapmak" anlamında kullanılır (et-Taʿrîfât, "Ḍalâlet" md.; Tehânevî, Keşşâf, "Ḍalâl" md.).

Din ve cemaatin ayrılmaz bir bütün olarak telakki edildiği ilkel topluluklarda din-dünya ayırımı olmayıp ferdin bütün hayatı topluluk içinde geçtiğinden bu topluluklarda farklı inançlarla ilgili kesin bir değerlendirme yoktur. Ayrıca bu tür inanışlarda belirli bir dinî kurallar külliyatı bulunmadığı için kesin bir hidâyet-dalâlet ayırımı da yapılmış değildir. Dolayısıyla böyle topluluklarda millî bünyeye zarar vermediği, cemaatin bütünlüğünü ihlâl etmediği sürece başka dinlere karşı müsamaha gösterilir. Ne var ki topluluk kurallarına uymamak bir suç sayıldığından aksi bir davranış içinde bulunan kimseler ancak bazı arınma törenlerinden sonra yeniden topluluğa kabul edilirlerdi.

Genel olarak dalâlet, kamu vicdanında yer etmiş inanç ve düşüncelere ters düşen her türlü akîde ve düşünceyi ifade etmektedir. Diğer bir söyleyişle dalâlet, mutlak hakikatin, gerçek kurtuluşun sadece kendilerinde olduğunu iddia eden belirli dinlerin başka inanç ve düşünceler için kullandığı bir kavramdır. Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmak amacıyla belirli ilke ve kurallar koymuş olan bu dinler, inanç ve davranışları bu ilkelere göre değerlendirdiklerinden farklı tavır ve uygulamaları dalâlet olarak nitelendirmişlerdir.

Klasik Hindu din felsefesi, dinleri âstika (doğru inancı ihtiva eden) ve nâstika (bâtıl inancı temsil eden) olmak üzere ikiye ayırmakta, Caynizm, Budizm ve materyalist fikirleri nâstika olarak kabul etmektedir. Hindu dininden sapan birinin yeniden dine kabul edilmesi için bir Brahman'ın yönettiği tören ve âyinle arındırılması gereklidir. Budizm'de ise dinî kuralların kesin tesbitine kadar hidâyet ve dalâletle ilgili ölçüler günün anlayışına ve politik liderlerin kararına bağlıydı. Kuralların kesin tesbitinden sonra ise genelde Budist kanunlara uymayan kişilerin dalâlette olduğu düşünülmüştür. Budizm'de diğer dinlerin değerlendirilmesi söz konusu olmadığı için gerek doğru inanç ve uygulama gerekse dalâlet nitelemesi dinin kendi iç bünyesiyle ilgiliydi.

Yahudilik'te dalâlet, Tanrı'nın Hz. Mûsâ'ya bildirdiği ilâhî kurallara uymamak ve onlara karşı çıkmak şeklinde düşünülmüştür. Hz. Mûsâ'nın, "Senin önüne hayatla ölümü, bereketle lâneti koyduğuma gökleri ve yeri bugün şahit tutuyorum; bunun için hayatı seç" (Tesniye, 30/19) anlamındaki sözleri hem insanın dilediği yolu seçmekte hür olduğunu, hem de hayata karşı ölümü, berekete karşı lâneti seçenin dalâlette bulunduğunu ifade etmektedir. Yahudi kutsal kitabında sahte peygamberlerin yolundan giden, şeriatın yasakladığı fiilleri işleyen, putperestlik âdetlerini yaşatan kimseler Tanrı'nın gözünde "kötü olanı yapanlar" şeklinde suçlanmıştır. Ezrâ döneminde Yahudiliğin evlilikle ilgili kurallarını çiğneyenler mâbed ve cemaatten ihraç edilmişlerdir. Ahd-i Atîk'te, "Doğruların kemali kendilerine yol gösterir, fakat hainlerin sapıklığı kendilerini helâk eder" denilerek (Süleyman'ın Meselleri, 11/2) bu tip insanlar "kötü adamlar, hainler" olarak nitelendirilmektedir. Bunlara ayrıca "dinsiz" (Eyub, 8/13; 13/16; Süleyman'ın Meselleri, 11/9), "sefih" (Eyub, 5/3), "Allah'ı unutanlar" da (Eyub, 8/13) denilmektedir.

Yahudilik'te Sünnî (Ortodoks-doğru inanç sahibi) olanlar dışındaki kimseler genelde "sapık, dalâlette olan" anlamında İbrânîce min terimiyle ifade edilmişlerdir ki Yahudilik iman esaslarını tertip eden Mûsâ b. Meymûn bunların şu beş gruptan oluştuğunu belirtmektedir: Tanrı'yı reddedenler, birden fazla tanrıya inananlar, Tanrı'ya çeşitli şekillerde ortak koşanlar, Tanrı'nın ilk yaratıcı olduğunu reddedenler ve kendileriyle Tanrı arasında aracı saydıkları yıldızlara tapanlar. Diğer taraftan yahudi din bilginleri bu tür insanları belirtmek için "Epikurosçu" tabirini de kullanmışlardır. Yine Mûsâ b. Meymûn'a göre bunlar peygamberliği kabul etmeyenler, Hz. Mûsâ'ya gelen vahyi tartışanlar ve insanların fiillerini Tanrı'nın tayin ettiğine inanmayanlardır. Öte yandan doğru inancın dışındakileri ifade eden kâfirim ise Tevrat'ın lafzan vahiy olduğunu inkâr edenler, geleneği reddedenler ve Mûsâ şeriatının başka şeriatlarla neshedildiğini savunanlar şeklinde açıklanmıştır.

Hıristiyanlık'ta dalâlete düşmek, teolojik konularda kabul görmeyen fikirleri savunmak demektir. Hıristiyan olduğu halde resmî inanca aykırı görüşler benimseyen kimse dalâlete düşmüştür, hıristiyan olmayanlar ise kâfirdir. Bununla birlikte Hıristiyanlık'ta doktrin ve teolojiyle ilgili esaslar nihaî şeklini alıncaya kadar dalâlet kavramı zamana göre değişmiş, önceleri doğru ve gerçek kabul edilen bazı inanç ve uygulamalar daha sonra dalâlet olarak nitelendirilmiştir. Kilisenin kurumlaşmasıyla birlikte dalâlet kavramı daha kesin bir anlam kazanmış, kilisenin resmî yorumu dışındaki her tür düşünce ve inanç dalâlet olarak damgalanmıştır. Bunları "tanrısız" veya "kâfir" olarak niteleyenler de vardır. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Nikolaîler (Vahiy, 2/6-15), daha sonraki asırlarda gnostisizm, Markionizm, Montanizm, Monarkhianizm, Manişeizm, Aryanizm, Apollinarizm, monofizizm ve Nestorianizm resmî kilisece dalâlette sayılan gruplardır. Ortaçağ hıristiyan dünyasında dalâlet nazariyeden ziyade uygulamayla ilgili meselelerden kaynaklanmıştır ve genelde Avrupa menşelidir. Cathar ve Bogomil hareketleri bu türdendir.

Diğer taraftan Hıristiyanlık'ta kişinin dalâlete düşmesi kendi hür irade ve seçiminin neticesidir. Hz. Îsâ'nın, "Dar kapıdan girin, zira helâke götüren kapı geniş ve yol enlidir ve ondan girenler çoktur. Çünkü hayata götüren kapı dar ve yol sıkışıktır ve onu bulanlar azdır. Peygamberlik iddiasında bulunanlardan sakının..." (Matta, 7/13-15) sözü de kişinin iyi veya kötüyü seçmekte serbest olduğunu göstermektedir. Kilisenin bu konudaki görüşü kişinin fiillerinde hür, iyi ve kötüyü seçmede serbest olduğu, dolayısıyla da sorumluluk taşıdığı şeklindedir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA