Buna rağmen insanlar akın etti. Final maçları, yarı final maçları Center Court'ta oynadı. Televizyon zaman zaman Center Court'un etrafını gösteriyordu. Binlerce... İçerdekinden fazla insan dışarıda... Bir ekran kurulmuş ve sermişler yerlere oturmuşlar.
Evinde televizyon varken, klimalı bilmem neli odası varken, oturup rahatça izleme imkanı varken para verip Wimbledon parkına gidiyor, oraya yerleşiyor, orada yediği içtiği her şeye para ödeyerek seyrediyorlar. Sadece 'Ben ordaydım' ruhunu yaşamak, Center Court'tan gelen sesleri duymak için...
Ben bunu ilk 1984 Olimpiyatları için Los Angeles'a gittiğimde gördüm. Açılış törenine Coliseum'un etrafı binlerce insanla sarılmıştı. İçerde 80 bin var, dışarıda 100 bin kişi... Rahmetli Kazım Baba'ya, 'Bunlar manyak mı!' dedim. O zaman dışarıda ekran kurma falan da yok. Öyle seyyar televizyonlar da yok, radyodan dinleniyor.
Evinde oturup televizyondan seyretme yerine o havayı yaşamak için tribünün çevresine gitmiş insanlar. Spor seyircisi bu, sporseverlik bu, spor ruhu bu...
20 Yaş altı Dünya Kupası oynanıyor, Türk takımı oynuyor, çok kritik bir maç oynuyor, o maçı kazanamazsa elenecek milli takım ve biletler 5 lira... Ama Trabzon gibi bu ülkenin en büyük futbol kentlerinden birinde tribünler bomboş. Gelenler de Fenerbahçeli Salih'i yuhalamak için gelmişler, milli takımı alkışlamaya değil!
Şimdi bana hala diyorlar ki 'Bu ülke olimpiyat yapar.' 'Olimpiyat yapar' diyenlerin Center Court'un dışında toplanmış binlerce İngiliz'i görmesi lazım. Bunun için Londra, ikinci defa yapıyor olimpiyatları... Adamın seyircisi sporun ruhunu yaşamak istiyor. Bizim haberimiz yok!..
Dediğim gibi kötü bir Wimbledon turnuvasıydı. Ama adam 'Bu dünyanın bir numaralı tenis turnuvasıdır. Ben orada olmalıyım, görmesem de orada olmalıyım' diyor.
Tabii Britanyalılar için de hoştu. 77 yıl sonra bir Britanyalı tenisçi, Wimbledon'u kazandı.
Gazetelerimiz 'İngiliz' diyorlardı da... İskoçyalılar, Allah'tan Türk gazetelerini okumuyorlar yoksa gazeteyi basarlardı. Çok sıkı İskoç milliyetçilerinden Andy Murray...
Bu arada engelli basketbolculara, Türk medyasının gösterdiği yakın ilgiye teşekkür ederim! Ne kadar güzel medyamız günü gününe takip etti, ne kadar güzel maçları verdi, röportajları verdi! Harikaydı! Yani inanamadım meğer Türk medyası ne kadar engelli sporuna meraklıymış!
Allah'tan, Almanya'da bir arkadaşım var, durmadan bana mesajla anında haberleri yolluyordu.
Açmak istemiyorum! Palavra, palavra, palavra transfer haberleri... Tekerlekli Sandalye Basketbol Avrupa Şampiyonası'ndan satır haber yok! Gazete başı yüz tane, binlerce transfer haberi yazıyorlar. Bunlardan bir tanesi hasbelkader tuttuğunda da 'Haber bizde okunur' diye klişe basıyorlar, utanmadan sıkılmadan! 999 yalana karşı bir tane tutturdular, 'Haber bizde okunur' diyorlar. Niye? Onlar vermişmiş! Veremediklerin, verdiklerin içinde yalan çıkanlar ne! Spor sayfaları iğrenç bir hal alıyor transfer sezonunda...
Oysa dünyada ne güzel sporlar yapılıyor. Bir olağanüstü cumartesi ve pazar geçirdim evden çıkmamacasına... Diamond League var, Alman Grand Prix'i var, Fransa Turu var, bir de Wimbledon var ve bunların hiçbiri Türk spor medyasında yok!
Bir yığın palavra 'Galatasaray şunu alacak, Fenerbahçe bunu alacak, Beşiktaş ötekini alacak' diye... Akıllarına gelen herkesi yazıyorlar ki atlamış olmasınlar. Sokaktan geçerken şurada kör dilenci var ondan bir laf duysa gelip gazeteye manşet koyacaklar 'Geliyor' diye. Çünkü yalanın hesabını soran yok Türk medyasında maalesef... Ama bütün o yalanlardan bir tanesi tuttu mu 'Vaay biz verdik bak!' diye alkışlıyorlar.
Şu müthiş spor hafta sonuyla ilgili Türk spor sayfalarında doğru dürüst tek satır yayınlanmadı!
Ondan sonra olimpiyat yapacakmış!..