Yeme-içme olmadan bir seyahate, seyahat demem ben. Sabahtan akşama kadar sokak sokak gezen, yorgunluktan kendini otel odasına zor atanlardan değilim. Biraz gezerim, gözüme kestirdiğim tatlı bir kafede soluklanır kahvemi içerim, biraz daha dolaşır, mis kokular gelen bir restoranda alırım soluğu... Yani günlük yaşamın aksine plan yapmadan, akışta kalırım seyahatlerde...
Birazdan anlatmaya başlayacağım kesinlikle akışta kaldığım bir rotaydı. Avignon'dan başlayayım anlatmaya... Sonra işin en lezzetli kısmına geçeceğim. Avignon, Ren Nehri kıyısına kurulmuş bir Orta Çağ kenti. Sanki zamanı geriye sardık, günümüzü de surların gerisinde bıraktık gibi hissettim kısa süreliğine de olsa... Surların dışında modern hayat, içinde tarih... Surların dışında trafik, içinde alabildiğine geniş meydan. Meydanı seyreden kafelerde, insanları izlemekse surların içinde olmanın hediyesi... Ve tabii ki her seyahatin klasiği sokakta kaybolmalar da olmazsa olmazlardan... Gelelim gezimizin en iştah açan bölümüne, lezzet duraklarına: Fransa'nın üzüm bağlarıyla ünlü rotalarından biri Chateauneuf-du-Pape... Avignon'a yarım saat uzaklıkta... Biz bölgede bulunan Chateau Fines Roches'da yedik öğlen yemeğimizi.
Ünlü şeflerin harikalar yarattığı gurme bir restoran burası. Yemek siparişinizin gelmesi bir saati buluyor ama gelen bir yemek değil sanat eseri. İnsan yemeğe kıyamıyor. Ana menüden et ya da balık neyi tercih ederseniz edin, hepsi lezzetli... Gündüz gözlerimiz ve midemiz bayram ettikten sonra akşam için beklentimiz epey yüksek haliyle... Bu kez Avignon surları arasında bir otelin restoranına günler öncesinden yapılan rezervasyonumuz için yol alıyoruz. La Mirande... Ve tabii ki atmosferi anlatmaya kelimeler yetersiz. Mevsimsel ve organik bir mutfağa sahip La Mirande'de yemeğin ve sohbetin keyfi bir başkaydı... Güney Fransa'nın en leziz örneklerinin bulabileceğiniz bu restoranda kerevitli tavşan spesiyalleri arasında. Avignon civarında gezilecek o kadar güzel köyler var ki...
Bunlardan biri de Provence kırsalının en güzel manzarasına sahip Gordes. 12'nci yüzyıldan kalma görkemli Orta Çağ dönemi kalesini görmek, daracık sokaklarda Fransızlarla selamlaşmak, küçük bir kafede oturup kahve yudumlamak... Hayat daha ne kadar güzel olabilir! Gordes kadar etkileyici bir diğer nokta Luberon Vadisi'ne yerleşik Menerbes... "Tüm bu köy yolları arasında mor lavanta tarlalarını görmek şahane" diyebilirdim ama maalesef mevsiminde gitmediğimiz için göremedik... Olsun bu mevsimde de harika bu rotalar... Bu keyfi lezzetli bir öğle yemeğiyle taçlandırmanın tam sırasıydı. Bastide de Marie gizli kalmış bir mekan... 18'inci yüzyılda inşa edilen tarihi bir evin ve muhteşem bahçesinin içinde yer alıyor. Butik bir otel olan La Bastide de Marie'nin restoranı, Provence tarzını yansıtan stili ve bölge mutfağına ait yemekleriyle ünlü... Ben harika bir makarna yedim. Ve gelelim gezinin belki de en unutulmaz restoranına... Rotamız Crillon le Brave... Fransa'nın güneyinde küçük bir kasaba olan Crillon Le Brave'de bulunan restoran, Hotel Crillon le Brave'ın içinde... Eşsiz bir manzaraya sahip. Yemeğe geçmeden önce terasta, müzik eşliğinde günü batırmak gibisi yok.