Ali Bayramoğlu

27 Mart 2015, Cuma

Sol meselesi…

Türkiye'de siyaset denilince sıkça siyasi iktidar akla gelir...
Oysa Türkiye'nin siyasi aktörler açısından ana sorununun muhalefet sorunu olduğunu düşünenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Bu doğal...
Zira demokratik siyasetin doğası fikri çoğulculuğu gerektiriyor.
Türkiye ise bu durumun çok uzağında...
Kendisini devlet yerine koyan, ideolojik krizlerden beslenen, ülke politikasına hemen hiçbir katkıda bulunmayan bir muhalefet siyasetinin egemenliği var.
Aslında bugün yaşadığımız tıkanıklığın temel nedenlerinden birisi bu...
Son yıllarda şu soruları sorduk:
Türkiye muhalefet meselesini çözebilecek mi? Kendisini ulusalcı olarak tanımlayan güruh dışındaki sol ya da sosyal demokrasi belini doğrultarak Türk siyasetine yeniden giriş yapabilecek mi?
Olmadı...
Bu soruları tekrarlamanın artık pek anlamı yok...
En azından solun belini doğrultmasının iç kavgalarını dışarıda, siyaset meydanında vereceği mücadeleden daha önemli gören, derin siyasetsizliğini rejim bekçiliğiyle örtmeye çalışan bir siyasi partiyle olmayacağı ortada...
Tersine, bu anlayış geldiğimiz noktada doğrudan bir şekilde otoriter zihniyeti, dolaylı olarak hakim parti sistemini besledi...
Sık tekrarlarız, bir kez daha vurgulamakta yarar var: Solun önünde aşması gereken iki büyük siyasi zihniyet meselesi var.
İlk sorun demokrasinin sadece karar mekanizmalarını oluşturmaya, meşru kararlar üretmeye yarayan, hukuk ve kural dünyasının içine sıkıştırılmış, formel özgürlüklerin çerçevesini belirleyen bir prosedür olduğu sanısı ya da takıntısıdır.
Başka bir deyişle, demokrasinin toplum-siyaset bağlarını oluşturan bir temel tavır olduğunu, bir siyasi varoluş ve eylem çerçevesine işaret ettiğini keşfetmek gereğidir.
İkinci sorun ise, bunun yapılabilmesi, toplum-siyaset bağının kurulabilmesi için sol zihniyetin kendi tasavvur ettiğinin dışında, onunla kesişmeyen bir toplumun varlığını kabul etmek meselesidir.
Bir başka ifadeyle toplumla kavga etmek, varolanı reddetmek üzerine kurulu, böyle olduğu oranda siyasetsizliğe mahkum bir tutumu terk etmek gereğidir.
Siyaset neyin yapılabileceği kadar, bunların neden ve nasıl yapılabileceğinin kamuoyuna anlatılmasıdır. Siyaset, sisteme yönelik değişikliklerin sisteme ait değerler içinden üretilecek cihazlarla, bu cihazların sağladığı meşruiyet ve katılım üzerinden sağlanması faaliyetidir.
AK Parti ve Tayyip Erdoğan'ı iktidara getiren aslında bu mekanizmadır.
Siyaset algısını refleksif ve sınıfsal tepkiler üzerine oturtan önemli bir seçmen kitlesi var Türkiye'de.
Sahicilik, halktan olma, ezilmişliğin-sıradanlığın temsili, haksızlık ve adaletsizlik merkezli tepkiler özellikle düşük gelirli kesimlerde ve orta sınıflarda siyasi tercihleri ve davranışları kuşatan, yönlendiren önemli girdiler.
Ancak görülmesi gereken hayati nokta, bu sınıfsal tutum unsurlarının daha çok sembolik ögelerle şekillenmesidir. Simgesellik üzerine kurulu sınıfsal yakınlıkların varlığıdır.
Bu noktada belirli projelere dayalı politik-ideolojik görüşlerin belirleyiciliğinden çok simgelerin, simgesel algıların kültür ve ekonomiyi ya da eziklik ve faydayı üst üste oturtan belirleyiciliği ön plandadır.
Bunları görmeden, anlamadan, yönetmeye talip olmadan Türkiye"de siyaset yapmaya kalkışılmasının hiçbir anlamı olmaz.
Olmuyor da...

SON DAKİKA