MERYEM GAYBERİ

MERYEM GAYBERİ

03 Ekim 2017, Salı

‘Kardeş kavgası’ isteyen kim?

Son günlerde sosyal ve konvansiyonel medyada adeta kampanyaya dönüştürülen bir 'çalışma' var. Ötekileştirici-kutuplaştırıcı bir dil medyaya hâkim oldu. Haberlerin içeriği önemli değil.

Her türlü sosyal konudan bir 'didişme', bir '2. Gezi', bir 'iç çatışma' çıkarma hevesindeki yayınlar oldukça yaygınlaştı. En basitinden; gün geçmiyor ki bir 'şortlu' veya 'başörtülü' kadın saldırıya uğramasın. Ya da ülkenin herhangi ücra köşesinde bir Atatürk heykeline saldırı olmasın.

'Şortlu-mini etekli kadın', 'Tecavüz-ölüm haberleri', 'Başörtülü kadın', 'Atatürk heykeli' hepsi birer sembol. Hepsi de toplumsal fay hatlarımızdaki çizgilerden birine tekabül ediyor.

Fay hatlarını kaşımak için sadece bu semboller de değil bir TEOG açıklaması, bir motorlu taşıtlar vergisi zammı, bir sokak hayvanının dramı, Suriyelilerin adının karıştığı bir olay, bir mafya çatışması, bir trafik magandası olayı, bir aile içi şiddet vs. bile 'toplumsal çatışma' çıksın diye adeta kampanyaya dönüştürülüyor.

***

Bu konuda 'küçük' gördüğümüz olaylar üzerinden bile milletin huzurunu kaçırmak, bizi birbirimize düşürmek için pusuda bekleyenler var. Sadece muhalif medyaya değil milli medyaya da bu konuda büyük görev ve sorumluluk düşüyor.

Türkiye, en az yarım asır geride bırakıldığı dünya siyaset sahnesinde "bağımsız" kimliği ile yer alma mücadelesi veriyor. Türkiye, son 15 yıldaki kalkınma hamleleri ile Afrika'dan Balkanlara, Uzak Asya'dan Ortadoğu'ya kadar gerilim alanlarında 'yumuşak güç' olarak kendine yer edinirken, medyanın da bir 'yumuşak güç' olduğunu ve 'kamuoyu oluşturma' sorumluluğu bulunduğunu unutmaması gerekiyor.

***

Mesela, Türkiye Cumhuriyeti devleti, bir beka meselesi olarak gördüğü IKBY'deki sözde referandum girişimine karşı bir devlet politikası ortaya koyuyor. Suriye ile 911, Irak ile 350 kilometre kara sınırımız var. Geçmişteki tecrübelerimiz, bu sınırlarda oynayacak bir taşın bile on binlerce masumun hayatına mal olacağını bize söylüyor. Fakat buradan bile "Türkiye Kürt düşmanlığı" yapıyor yalanıyla toplumsal kutuplaşma çıkarılmak isteniyor.

Ta Özal'lı yıllardan bu yana Saddam'ın yasaklarıyla Irak dışına bile çıkamayan Barzani ve Talabani'ye kırmızı diplomatik pasaport veren ülke Türkiye idi.

Türkiye, Halepçe katliamının ardından Irak'tan kaçan yüz binlerce insana kapılarını açmamış mıydı?

IKBY'nin, petrolünü satamaması, maaşları ödeyememesi, Bağdat'tan parasını alamaması vb. konularda da Türkiye'nin neler yaptığını en iyi IKBY yöneticileri bilir.

Dolayısıyla, zor günlerde yanında olduğu yöneticilerin, en başta kendi halklarını ateşe atmaktan kaçınmasını istemesi de en doğal hakkı Türkiye'nin.

Hem ne dedi önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan; "Türkiye, Irak'taki tüm kesimlerin güvenliği, huzuru, refahı için yaptığı çalışmaların, Kuzey Irak yönetimi nezdinde böyle karşılık bulmasının üzüntüsü içindedir. Bu süreçten ne Kürtlere, ne Araplara, ne Türkmenlere hayırlı sonuç çıkmayacağı çok açıktır. Konunun bir an önce suhuletle ve sağduyuyla çözümü en büyük arzumuzdur. Kuzey Irak yönetimi yaptığı yanlıştan dönme erdemini gösterdiğinde Türkiye, devleti ve milletiyle bu kardeşlerimizin yanında olmaya devam edecektir."

Bir kardeşin kendi kardeşlerinden bir talepte bulunması mıdır düşmanlık?

SON DAKİKA