Birleşmiş Milletler'in (BM) devamı olduğu 10 Ocak 1920'de kurulan Cemiyet-i Akvam'ı da eklersek Anglosaksonlar tam 105 yıldır dünyayı parmaklarında oynatıyor. Her yıl hemen her ülke küresel sistemin en büyük tiyatrosu konumundaki BM'deki rolünü oynamak için New York'a koşuyor. Koşmak zorunda. Çünkü sistemin dışında kalmanın maliyeti çok yüksek. Bazı ülkelerin kararlı direnişine rağmen statüko değişmiyor.
Bu yıl da dünya liderleri BM'nin 80'inci yıldönümü için ABD'ye akın etti. Gazze'deki soykırımın gölgesinde gerçekleşen toplantılarda en büyük çıkışı yine Başkan Erdoğan yapacak. Dünyanın geri kalanı yine susacak. Batılı sömürgeci sistemin en etkili aparatı olan BM'nin dayattığı kaderi kabul edecekler.
Unutmayalım ki bu dünya Anglosaksonların dünyası. Zira BM'nin temellerini Halford John Mackinder gibi İngiliz jeopolitikçiler attı. Mackinder, 1919'da yayımladığı "Demokratik İdealler ve Gerçek" adlı kitabında Londra'ya Avrasya'yı "ulus devletlere, prenslik ve emirliklere" ayırarak bölünmüş hâlde tutmayı önerir.
***
Anglosakson emperyalizminin
"böl ve parçala" stratejisi kapsamında hayata
geçirilen BM, misyonunu şimdiye kadar
başarıyla yerine getirdi. Batılı statüko için
tehlike arz eden bütün büyük devletler ve
medeniyetler
"devletçiklere" bölünerek
BM'nin üyesi yapıldı ve boyunduruk altına
alındı.
Bu bağlamda 80 yıllık BM, birleştirmekten ziyade dünyayı ayrıştıran, parçalayan ve çatıştıran bir işleve sahiptir. Dünya
etnik, mezhebi, ideolojik, sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyde ayrıştırılarak çatışmalar süreklileştirildi. Sözde amacı barış ve istikrarı sağlayıp korumak olan BM, anlaşmazlıkları kronik birer soruna dönüştürdü.
Kıbrıs müzakerelerinden Filistin "barış süreci"ne, Darfur'dan
Lübnan'a, Kamboçya'dan Kolombiya'ya,
Haiti'den Ruanda'ya, Kongo'dan Yemen'e
ve
Keşmir krizinden Burma'daki Arakan sorununa kadar hemen her siyasi,
askeri veya insani meselede BM, çözüm
yerine sorunları daha da derinleştiren
emperyal bir mantıkla hareket etti, ediyor.
Bunun en somut kanıtı iki yıldır
Gazze'de süren barbar soykırımdır. BM hep siyonistlerin soykırım, tehcir, etnik temizlik ve işgal politikalarını meşrulaştıran bir kurum olarak davrandı
. 1947'de bizzat BM'nin kendisi Filistin devletini tanımadı ve Filistin topraklarını ikiye böldü. 14 Mayıs 1948'de ilan edilen İsrail devletini ise hemen tanıdı.
***
İsrail kurulduktan sonraki altı gün içinde
800 bin Filistinliyi etnik temizliğe tabi tuttu.
Nekbe (Büyük Felaket) denilen bu sürgünün hesabını sorması gereken BM, bunun yerine 11 Mayıs 1949'da İsrail'i üye kabul ederek ödüllendirdi.
Peki, 76 yıl önce İsrail devletine izin veren
BM neden Filistin devletini hâlâ tanımıyor? Oysa Filistin'i tanıyan ülke sayısı giderek artıyor. Son olarak
Fransa, İngiltere, Belçika, Kanada ve Avustralya'nın da aralarında yer aldığı 10 ülke daha Filistin'i tanıdı.
BM üyesi 193 ülkeden 157'si Filistin devletini kabul etmesine rağmen
Filistin hâlâ BM'ye tam üye olamıyor. Çünkü BM'nin Filistin'i tanımasında çoğunluğun değil BMGK üyesi beş ülkeden biri olan
ABD'nin vetosu daha belirleyici. Nitekim dün toplanan BM,
Filistin'i sadece gözlemci üye olarak kabul ediyor. ABD, Filistin Devlet Başkanı
Mahmud Abbas ve diplomatik heyetine vize vermedi. BM toplantılarına gelemediler.
Hâliyle
BM tiyatrosu yine devam ediyor. Bütün dünya İsrail ve ABD'nin barbar soykırımını önleyemiyor. Hâsılı kelam, soykırımın gölgesinde toplanan BM bu mantıkla değil 80 yıl, 180 yıl da geçse
sadra şifa bir adım atamayacaktır. Zulmü önleyip barış ve istikrarı tesis etmek yerine ırkçılık ve soykırım üretmeye devam edecektir. Maalesef
küresel tiyatronun senaryosu böyle yazılmış.