Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖMER KARAHAN

Sanatçılar, toplumun anne ve babalarıdır

Bayram röportajı için yaşadığı semt olan Cihangir’de buluştuğumuz oyuncu Haluk Piyes, önemli mesajlar verdi: Dünyada ırkçılık olayları arttı. Bir çocuk ırkçı doğmaz, bu ona bazı şeylerin yanlış öğretildiğinin göstergesi. Sanatçılar, toplumun anne ve babalarıdır. Bir çocuk yanlış eğitilmişse, ebeveynlerinin yapamadığını yapıp ona sarılmalıyız

Aktör Haluk Piyes ile bayram öncesi yaşadığı semt olan Cihangir'de buluştuk. Cihangir Erkek Kuaförü'nde bayram tıraşı olduktan sonra dükkanın önüne oturup çayımızı yudumladık.
24 yıldır oyunculukla uğraşan, Piyes, bilinmeyenlerini anlattı...
- Unutamadığınız bayram anılarınız var mı?
Bizde bayram namazından sonra hep beraber kahvaltı yapılır. Ama ben Almanya'dan Türkiye'ye gelince biraz gurbetçi gibi oldum çünkü ailem İstanbul'da değil, Tarsus'ta. Özlüyorum onları ama burada da esnaf arkadaşlarım var; aile gibiler...
- Cihangir esnafıyla ilişkiniz, alçak gönüllülüğünüz; pek alışık olmadığımız için bize ilginç geliyor.
Normali bu bence. İnsan, başkalarına muhtaçtır zaten, doğumundan ölümüne kadar. Dünyada ırkçılık olayları arttı.
Geçen yıl 1317 gurbetçi, kundaklamaya maruz kalmış. Bir çocuk doğuştan ırkçı olamaz. Bunlar eğitimle ilgili, bu ona bir şeylerin yanlış öğretilmesinden dolayı.
Bir insan, sadece kendi statüsündekilerle haşır neşirse, bu ona bir şeylerin yanlış öğretilmesinden dolayıdır. Birisi; bir komiyle ya da çırakla konuşmuyorsa, orada büyük hata vardır. O zaman doğru dürüst sanatçılar yetişmez. Sanatçı; toplumdaki yaraları bilen ve gösteren kişidir. Ötekileştirmenin de mantığı yok; yarın bir gün, evladının okulda kimin yanına oturacağını bilmiyorsun.
Eğer bir çocuk zararlı şekilde eğitildiyse, belki de babasının yapmadığını yapıp sen ona sarılacaksın. Sanatçılar da toplumun anne-babalarıdır. Anne-babalar, çocukların süper kahramanlarıdır. Şimdi ebeveynler, çalıştıkları için evde çocuklarına pek vakit ayıramıyor. Dolayısıyla o süper kahramanın yerini TV'deki kahramanlar alıyor.

- Bunlar, günümüzün sorunları öyle değil mi?
Taş devrinde de sorunlar vardı. İnsanoğlu hep mücadele ediyor. Yaradan'ın karşısına çıktığımızda; 'Sen insanlık için, börtü böcek için ne yaptın? Kediye, köpeğe su verdin mi?' diye sorulacak.
Bir elbise alırsın, bir hafta sevinirsin ama başka birine, topluma faydalı olmak, bir ömür boyu haz verir. Farklı inançlar, mezhepler ve etnik kökenlerle, barış içinde yaşamak rüya olarak kalmamalı.
Bunun bir de ticari versiyonu çıkmış;
'Bulaşıkçıyken milyoner olabilirsin' deyip adını Amerikan rüyası koymuşlar.
Sadece tüketime dayalı hayat tarzı büyük problem.
- Bu konuyla ilgili film yaptınız...
Evet, 'Anadolu Rüyası' adında. Kışın vizyona girecek. Anadolu'nun köyünden babasıyla gurbete giden bir boksörün hikayesi... Amerikan rüyasını yaşayıp 'maddi şampiyon' olmak istiyor. Ama sonra köyüne geri dönüyor ve Anadolu'nun değerlerine sahip çıkmaya karar veriyor.
Biz Amerikan filmlerindeki şampiyonları anlatmayız. Önceden rahmetli Şamil Sam, en son da Avni Yıldırım gitti Amerika'ya.
Bizim maddi değil, çok sevdiğimiz manevi şampiyonlarımız var. Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Kartal Tibe için de geçerli. Tatar Ramazan'ı düşünün; manevi olarak haklıysan, zenginliğin bir önemi yoktur. Bizim kültürümüz farklı, her şeyi ABD'den kopyalayıp uygulamanın faydası yok.


- Hatalarımız ne sizce?
Bizim arabesk bir tınımız var. Bu arabesk tını; bu topraklarda yaşayan Ermeni, Kürt, Çerkez, Laz, Arap, kısacası herkeste var. Kendi kültürümüzü daha evrensel bir matematikle anlatmayı başarmalıyız. Mesela, adam bize Johnny Cash'i anlatırken biz inanıyoruz ama biz ona Müslüm'ü anlatınca inanmıyor.
Niye? Filmin tekniği kötü değil ama anlatım dili duygusal. 'Tüketelim, yağmacılık yapalım, cebimiz dolsun' dememek lazım. Eski filmler de ticariydi.
Kemal Sunal'lar, Metin Erksan'lar, 'Susuz Yaz'lar, hepsi çok büyük kitlelere ulaştı ama 'Belli bir entrikayı verelim, belli isimleri bir araya getirelim' demekle olmuyor. Dinamik hikayeler anlatırsak önümüzde kimse duramaz. Anlatım dilini geliştirip 'Türk filmi tarzı' oluşturmalıyız.
Kimliksiz bir toplum olmamamız lazım. Köklerini araştırmalısın; geldiğin yeri bilmelisin. 'Ben Fransa'yı da, Japonya'yı da çok seviyorum' diyebilirsin ama köklerini unutmamalısın.

GÜZEL AHLAK MİRASI BIRAKMALIYIZ


- Seminerler de veriyorsunuz. Yaşadığınız ilginç bir anınız var mı?
Almanya'da okuduğum hukuk fakültesinin amfisinde seminer verdim. Bu hayatı başaramayacağına inanan biri makalemi okumuş. "Şu an çocuk ve ergen psikiyatristiyim, master'ımı da Londra'da yaptım" dedi. "Siz şampiyonsunuz" dedim.
Kurduğumuz cümlenin kimi nasıl etkileyeceğinin farkında olmuyoruz.
Güzel ahlak mirası bırakmak önemli; çocuğa ev bıraktın, kötü alışkanlıkları varsa, bir haftada o ev kalmaz.

CİHANGİR'E MUHTAR ADAYI OLSAM SEÇİLİRDİM

- Cihangir esnafıyla aile gibi olduğunuzu gördüm.
Bizde statü yok, ideoloji ya da inanç ayrımı hiç yok. Gerçekten aile gibiyiz. Belki de muhtarlığa adaylığımı koysam, şu an maaş alırdım! Çok seviyorum buradaki insanları. Cihangir'de 13-14 yılım geçti. Bir yere gittiğimde evimin anahtarını esnafa bırakırım. Eve bakarlar, havalandırırlar. Çok güzel bir komşuluk, kardeşlik gelişti aramızda. Bu, İstanbul'da, özellikle de Avrupa Yakası'nda nadiren görebileceğiniz bir şey.
- Neden öyle düşünüyorsunuz?
İnsanlar, sabahları güne menfaat güdüsüyle başlıyor. Bir an önce para kazanmaları gerekiyor çünkü hayat şartları çok zor. Kiralar yüksek, yemek pahalı... Bir de kredi kartıyla uğraşıyorlar çünkü TV'de gördükleri o arabaya, o yata, kata ulaşmaya çalışıyorlar. İster istemez de bu çarkın içine giriyorlar. Arada beraber nefes almak çok güzel oluyor.

REKLAM YAPMADIĞIM İÇİN BİLİNMEZ AMA İNGİLİZCEM VE ALMANCAM ANA DİLİM GİBİ

- Kamera önü ve arkası işlerin dışında, bir sosyal danışmanlık işim var. Aile içi terapistliği de yapıyoruz.
- HBO kanalından teklif aldım. 'Succession' dizisinin bir bölümde Türk iş adamları giriyordu hikayeye. Ama takvimime uymadı. İnternetten izlemişler beni, demek ki bir evrensellik buldular bende. İngilizcem ve Almancam; Türkçem gibi... Bu çok bilinmiyor, kendi reklamımı çok iyi yapmıyorum ya da yanlış yapıyorum. Boksörü oynayınca kavgacı oluyor, 'Barut'u oynayınca psikopat oluyor.

COPPOLA'NIN SETİNDE STAJYERDİM

"Los Angeles'ta AFI'da üç sene senaryo ve yönetmenlik, New York'ta Actors Studio'da ve Los Angeles HAW'da oyunculuk eğitimi aldım. Senaryo yönetmenliği yaptığım bilinmez. Francis Ford Coppola'nın setinde stajyerdim. Gus Van Sant, benim senaryo editörümdü.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA