Kabul edelim ki sıcak gündemin tüm başlıkları bir şekilde gelip "seçim hesabına" bağlanıyor. Cumhur İttifakı'nın kararı belli, adayı net olduğu için 6'lı masa etrafındaki tartışma ve açıklamalar, siyaset borsasını bir hayli hareketlendiriyor. Şimdiye kadar kapalı devre gerçekleşen konuşmalar, aday belirleme baskısı ve kampanya döneminin dayatması nedeniyle daha fazla dışa vuruyor. Masadaki zoraki birlikteliğin anlatıldığı ölçüde mükemmel (!) olmadığı, algı yönetimi ile bir noktaya kadar getirildiği ve o sihirli ortak paydanın özünde yapay bir uzlaşmadan ibaret olduğu anlaşılıyor. Masanın ve artık deşifre olan yancılarının... Vakitlice pozisyon alma, aday belirleme gücü elde etme, -bırakınız rakiplerini- önce masa ortaklarını dize getirme stratejileri farklı mecralardan paylaşılıyor. Kulağına fısıldananları tv'lerde anlatanlar mı dersiniz, sosyal medya operasyonları ile yol almaya çalışanlar mı dersiniz?.. Ne ararsanız var! Belli ki 6'lı masa, Cumhur İttifakı ile yarışa girmeden evvel kendi içinde yıkıcı rekabeti yaşayacak.
Ve bu süreç...
Cumhurbaşkanı adayına razı edilen partilerin, bu rıza karşılığında milletvekili çıkarılabilecek illerden talep edecekleri kontenjan yüzünden bir hayli gergin geçecek.
İşin ilginç yanı ise...
Bu kadar toplantıya, taktik hamleye, gizli buluşmaya ve ayar verme odaklı beyanlara rağmen... Masanın görünen politik aktörlerinden ziyade, masayı kuran ve kamuoyu önünde donatan kayıt dışı aktörler hangi isim etrafında mutabakata varırsa, nihai karar o olacak!
Siyasette, hele hele seçim düzlüğünde rakiplerin durumu ve hazırlıkları elbette dikkate alınır. Ama mühim olan kendi oyun planınızı karşı tarafa ve geniş kitlelere kabul ettirme derecenizdir.
Herkesçe malûm olduğu üzere AK Parti'nin en büyük şansı, bizatihi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın siyaseti okuma ve seçmenin nabzını tutma biçimi. Daha açıkçası Erdoğan'ın "seçim kazanma" kabiliyeti.
Evet... Erdoğan siyasal markası ne kadar büyük avantaj olursa olsun, "Erdoğan lokomotifinin arkasına takılıp ağırlık oluşturan vagonlar" bir o kadar handikap yaratabiliyor.
Önümüzdeki günlerde AK Parti ve Cumhur İttifakı açısından hassasiyetle yönetilmesi gereken belli başlı faktörler söz konusu:
Birincisi, kampanyayı 9 aya yayabilme başarısı. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kıdemli devlet adamı vasfı ile oynadığı rol, içeride olduğu gibi küresel arenada da ilgi çekiyor. Büyük ve güçlü Türkiye imajı, Erdoğan patentli liderlik etkisi, insani diplomasi dalgası, güven veren arabulucu kimliği, dengeli dış politika tercihleri şimdilerde eşsiz fırsatlar sunuyor. Öyle ki... Ülke içindeki sorunların geçiciliği, Erdoğan'ın sonunda haklı çıkacağı kanısı toplumun hatırı sayılır kesimini konsolide ediyor. Ekonomi ile ilgili somut ve olumlu neticeler hissedilinceye dek, bu heyecan ve moral dalgasının korunması gerekiyor.
"Erdoğan kaybetsin senaryosunun" dış kaynaklı yazarları, eskiden olduğu gibi açıktan muhalefet etmek yerine bugünlerde sinsi sinsi çalışıyor. "Mağduriyet oluşturursak Erdoğan güçlenir" diye düşündükleri için bilhassa ekonomik dinamiklere doğrudan dinamit atmıyor ama yola mayın döşüyorlar. Rusya ile ticaretin seyri, alternatif ödeme sistemi arayışı, Soçi Zirvesi, Şangay İşbirliği Örgütü mesajları birilerinin sinir uçlarına dokunuyor. Onlar da tüm bu siyasi ve ekonomik mekanizmayı sekteye uğratmak üzere iş dünyasını yazılı ve sözlü tehditleri ile zehirliyor, ekonominin daralmasını tetikleyecek araçları kullanıyorlar.
Tabii bu arada, devlet içi aktörlerin bir kısmı, siyasetin alacağı biçimi öngörerek kulvar değiştirme manevrası yaparken derinlikli kısmı da siyaseti etki altına almayı deniyor. Devlet çarklarının işleyiş hızını, devletin ve kadrolarının yeniden yapılandırılması şartına göre kurguluyor, bu amaçla muhtelif siyasilerle etkileşim içine giriyorlar!
