Türkiye'nin en iyi haber sitesi
OKUR TEMSİLCİSİ İBRAHİM ALTAY

Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle!

Buffalo Üniversitesi'nden başlarını Jun Zhuang'ın çektiği bir grup akademisyen ilginç bir sosyal medya araştırması yaptılar.
Sandy kasırgasını ve Boston'daki bombalı terör saldırısını merkeze alarak aktif Twitter kullanıcılarının doğal afet ve toplumsal kriz durumlarında ne tür tavırlar takındığını ölçmeye çalıştılar.
Sonuçlar son derece ürkütücü ve vahim:
Yalan ya da yanlış bir haberle etkileşim haline giren kullanıcıların yüzde 86'sı ile 91'i arasında bir kesim ya beğenerek ya da tekrar paylaşarak bu haberleri yayıyor.
Aktif kullanıcıların yalnızca yüzde 5'i ile 9'u arasında bir grup yalan ya da yanlış haberi alıntılayarak doğru olup olmadığını sorguluyor.
Sadece yüzde 1 ile yüzde 9 arasında değişen bir kullanıcı ortalaması haberin yanlışlığını ortaya çıkarmak ya da vurgulamak için paylaşımda bulunuyor.

Nedamet getiriyor muyuz?
Pek çoğumuzun sahip olduğu yaygın kanaate göre 'sosyal medya sahte ve yalan haberlerin hızla yayılmasına imkân tanıdığı gibi, doğrulama mekanizmalarının hızlı çalışmasına ve gerçeğin çabucak ortaya çıkmasına da imkân tanıyor.'
Araştırmanın sonuçları bu konuda da pek iyimser değil.
Yalan haber sosyal medyada ya da konvansiyonel medyada çürütüldükten sonra dahi;
Aktif kullanıcıların yüzde 10'undan azı sahte, yalan ya da yanlış haberi yaydıkları paylaşımları silmek lütfunda bulunuyor.
Aynı kullanıcıların yüzde 20'sinden azı paylaştıkları haberin yanlış olduğunu belirten ve doğrusunun ne olduğunu açıklayan yeni bir paylaşım yapıyor.
Yani, daha önce de yazdığımız gibi 'gerçek ayakkabılarını giyene kadar yalan dünyayı dolaşıyor.'
Gerçekler ortaya çıksa bile yalan haberlerin insanların zihninde bıraktığı tesir, sapanın toprakta bıraktığı izler gibi kalıcı oluyor.
İyi örgütlenmiş marjinal gruplar ve avatarları özellikle kriz, çatışma ve yarışma dönemlerinde sosyal medyayı bir dezenformasyon aygıtına dönüştürerek algıları manipüle etmek için kullanıyor.

Halkbank asparagası
İki örnek verelim. Birincisi, bazı okurlarımızdan gelen 'Halkbank'a kesilen cezayı neden haber yapmıyorsunuz' sorusuyla alakalı.
Sabah bunu haber yapmadı, çünkü bu bir haber değildi, uydurmaydı.
Doların yükselişini ve yaklaşan seçimleri fırsat bilen bazı sosyal medya kullanıcıları ki aralarında bir muhalefet partisi temsilcisi de var, ABD'nin Halkbank'a 49 milyar dolar ceza verdiğine dair bir paylaşımda bulunmuş. Bu kişilerin iddiasına göre 15 kişilik bir heyet ABD'ye giderek bu cezanın açıklanmasını geciktirmeye çalışıyormuş.
ABD'den hangi kurum bu cezayı vermiş, neye istinaden vermiş, 15 kişilik heyette kimler varmış gibi soruların yanıtı yok, çünkü bu bir asparagas... Yani yalan haber.
İddianın yanlışlığı ortaya çıktı belki ama doğurduğu güvensizlik ve tahribatı tam olarak tamir etmek mümkün olmayacak.
Çünkü bu yalan ortaya atanlar ya da ona inananlar tarafından bir seçim ve kaos malzemesi olarak kullanılmaya devam edecek.

Mülteci düşmanlığı
İkincisi, Dr. Squires adlı bir yazara ithaf edilen, 'Halep'te tedavi edilen 3 tabur yaralı Türk askerinin hastaneyi basan Araplar tarafından katledildiğine' ilişkin bir sosyal medya mesajı ile alakalı.
Birileri çalışıp bu satırlara görsel bile hazırlamış. Kadın bir hemşirenin fotoğrafı, Halep Hatıraları kitabının adı, 1917 yılı.
Okuyunca aklınıza hemen 'Vay hainler! Zaten bunlar bizi hep arkadan vurmuşlardı' cümleleriyle birlikte bugün Türkiye'de bulunan Suriyeli mültecilerin gelmesi amaçlanmış, besbelli.
Halep göndermesi o yüzden.
Paylaşanlar da bunu vurguluyor zaten.
Değerli araştırmacı İhsan Elhan bu mesajın peşine düşüyor.
Araştırmaları gösteriyor ki Squires adlı kişi bir kadın hemşire değil, erkek doktordur. Birinci Cihan Harbi'ni bir Haçlı Seferi olarak görmektedir.
Kitabının adı Halep Hatıraları değildir, Seyahat Yazıları / Doğuda Bir Seyahat Hikâyesi'dir.
Kitapta hastanede yatan 3 tabur yaralı Türk askerinden ya da onları süngüden geçiren Araplardan hiçbir şekilde söz edilmemektedir.
Yalınız bir Katolik hemşireden söz edilmektedir ki o da İngilizlerin şehre girdiğini duyunca tedavi ettiği Türk askerini bırakıp onları karşılamaya koşmuştur.
Bu hadise de Halep'te değil Kudüs'te geçmektedir.

Medyanın görevi
Ne kadar sofistike bir yalanla karşı karşıya olduğumuzu sanırım anladınız. Bir kitaba atıf yapılması, tarih ya da sayfa numarası verilmesi paylaşılan her bilginin doğru olduğu anlamına gelmiyor.
Zaten en başarılı sahte ya da yalan haberler, içinde birtakım gerçek kişi ya da olaylardan söz ediyor gibi yapan, yani yalana istinatgâh sağlayanlardır. Bunun örneklerini son birkaç yıl içinde yüzlerce kez gördük.
Özellikle kriz dönemlerinde bu tür yalanlar çok daha yıkıcı bir etkiye kavuşuyor. Kin ve nefret tohumları ekebiliyor.
Düşmanlıkları körükleyebiliyor.
Her zaman Elhan gibi ciddi bir araştırmacı çıkmıyor; pek çoğu çürütülmeden, yalanlanmadan yaygınlaşıyor, elden ele dolaşıyor.
Duman dağıldığında bahçede solmuş çiçekler kalıyor.
Sanırım söylemeye gerek yok.
Medyanın görevi bu tür yalanlara karşı dikkatli olmak...
Görmezden gelmek yanlış bir strateji; ciddiye alınmalı, araştırılmalı, doğrusu ortaya çıkarılmalı.
Özellikle kriz dönemlerinde...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA