Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Bir Zamanlar Türkiye

Fotoğraf makinesi ve kameranın, insan gözünden ilhamla türetildiği herkesin bildiği bir sırdır. Sırdır; çünkü irisin, değişen koşullara göre gözün içine uygun miktarda ışığın girmesini ayarlayan bir diyafram gibi çalıştığı bilinse de insan yapımı hiçbir diyaframın, gözün mükemmelliğine erişemeyeceği de deneyimle sabittir. Göz, her canlıda ihtiyaca göre evrimleşmiştir. Mesela insan, eşref-i mahlûkat olarak fiziksel ve entelektüel ihtiyaçları gereği; nesneleri renkli, üç boyutlu ve en gerçek haliyle görür. Ama misal bir ahtapot, nesneleri üç boyutlu göremez, kuvvetle muhtemel buna ihtiyacı da yoktur. Kimi hayvanlarsa hayatı, 1970'ler Türkiyesindeki siyah-beyaz bir televizyonu izler gibi yaşarlar. Ayrıca renk körü hayvanlar da vardır, bir başka deyişle renkleri ancak belirli bir ölçüye kadar görebilirler. Sinekler ve arılar küçük hareketleri, genel biçimi ve rengi algılayabilirler.

GÖZÜN EVRİM ZİNCİRİ

Gözün evrim zincirinde daha geride bulunan hayvanlar da vardır. Misal salyangozlar ve solucanlar ancak karanlık ile aydınlığı ayırt edebilirler. Toprak altında yahut deniz dibinde yaşayan kimi canlılarda gözler işlevlerini bütünüyle yitirmiştir. Buna karşılık avcı kuşların gözleri, insanda olduğu gibi başın önünde, avlanan kuşların gözleri ise daha geniş bir görme alanını kaplayacak biçimde başın iki yanında yer alır.

İnsan gözüne gelirsek… İnsanın gözünün görsel çözünürlüğü 576 megapikseldir. (Her megapiksel, 1 milyon piksellik bir çözünürlüğü ifade eder. Benim 'matematiğim zayıf', siz hesap edin.) Göz, 40 ayrı kompleks parçadan oluşur, otomatik odaklanma yapabilir, saniyede 100 milyar işlem gerçekleştirebilir. Böyle bir fotoğraf makinesi henüz icat edilmedi. Ee, boşuna değil, gece çıplak gözle olağanüstü görünen dolunayı fotoğraflamaya kalktığınızda aynı randımanı alamıyor olmanız. Çok iyi makinelerle bile aynı kaliteye erişmeniz mümkün değil.

Fotoğraf sanatında objektif, bu doğal hakikatlerden ötürü her daim 'haddini bilerek', yani gerçeği sınırlı gösterdiğinin ayrımında olarak kullanıldığı için insan hayatına olumlu etki yapmıştır. Sinema sanatında ise kamera, gerçeğin belli bir dilimini, belirli bir dönemde gösterebildiğini bilir. Bu, bir doğal eksikliktir yine. Sinema bu açığı; kurmacasında hayattan daha fazla ve derin çatışmalar türeterek ve iyi senaryo, iyi yönetmenlik, iyi oyunculuk, iyi görsel efekt şartlarını yerine getirerek aşmaya çalışır.

BİR ZAMANLAR ÇUKUROVA NEDEN SEVİLDİ?

Sinema sanatı bağlamında dönem dizilerinin gerçeği hakkıyla yansıtabiliyorsa desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Dönem dizileri, bir kesittir ve genç nesillere çok değil, misal bundan 50 yıl öncesinin farklılığını anlatabilmenin en iyi yoludur.

ATV'nin sevilen dizisi Bir Zamanlar Çukurova niye tutuldu? Tims&B Productions imzalı yapım, 13 Eylül 2018 tarihinden bu yana ATV'de yayınlanıyor. Çok izleniyor. Çünkü her şeyden önce 'bir Adana hikâyesi', 1970'lerin Çukurova'sını anlatıyor. Adana her dönemde sinematografik anlamda ilginç çatışmalar barındıran nev-i şahsına münhasır bir şehir olmuştur, ama 70'ler de Adana'nın 'Adana' olduğu yıllardı. Seyhan Barajı'nın 1956'da Menderes döneminde açılmasından sonra Çukurova'nın bereketinin arttığı ve 1970'lerin ilk yarısındaki sınıfsal yükselişle birlikte yeme içme, eğlence (pavyon) kültürünün kendi şahikasına eriştiği dönemden bahsediyoruz. O yıllara tanık olmasak da büyüklerimizden dinledik. Adanalılarda misal Kayserililer gibi Kalvinist (ürettikçe harcamayı değil, biriktirip yeni girişimlerde bulunmayı tavsiye eden mezhep. Bu yönüyle burjuvazinin oluşumunda etkilidir) bakış açısı yoktur. Kazandıklarını keyifle harcamayı severler.

Bir Zamanlar Çukurova, bu gerçeği de ölçülü biçimde yansıtıyor. Dizide ayrıca daha eski bir devri (1950'li yıllar) anlatan Orhan Kemal romanları Bereketli Topraklar Üzerinde, Vukuat Var ve Hanımın Çiftliği'nin atmosferi de var, hatta daha eskiyi (1930'ları) anlatan esaslı Orhan Kemal romanı Kanlı Topraklar'ın da…

'BİR KARE, BİN SÖZ…'

Bir Zamanlar Çukurova'nın isminden ilham aldığı anlaşılan Bir Zamanlar Kıbrıs dizisi de, ATV dizisiyle aynı gün ve saatte ilk bölümüyle TRT 1'de ekranlara geldi. 1 Nisan perşembe akşamının reytinglerine göre totalde Bir Zamanlar Çukurova birinci olurken, Bir Zamanlar Kıbrıs altıncı oldu. AB Grubu'nda da Çukurova bir, Kıbrıs ikinci oldu. Bir Zamanlar Kıbrıs'ın ilk bölümünü izledim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurucusu Rauf Denktaş'ı oynayan karakterin söylediği "Bir kare, bin sözden evladır" cümlesi anlamlı.

Gizli bir tünelden geçilerek girilen evde fotoğraf makinelerini, silah dağıtır gibi dağıtıyor Denktaş. (Bu arada o tünelden geçiş sahnesi de Wachowski Biraderlerin başyapıtı V for Vendetta'nın başındaki tünel sahnesini andırıyor. Zaten bu sahne de 5 Kasım 1605'te İngiliz tarihinin en büyük vatan haini kabul edilen Guy Fawkes'un Parlamento Sarayı'nı havaya uçurma girişiminden ilhamla çekilmişti.)

Kıbrıs deyince aksan da çok önemli tabii, Adana'da olduğu gibi… Dizinin karakterlerinin, sahici aksanlarla konuşarak izleyiciyle derin, arketipsel bağ kurması gerekli. Bir Zamanlar Kıbrıs dizisinde ilk bölümde has bir Kıbrıs şivesiyle konuşulduğunu gözlemlemedim. Belki de özellikle ağır bir Kıbrıs aksanı hâkim olsun istenilmemiştir, orasını bilemem.

Y VE Z KUŞAKLARINA GEÇMİŞİ ANLATMAK

Bir Zamanlar Kıbrıs -kendi içeriğinden alıntıyla- 'bin sözden evla' olabilecek bir görsel kaliteyi yakalarsa izlenir. Bildiğim şu ki, yeni kuşaklara Kıbrıs meselesini ve Türk Mukavemet Teşkilatı'nı anlatmak gerekiyor. Hele de Kıbrıslı Türklerin Y ve Z kuşaklarına… Çünkü TMT, Türk devlet aklının NATO/ABD gladyosuna rağmen yürüttüğü ilk operasyondur denilebilir. Ve Kıbrıslı gençler bunu pek umursamıyor.

31 Mayıs 2020 tarihinde bu köşede yayınlanan 'Yeni kuşaklar için TMT' başlıklı yazıda Kıbrıslı mücahitlere silah taşıyan 'Elmas'ın, 17 Ekim 1959 tarihinde Doğu Akdeniz'in bin küsur metrelik sularının dibine gömüldüğünü anlatmıştım. Elmas; 6 bin bomba, 500 tüfek ve çok sayıda mermi yüklü olduğu halde Kuzey Kıbrıs'a giden Türk teknesinin adıydı. Ve Türkiye'den Kıbrıs'a kendi özel olanaklarıyla silah taşırken Akdeniz'de boğulup ölen 'bereketçi' (silah taşıyanlara verilen isim) bir mücahidin soyadından ilham alıyordu.

Batırılan tekne, 1958 yılında Özel Harp Dairesi tarafından kurulan Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı'na (TMT) silah götürüyordu. Ancak devriye gezen bir İngiliz muharip gemisi Elmas'ı fark edince üç kişilik mürettebata "Tekneyi batırın" emri verildi. Bu hikâyenin ayrıntılarını merak edenler için yazının linkini de vereyim: (https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2020/05/31/yeni-kusaklar-icin-tmt)

KAMERAYLA ERİŞİLEN 'SIR'

Dizide TMT'nin silah sevkiyatları işlenir mi bilmiyorum, ama Y ve Z kuşaklarına Kıbrıs mücadelesini hakkıyla anlatabilmek için Özel Harp Dairesi-TMT ilişkileri ve dolayısıyla Anavatan-Yavru Vatan ilişkilerine değinmek elzem. Hatta yeni nesillere 19 Ocak 2014'deki MİT tırları baskını üzerinden Türkiye'de 1959'da da bir 'paralel devlet' olsaydı Elmas adlı tekneye de baskın düzenlerdi fikrini 'aşılamak' mümkün.

Zira 1958'de İngiliz muharip gemisinin Elmas'a yaptığıyla FETÖ'nün 2014'te MİT tırlarına yaptığı arasında ilkinin denizde, ikincisinin karada olması dışında hiçbir fark yoktu.

Bir Zamanlar Kıbrıs ise TMT'nin ilk kurulduğu dönemi ve silah sevkiyatlarını değil, 1963 Kanlı Noel'ini anlatıyor. TMT'nin kurulduğu dönem kadar kritik bir zaman dilimi. 1963; Enosis (Yunanca'da birleşme anlamına geliyor. Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması anlamında kullanılıyor) yanlısı Kıbrıslı Rumların sivillere yönelik saldırılarını ve bu faaliyetlere karşı istihbari mücadelelerini yansıtmak açısından iyi bir dönem.

Y ve Z kuşaklarına bu dönemleri yazarak anlatmak da biraz zor. Yazı şöyle dursun, belgeselle, hatta sinema filmiyle anlatmak bile güç. O yüzden dönem dizileri ilgi çekiyor.

Bir Zamanlar Çukurova bu yüzden sevildi, halen de seviliyor, üstelik Hünkâr ve Yılmaz ölmüş olmasına rağmen… Hünkâr yoksa Züleyha var, Varda Köprüsü yerine de Kozan Kalesi…

'Bir Zamanların Türkiye'sini dönem dizileriyle gösterme trendi belli ki sürecek. Bizden sonraki kuşaklar bu sayede o 'bir zamanlar'ı iyi-kötü öğrenirken, bizden önceki kuşakların ruhu da derin, ama iyimser bir nostaljiyle harekete geçiyor. Böylece 'gözümüzle' yapamadığımız tek şeyi yapmış oluyoruz; onunla erişemediğimiz bir sırra kamera vasıtasıyla erişerek…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA