Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YEŞİM TABAK

Toronto - İstanbul hattı

Uluslararası film festivallerinin en büyük iki besin maddesi: Yeni -büyük ihtimalle vasat- filminin promosyonu uğruna kırmızı halıda boy gösterecek yıldızlar ve Avrupa ile Amerikan sinemalarını çoktan yalayıp yutmuş sinefillerin iştahını kabartacak, 'yeni keşfedilmiş' ülke sinemaları. 90'ların ortalarında yeni Çin sinemasından bolca konuşulurdu. Ardından, şimdilerde 'Oscarlık' olmak için yırtınan alelade filmlerle dolu Amerikan bağımsız sineması bir umut ışığı oldu. Tam o sıralarda, Avrupa festivalleri İran sinemasını keşfetti; sonra Güney Amerika, sonra Güney Kore. Türk sinemasının son birkaç yıldaki ödül sayısından fark etmişsinizdir belki; bu aralar, daima yenilik arayışındaki uluslararası festival programcılarının can simitlerinden biri, Türk sineması. Hollanda, ABD, Almanya, İsviçre, Polonya... 'Yeni Yeşilçam', memleket memleket gezip kendini tanıtmakta. Film festivallerinin çoğu gibi 'Cannes'dan sonra ikinci en önemli festival' olmanın peşinde koşan Toronto Uluslararası Film Festivali (TIFF) de trendi yakalayarak (Kim derdi ki günün birinde 'hip' olacağız?) bu sene Türk sinemasına özel bir bölüm ayırdı. Festivalde her yıl başka bir şehrin mercek altına alındığı 'City to City' bölümünün 2010 konuğu İstanbul oldu ve dokuz uzun metrajlı (11'e 10 Kala- Pelin Esmer, 40-Emre Şahin, C-Blok-Zeki Demirkubuz, Bahtı Kara-Theron Patterson, Uzak-Nuri Bilge Ceylan, Saç- Tayfun Pirselimoğlu, Çoğunluk-Seren Yüce, Hayat Var-Reha Erdem, Tabutta Rövaşata-Derviş Zaim), sekiz kısa film (12 Eylül-Özlem Sulak, Bilim Laboratuvarı-Eytan İpeker, İnce Buz Üzerinde-Burçak Kaygun, Dalgalar-Belmin Söylemez ve Yoel Meranda'nın dört deneysel işi) TIFF'ın programında yer aldı. Poyraz isimli kısa filmiyle tanınan Belma Baş'ın ilk uzun metrajlısı, Doğu Karadeniz'de geçen ve Semih Kaplanoğlu'yla 'kardeş' bir stil ortaya koyan Zefir ise, festivalin 'Keşif' bölümünde gösterildi. "Toronto'yu salladık" diye uydurmayayım çünkü TIFF epey devasa, tam gaz ticaretin döndüğü, biraz 'kim kime dum duma' bir ortam. Yine de Türk sinemasının iyi bir boy gösterisi yaptığı söylenebilir. 'City to City' bölümü için düzenlenen, TIFF programcıları Cameron Bailey ve Kate Lawrie Van de Ven'in moderatörlüğündeki 'İstanbul: Bir Sohbet' paneline Reha Erdem, Pelin Esmer, Seren Yüce, Amerikalı akademisyen Richard Florida ve film eleştirmeni Yeşim Tabak katıldı (ekşisözlük jargonuyla: Kendinden üçüncü şahıs olarak bahsetmek). Takriben 50 civarında Kanadalı ve 100 kadar Kanadalı Türk'ün dinleyici olarak katıldığı panelin başlıca meselelerinden biri, büyük şehirde çeşitlilikti. Bana kalırsa en komik anlarından biriyse, Richard Florida'nın umutsuzca, Toronto ve İstanbul arasında benzerlikler bulmaya çalışmasıydı. Bay Florida "Both cities are..." diye başlayan cümlelerle iki şehir arasında paralellik kurmaya heveslendi ancak Toronto hakkındaki 'gayet yüzeysel' gözlemlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, İstanbul ve Toronto'nun 'büyük' ve 'şehir' olmak dışında pek bir ortak noktası yok. Gökdelenlerle birlikte evsizlerin sayısını artıran kapitalizm ve globalizmin 'yüksek randıman'la görev yaptığı Toronto'da halkın çeşitlilik olarak bahsettiği 'şey'in, bizim anladığımız çeşitlilikle ilgisi, tartışılır düzeyde. Demek istediğim, envai çeşit ırktan insan, 'aynılaşmış' bir halde, şehri paylaşmakta. Bizler ise, İstanbul'da 'hakikaten' birbirinden çok, ama çoook farklı yaşam tarzlarından bahsedebilecek durumdayız. Sorun şu ki, birlikte nasıl yaşayacağımıza (ya da bunca zamandır nasıl yaşadığımıza) dair en ufak bir fikrimiz yok. Panelde, dinleyiciler arasındaki yapımcı Çiğdem Mater, zamanında Gayrimüslimlerin nasıl da İstanbul'dan 'gönderildiğinden' bahis açınca, Kanada'da yaşayan Türklerden bazıları öfkeyle itiraz etti: "Ama benim bir sürü Ermeni, Rum arkadaşım var..." (Evet, bir de eskiden İstiklal Caddesi'ne çıkarken ayakkabılarımızı boyuyorduk, değil mi?) Kanada gibi 'dalga geçilesi' (tabii safi kıskançlıktan) düzeyde sorunsuz bir ülkedeki vatandaşların aynılaştırılmışlığından, kültürel kurumlara yatırım yapıp vergi indirimi alan büyük iş adamlarının hükümranlığından sıkılabilirsiniz. Acıklı olan şu ki, çeşitliliği ve yer yer 'ilham verici' kaosuyla övünüp bir yandan da nefret ettiğimiz İstanbul'da ise, çoğunluktan ayrı düşene, yaşam alanı yok. Bunun son örneğini de, Tophane'deki sergi açılışlarına gerçekleştirilen saldırılarda gördük. Yurdışındaki Türk sineması panellerinde sık sık gündeme geldiği gibi, doğru, çok hikâyemiz var bizim anlatacak. Ama 'anlamak'ta biraz sorun mu yaşıyoruz, ne? Ya da bu kadar 'hikâyemiz' olmasa daha mı iyi olurdu acaba?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA