Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SALİH TUNA

Emre, Okan bir de Hakan

FETÖ'cülerin sosyal medyadaki performansları The Following (2013) ve Freud (2020) dizilerindeki telkin ve hipnoz marifetiyle "mankurtlaştırılan" insanları çağrıştırıyor.
Sanki 15 Temmuz hiç yaşanmamış, onca insan katledilmemiş gibi.
Binlerce delil, suçüstü ve itiraflara rağmen öylesine rahatlar ki inanılmaz!
Yüzlerinde en ufak pişmanlık emaresi yok.
Freud dizisindeki Taltos (bunların Taltos'u da Fetullah) içlerine kaçmış sanki.
Riyakârlıklarında da hiçbir değişiklik yok.
"Taltos"ları kendilerine "zulmedenlere" karşı bile "Yarabbi, onlar cennetine giremezlerse biz de girmeyiz" diye (Allah'la haşa pazarlık yaparcasına) "niyaz" etmelerini önermişti.
Bu "hoşgörü abidelerini," 15 Temmuz gecesi masum halkın üzerine tankları sürerken, savaş uçaklarıyla bombalar yağdırırken gördük.
Gelgelelim...
"Seçilmiş insan" veya "altın nesil" psikozuyla öylesine mamuller ki, "Sizi öldürelim ama katil olmamıza neden olup da bize zulmetmeyin" diyecekler nerdeyse.
Kendilerine gadredilmiş, kıyılmış, lohusa kadınlar yerlerde sürüklenmiş, içeriye tıkılmış, kanser hastalarının tedavi edilmesine izin verilmemiş, Meriç'te çocuklar boğulmuş, ila ahir.
Mesela, Harbiyeli çocuğun annesi üzerinden "duyar kasıyor," oğlu içerdeki bir anne feryat etmesin de ne etsin diyorlar.
Peki çocuğunu mezara koyduğunuz şehit anası ne yapsın?
Bunlara ne deseniz fayda etmez.
Yine de daha evvel belirttiğim kıymet hükmümüzü hatırlatmak isterim: "Hiç kimseye, ne olursa olsun, zulmedilemez. Hele kadın ve çocuklara asla. Yeryüzünün tüm çocukları masumdur ve bizimdir..."
Ne ki, böyle söylediğim için kimi Fetullahçılar (Twitter marifetiyle) "Çocuklarımızı elimizden mi alacaksınız?" demişlerdi.
Demem o ki, kadınlar ve çocuklar bunların gözünde (Taltos'larına hizmet yolunda) birer araç sadece. Doğrusunu isterseniz, bunlar için Müslümanlık da öyle!
Zira, içlerinde önde gidenlerinden biri geçenlerde, "İtiraf ediyorum, Müslümanların sevgiden bu kadar mahrum olduklarını bilmezdim" dedi, hiçbiri itiraz etmedi. "Bari Müslümanlar ifadesini tırnak içine alsaydın, böyle söyleyince Müslüman olmadığını itiraf etmiş gibi oluyorsun" diyen biri çıkmadı. Yani, bilmem hangi sahabenin devesinin ayağına değen kum tanesi olsaydım diyen Hocaefendileriyle birlikte koro halinde ağlayanların içinden bir Allah'ın kulu çıkıp da "Sen nasıl Müslümanlara hakaret edersin?" demedi.
Zaman gazetesi yazarı söz konusu FETÖ'cü gibi gündüz gözüyle bütün Müslümanlara böyle hakaret eden biri Kandil'den bile (en azından maslahat gereği) çıkmadı...
Bunların içinde yer alanlardan biri de Hakan Şükür.
Geçenlerde Davutoğlu, vaktiyle "dava" olarak gördüğü ve ne olursa olsun sadık kalacağını ilan ettiği AK Parti'ye çakmak belasına, "FETÖ ile organik bağı olduğu tescil edilmiş siyasetçiler FETÖ'nün siyasi ayaklarıdır. Mesela, Hakan Şükür siyasi ayaktı" deyince, "Ben hayatımda bu kadar geri zekalı bir ifade görmedim. Ne siyasi ayağı küçük enişte?" şeklinde karşılık verdi.
Bununla da kalmadı, "Bunlar ne kalıpsız, korkak, ne yaptığını bilmez insanlarmış. Terbiyesiz yalancı, iftiracı" diye hakaret etti.
Yetmedi "video" yaptı. Davutoğlu'nun kendisiyle ortak iltisaklarını dillendirmeye çalıştı.
Bir de (mealen) dedi ki: "Ben nereye gittim, nerede bulunduysam benden önce orada Emre Belözoğlu ve Okan Buruk (Başakşehir teknik direktörü) vardı. Onlar el üstünde tutulurken ben neden bu haldeyim?.."
Her şeyden evvel Emre ve Okan bu "iddiaya" cevap vermeli.
Kulaklarının üzerine yatarak geçiştirecekleri iddia değil bu. Yalansa yalan, iftiraysa iftira desinler. "Biz bıraktık ama Hakan devam ediyor besbelli" desinler.
Hem bu vesileyle FETÖ'yü de tel'in etmiş olurlar.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA