Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SALİH TUNA

Ulan memleket ne hale geldi be!

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Daha önce anlatmış mıydım, unuttum. Anlatmışsam da ayrıntısına girmemişimdir yoksa unutmazdım.
O halde "bayramlık yazı" niyetine mufassal anlatayım. Siz okuyup gülerken ben de "sosyal mesajımı" vermiş olayım. Sanat sanat için ise, köşe yazısı da toplum içindir, bunu tartışamayız.
Lafın belini daha fazla kırmadan başlayalım:
O yıllarda eve oldukça geç dönüyordum, dönerken de yolumun üzerindeki büfeye uğruyordum. Açık büfe pek bulunmadığından önünde kuyruk oluyordu.
Neyse ki benim vakit sıkıntım yoktu.
Yerel gazetelere varıncaya kadar her çeşit gazete ve derginin yer aldığı büfenin önündeki tezgâhla oyalanıyor, sıramı bekliyordum. E tabi sadece gazete dergi için değil çocuklara çikolata, kendime de sigara almayı hiç ihmal etmiyordum. Sağlıklı günlerimdi, sigarayı içmiyor adeta yiyordum.
Büfeci asık surat değildi, lakin "üzgün" demeyeyim de dertli görünümlü kavruk bir abiydi. Sonradan anladım ki şekli şemaili değil karakteri böyleydi.
Bir gece "Nasıl gidiyor?" diye sordu. Geçiştirmek için "Ne olsun!" dedim. Bundan felaket şekvacı olduğum sonucunu çıkardı. "Bizde de öyle!" dedi.
Sesi kederle doluydu.
Böylece "iletişim" kurmuş olduk. Ne ki, devamı gelmedi. Hiçbir zaman ne adımı sordu, ne de işimi. Kimi zaman (genellikle çok yoğun olduğunda) "iletişimimiz" pantomim düzeyine seyrederdi. Eliyle "Nasıl gidiyor" işareti yapar, ben de kalabalığın arasından "Ne olsun!" yollu el hareketiyle karşılık verirdim.
Yıllarca böyle sürüp gitti.
O vakitler reklam ajansım vardı. İşlerim de gayet iyiydi. Sırf trafikle uğraşmayayım diye bile isteye işten geç dönüyordum. Bu fırsatla da bol bol kitap okuyor, film izliyordum. Günlük politikaya da uzak durmaya çalışıyordum. Haliyle keyfim yerindeydi.
Tamam, ekonomik göstergeler Gezi döneminin hemen öncesi kadar iyi değildi. Ne bileyim, enflasyon yüzde 6'larda, dolar 1.7 bandında falan değildi. Ama yine Erdoğan dönemiydi ve hemen herkes gidişattan memnundu.
Bir gece baktım büfenin önünde sıra yok. "Nasıl gidiyor?" sorusuna fırsat vermeyecek kadar hızlı bir şekilde istediğim şeyleri söyledim. "Tamam!" dedi, fakat benden sonra gelen müşteriyle ilgilendi. Sonra bir sonra gelen müşteriyle, sonra bir sonrakiyle. Anladım ki "Tamam!" dediği, "Bekle!" demekti.
Nihayet sırayı bana getirip, "Nasıl gidiyor?" dedi. Sinirlendim, inadına doğrusunu söyleye karar verdim. "İyi" dedim, "gayet iyi." Dudağının kenarında beliren acı bir gülümsemeyle, "Yok ya yok" dedi, "çok kötü."
Belki de "üzülmekten" zevk alıyordu. Bilmiyorum. Benim anladığım, dertleşmenin dışında "iletişim" yolu bilmiyordu.
Gel zaman git zaman derken alışkanlık yaptı. "Gidip şununla biraz dertleşeyim" demeye başladım. Dertleşmek dediğim de "Nasıl gidiyor? / Ne olsun!" veya "Çok kötü çok! / Hiç sorma!" gibi lakırdılardan ibaretti.
Geçenlerde uğradım, yoktu. Sordum. Yurtdışına gitti dediler.
Anlaşılan "beyin göçü" yaptı vicdansız! Demiyor ki şu adama "Nasıl gidiyor?" diye kim soracak? Şebelek muhalifler de sanıyor ki her gün helva yiyoruz.
Büfecinin eksikliğini çok hissettim. Çok şükür ki geçenlerde yeni birini buldum. Hayır, nerde bulduğumu söylemem, kaybetmekten korkarım.
Şu kadarını söyleyeyim, ilk mektep mezunu ama Ahmet Şık kadar cerbezeli, Taha Akyol kadar hukukun üstünlüğüne bağlı, Levent Gültekin kadar uyanık, Ayşenur Arslan kadar da kültürlü biri.
Her defasında "Bu ülkede hukuk kalmadı!.. Konuşmak yasak, müzik yasak!.. Boğuluyoruz, nefes alamıyoruz!.." diye kaptırıp gidiyor.
Geçen gün, "Ulan memleket ne hale geldi..." diye başlayınca araya girip, "Hiç sorma!" dedim, "Ümraniye'de çöp patladı; 39 kişi öldü 12 kişi de kayboldu."
Anlamadı. "Patlar tabii" dedi, "Özgürlük yok ki, memleket açık hava cezaevine döndü..."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA