Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Tekfur Sarayı’ndaki muhteşem akşamüstü...

Ercan arabayı Eyüp'ün daracık sokaklarında dura kalka sürerken, nerdeyse yarım asır önceyi hatırladım.. 70'li yıllarda gelmiştim buraya, ilk ve son. Getiren de Holly.. Amerikalı eşim.. Ben Türk gazetecisi Hıncal'a İstanbul antik güzelliklerini, gezdiren, gösteren ve anlatan bir Amerikalı genç kadındı, iyi mi?.
Hayal meyal aklımda.. Bir harabeydi sanki.. Holly ne anlattı ise o.. Gelenlere, gezenlere verecek bir broşür, kartpostal bile yoktu, görevlide..
O zaman Holly'nin anlattıkları, sonrasına benim öğrendiklerimle öykü özeti şöyle..
Fatih Sultan Mehmet'in fethettiği İstanbul'daki saray kompleksinin bir parçasıydı Tekfur Sarayı. Edirnekapı surlarına yakın olduğu için fetih sırasında çok tahrip olmuştu. Osmanlı bu sarayı pek kullanmadı. 1700'lerde Osmanlı sarayının emriyle, orada İznik'ten gelen ustalar çini atölyesi kurdular.
Bu çinileri bugün mesela III. Ahmet Çeşmesi ile Hekimoğlu Ali Paşa ve Kasımpaşa camilerinde görebilirsiniz.
Sonra Cam Fabrikası olarak kullanıldı. Yangınlarda oldukça hasar gördü. 2005- 2014 arasında restorasyon geçirdi ve İstanbul Belediyesi'ne bağlı Çini Müzesi olarak yeniden ziyarete açıldı.
Ne işim vardı peki, 40 bilmem kaç yıl sonra gene Tekfur (Ermenice "Kral" lafından gelir) Sarayı'nda..
Sevgili kardeşim Ozan Binici, İstanbul'un Kültür mirasını yeniden keşfetmek ve sanat yolu ile bizlere, İstanbullular ve yolu İstanbul'a düşenlere tanıtmakta ustadır.
Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı adına, o efsane Kadıköy'deki Karaköy İskelesi ikinci katındaki İstanbul Kitabevi'nde pazar sabahları harika "Kahvaltı Konserleri" kurmuştu. Abone olmuştum, bilirsiniz.
Sonra Şerefiye Sarnıcı'nı öğrendik.
Yerebatan'ı ezbere bilirdik de, onun yanı başındaki Şerefiye'yi bilmezdik.
Orasının da ne muhteşem yer olduğunu Ozan'ın başlattığı "Şerefiye Sarnıcı Klasik Müzik Konserleri" ile öğrendik.
İşte şimdi de Tekfur Sarayı'nda "Klasik Müzik Avlu Konserleri"ni başlatmış iyi mi?.
Ben de açılış konserine gidiyorum..
Giriş kapısında indim. İçeri girdim ve bir başka dünyaya geldim.. Büyülü dünyaya.. Bizans Mimarisi'nin çeşitli dönemlerini taşıyan saray ve önünde konserin verileceği avlu. Saray kapısına doğru bir podyum.. Önünde aralıklarla dizilmiş sandalyeler.. Avlunun kaplaması parke.. Ama ortaya doğru bir metre eninde, boyunda bir cam var.. Saray çini atölyesi olunca, buraya da Çini fırını yapmışlar.. O fırını görüyorsunuz işte gezerken.. Bana ilk sıradan yer ayırmışlardı. Ben ilk sıraları hiç sevmem bilirsiniz.
Tam fırının üstündeki camın kenarında bir sandalye var, onu seçtim..
Açılış konserini geçen sene kurulan Camerata Anatolia sunuyor.. İşin içinde gençler oldu mu, ayrıca mutlu olurum. Konsere 45 dakika falan var.. Arkaya gittim. Gençlerle oturdum.. Dört yaylı, Çetin Ceviz ve Vugar Gurbanov (Kemanlar), Emre Akman (Viyola), Seren Karabey (Çello) ve Ecesu Sertesen (Klarnet). Bir tatlı sohbet..
Ecesu konserin hem de sunucusu. Brahms'ın Klarnetli Beşli'sini seslendirecekler.
Brahms benim klasik müziğe aşık olmamı sağlayan bestecidir. Gazeteciliğe başladığım 50/60'lı yıllarda boş vakit buldukça Gar Gazinosu'na giderdik. Devlet Operası'ndan yedi genç, memur maaşı yetmediği için ekstra yaparlardı "Sihirli Kemanlar" adıyla ve klasik müziğin en popüler eserlerini çalarlar ve de mutlak Brahms'ın "Macar Marşları" ile bitirirlerdi.
François Sagan'ın dünyayı dolaşan "Brahms'ı Sever misiniz" romanını hızla okumam, ardından filmini iki defa izlememin sebebi Brahms'ı çok sevmemdi.
Nasıl sevilmezdi ki o adam..
Ecesu sunarken anlattı. Meğer hiç sevilmezmiş..
Sebep de sivri ve iğneli diliymiş..
Ecesu, şirin anekdotlar nakletti.
Bir konser bitiminde genç çellist izleyiciler arasındaki Brahms'a koşmuş..
"Üstat anlamadığım bir şeyler oldu.
Çellomun sesini duyamadım" diyecek olunca, Brahms'ın cevabına bakar mısınız?.
"Ne kadar talihlisin, bilsen!."
Biz avluyu dolduran seyirciler de ne kadar talihliydik. O büyülü dekor içinde, o büyülü akşamüzeri, o büyülü beşliyi dinlemek ne harikuladeydi. Yaşa sen Ozan!..

*

Ben gerzek, size gene, bittikten sonra yazdım. Kusura bakmayın. Ama bu hafta cumartesi akşamüzeri (19.30.. Kapılar 18.30'da açılıyor) gene harika bir konser var.
Usta kanuni Hakan Güngör ve Makam Müziği ve bas astinata ustası Nail Yavuzoğlu "21. Yüzyıl Gözüyle Bizans Ezgileri"ni yorumlayacaklar. Bizim saray şarkılarımızın kökenini dinler gibi olacağız.
İkinci Büyülü Geceyi kaçırmayın, derim..
Biletler.. Biletix.com

***


Carpe Diem!. Günlük yaşayın!..

Corona hala ve hala öyle belirsiz ki, yarın ne olacağını kimse kesin olarak bilemiyor. Bu yüzden ya kesin bir plan program yapılamıyor, ya da günlük planlar bile tutulamıyor. Bu da kızgınlık, öfke ve moral bozukluğu yaratıyor.
Oysa coronaya karşı en büyük silah insanın kendi bağışıklığı. O da kendinizi iyi hissetmenize bağlı..
82 yaşına basmaya 3 ay kalmış ben, bomba gibiyim. Sebep size de yarım sayfa yazdığım "Carpe Diem /Günü Yaşa" felsefesini benimsedim, günlük, hatta saatlik programlar yapıyorum. Öyle olunca genelde hepsini gerçekleştiriyorum. Gerçekleştiremediklerim de üzmüyor. Ne olacak ki günlük, saatlik programı yapmasam..
Cuma günü Hürriyet'te Naci Öncel'i okudum.
O kadar güzel özetlemiş ki, Carpe Diem felsefesini..
"Bırakın bu salgın ne zaman bitecek, hayat ne zaman normale dönecek gibi cevabını kimsenin bilmediği soruları sormayı, tatil, düğün, dernek planları yapmayı ki, ruh haliniz altüst olmasın" diyor..
Verdiği örneğe bakar mısınız?.

*

(Konuşma Casablanka filminde Humprey Bogart bile İngrid Bergman arasında.)
Rick: "Dün gece neredeydin?"
Ilsa: "Üstünden çok zaman geçti, hatırlamıyorum."
Rick: "Seni bu gece görebilecek miyim?"
Ilsa: "Asla o kadar uzun vadeli planlar yapmam."
Elbette hayatın aslında sadece "şimdiki andan" ibaret olduğu düşüncesi yeni bir olgu değil, yüzyıllar öncesindeki şiirlerde dahi karşımıza çıkar.
Mehmet Âkif bu meseleyi şöyle dile getirmiştir:
"Geçen geçmiştir artık, ân-ı müstakbelse mübhemdir
Hayatından nasibin, bir şu geçmek isteyen demdir."
(Geçen geçmiştir, gelecek anı ise belirsizdir / Hayattan nasibin geçmekte olan şu andır.)

***


Dartanyan'ı yaratan kavun!..

Çocukken köye giderdik, babaanneme.. Çavuşköy, Manyas'a 7 kilometreydi. Arada Kocaçay, ama köprüsü yok. Her cumartesi ağbimle kaçar, Manyas'a pazara giderdik, yaya.. Sebep..
Manyas peyniri alacağız, (Siz Mihaliç diye bilirsiniz.) bir de Gönen kavunu.. ve de beyaz francala ekmeği.. (Bugün köy ekmeğine eşek yüküyle para ödüyoruz ya, o da bulursak. Köyde de, beyaz ekmek kıymetliydi. İnsanoğlu işte..) Sonra bir kenara çekilir, nasıl lezzetli kavun, peynir, ekmek keyfi yaşardık..
Gönen kavunu bir başka lezzetti. Orada da büyük halamlar yaşar, bize Bandırma'ya kışlık Gönen kavunu yollarlardı. Bütün kış dayanırdı.
Hatay'dan Ankara'ya geldiğimizde, babam bir defa köyden tatilden dönerken, otobüs kiralamıştı. Tüm aile bindik. Kalan yere de, babaannemin yaptığı erzakları, bulgur, kuskus, erişte, zeytin, kuru üzüm, erik, kayısı, bal ve de asıl Gönen kavunu doldurmuştuk.
Bizim Caner, Gönenli.. Sık sık izin veriyor. Ben de yolluyorum, hafta sonları. Yahu bir defa da Gönen kavunu getir..
Efendim yokmuş. Çeltik tarımı icat olunca, bakmışlar daha çok para getiriyor, tüm bostanlar, çeltik tarlası olmuş.
Bunu niye yazdım şimdi.
Milliyet'te okudum hafta sonu.. Ayşe Öney yazmış.. Üç Silahşörleri yazan, Athos, Portos, Aramis ve Dartanyan'ı yaratan adam, Alexander Dumas meğer kavun delisiymiş.
En bayıldığı da Cavillon kavunuymuş.
Öyle aşıkmış ki o kavuna, Cavillon kasabası kütüphanesine yüzlerce kitap hediye etmiş.
Karşılığı.. Ömür boyu yılda bir kasa Cavillon kavunu..
Ayşe "Cavillon kavununun, Fransa'ya ulaşan Anadolu kavunu olduğunu söylemeye gerek yok sanırım" diyor.
Ya ben ne diyorum Ayşe?.
"O Anadolu kavununun Gönen kavunu olduğunu söylemeye gerek var mı?."
Ben de Alexander Dumas olmaya karar verdim.
"Her defasında bir poşet Gönen kavunu gelmezse, bir daha izin yok, Caner!."

***


Ceza ve Adalet...

"Cezaya bak, adalete gel" mi desem?. "Biz niye adam olmayız" diye yorum mu yapsam..
Polis, Boğaz'da gezi yapan kocaman tekneyi basmış. İçerde 150 kişi varmış. Koronavirüs önlemlerine uyulmadığı için, kelle başı 3 bin 180, yani 150x3180, yani 477 bin lira para cezası kesilmiş..
İyi değil mi?. Böyle etkin ceza kesersek, salgının hızını kesebiliriz, değil mi?.
Ama nerde?.
Önce 19, sonra 22, en son da 42 (kırkiki) kişi çıktı, 14 kişilik minibüsten ki, atlayarak oturmaları, yani minibüste 7 kişi olması gerekiyordu. Oysa işte görüyorsunuz, yasak kimsenin umurunda değil. Ne binen, ne taşıyan aldırıyor, devlete..
Şu cezaya bakar mısınız?.
Corona önlemlerine muhalefetten 3 bin 180 lira. Fazla yolcu taşımaktan da 104 çıkarır, üçüncüde misliyle kara geçer.. Çünkü adı gibi biliyor ki, bir daha yakalanmaz.
Her minibüsün başına bir polis dikebilir mi, Süleyman Soylu Bakan?.
Ama bakın Sayın Bakanım, teknedeki gibi adam başı 3180 lira keser, minibüsü bağlar, tekerrüründe de, plakasını iptal ederseniz, hadi 8'inci yolcuyu alsın bakalım.
Devletin yasağı böyle uygulanır, devletin itibarı böyle sağlanır!.
Herkesin başına kendisini, kendi korkusunu dikerek..

***


Yanılmıyorum Yüksel!..

"Hıncal ağabey köşesinden sürekli beni eleştirip duruyor" diyen alıngan ve galiba biraz kompleksli kardeşim Yüksel, kendisine telefonda "Bu gazetede en çok seni eleştiriyorum, çünkü en çok seni okuyorum" dediğim Yakından Kumandalı Yüksel "Yanılıyorsun Hıncal Ağabey" diye bana cevap vermiş, dün.
Cevap vermek hakkı. Hatta, eleştiri benden çıktığı için, bana yollasa, köşeme koyardım, o kadar hakkı..
Nerde yanılıyormuşum ben..
Taktığımız bez maske bizi koronadan korurmuş.. "En büyük korkum insanların Hıncal ağabeye inanıp maske takmaktan vazgeçmesi" diyor..
Oysa en büyük tehlike "Ben de maske var. Corona falan bulaşmaz" diyenlerin, kırda, sokakta, sahilde, sosyal mesafeyi hiçe sayarak pervasız, sarmaş dolaş dolaşmalarında. Felaket yanılıyor ve asıl sen yanıltıyorsun Yüksel.
Bu basit maskeler coronavirüsün bize bulaşmasını önlemez.
Yani bende virüs varsa.. Sende de maske.. "Bende maske var" diye pervasız sosyal mesafeyi hiçe sayar ve bana yanaşırsan, ben de öksürürsem.. Saçtığım virüs dolu tükrük damlacıkları, senin maskenin üzerine düşer, virüs maskeden rahatça içeri sızar ve seni Covid-19 hastası yapar.
Yani..
Masken seni KO- RUMAZZZZ!.
Oysa bende, yani hasta olan bende maske varsa, sağlam sende maske yoksa, ben öksürdüğümde, benim maskem virüs taşıyan tükrük damlacıklarını içerde tutar. O damlacıklar havaya uçup senin yüzüne konmaz. Yani hasta benden, sağlam sana COVİD 19 bulaşmasını önler..
Benim maskem seni korur.. Benim maskem seni..
Anladın mı?. Anlayabildin mi?.
Anlamadıysan, tanıdığın ilk doktora sor.. "Hıncal şöyle diyor, ben böyle.. Hangimiz haklıyız" diye sor bakalım, ne diyecek?.
Okuduğunu anlamıyorsun Yüksel. O istatistiği de okumayı, dolayısı ile onu da anlamayı bilmiyorsun..
İşin o kısmı uzun. Yüz güze gelirsek, onu da anlatır, açıklarım sana..
Sayın ve Sevgili Okurlar..
Sakın maskenin koruduğuna inanıp, sosyal mesafe kuralına aldırışsızlık etmeyin.
Sakın ha..
Sosyal mesafeyi korursanız, maskesiz dolaşan hasta bile size virüsü zor bulaştırır.

***


Tebessüm
İki küçük konuşuyorlardı..
"- Babam her gün 12 saat ölesiye çalışıyor ki, benim hiçbir eksiğim kalmasın. En iyi şeyleri yiyeyim, en iyi giyineyim. En iyi okulda okuyayım.. Annemin de ondan aşağı kalır tarafı yok. O da bütün gün çalışıyor.
Yarısı mutfakta.. Harika yemekler hazırlıyor. Geri kalan zamanda evi tertemiz tutmak için kolları sıvıyor..
İkisi de harika.. Ama ben çok korkuyorum."
"- Böyle annen baban var, neden korkuyorsun ki?."
"- Ya bir gün kaçarlarsa diye.."

Sevdiğim Laflar
"Endişeye değil neşeye odaklan. Neşe kapalı kapıları açan anahtardır."
Moşe Abudaram

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA