Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Şimdi ciddi “Hoş geldin” Zafer Müdürüm!..

İstanbul'un yeni Emniyet Müdürü Zafer Aktaş'a dün bir "Nezaket hoş geldin"i demiştim köşemde..
O yazıyı bitirip yukarı çıktığımda önce yemek faslı.. Sonra okuma saatim geldi. Fatih Altaylı'yı okurken (Ah Turgay Bey ah.. Fatih'in çıkardığı o mükemmel gazete nerde şimdi?. İnternet tek başına yeter mi), baktım, en büyük özel merakı, hobisi otomobil olan Sevgili Kardeşim, karantina yavaş yavaş gevşerken, misli misli hızla eskisi gibi karambola dönen İstanbul trafiğini ve bu trafiğin baş katili, kuralları ve insan haklarını hiçe sayan motosikletleri yazmamış mı?.
Ben bu konunun üzerine 3 sene evvel gitmeye başlamış ve Nisan 2017'de aynen şunları yazmıştım..
Aynen..

*

Sayfamızdaki fotoğrafı çoğunuz hatırlarsınız.. İlle de uzman olmanız gerekmez. Bir yerde mutlak benzeri bir resim görmüşsünüzdür.
Yarı insan, yarı at bir yaratıktır bu..
Kökeni Yunan mitolojisi..
Orda Sentor denen bu yaratıkların kötü kalpli ve kaba bir kavim oldukları anlatılır.
Güney Amerika'nın yerli kavimleri İnkalar ve Aztekler'in de, ülkelerini vahşice işgale gelen ve önlerine geleni katleden Pizarro ve adamlarını, ilk defa gördükleri atlar üzerinde saldırdıklarını görünce, onları tek yaratık sandıkları anlatılır.
Şimdi nerden çıktı, bu Sentor?.
Bu kentte motosiklet üzerinde birini gördüğüm zaman aklıma Sentorlar geliyor hemen de ondan..
Sebep?.
Çünkü Sentorlara bakanlar, onların insan mı, at mı olduklarına karar veremezlerdi. Ben de İstanbul'da motorların araç mı insan mı olduklarına karar veremiyorum.
Aslında ben karar veriyorum da, İstanbul'un olmayan Trafik Müdürü ve onun görevli polisleri karar veremiyorlar..
Her öğle, ofisimden çıkıp köşeye yaya geçidine iniyorum..
Kaldırımdan.. O kaldırımdan üzerime bir motosikletli geliyor.
Gazetenin önündeki kaldırım ve orada polis varken üstelik.. Niye kaldırımdan geliyor.. Çünkü orası araçlar için ters yön. Kurallara uysa, taa ilerden göbekten dönüp gelmesi gerek.

Oysa kaldırımlar, ama insanlar için kaldırımlar, her yöne açık.
Motosiklet, insan değil araçmış.. Ne gam.. Nasılsa aldıran yok. Basar gidersin insan yolundan..
Çünkü kaldırım, motosikletin babasının yolu..
Köşede yeşil ışık bekliyorum.
Yanıyor. Yola iniyorum.
Karşıdan da bir motosiklet geliyor.
Yaya geçidinde ve tam da kalabalıkken üzerimize geliyor. Niye?.
Trafiğe uysa, o da taa ilerden göbekten dönüp gelecek, bu arada üç trafik lambasına takılacak.
Umurunda mı?.
Ordaki polisin de umurunda değil madem.. O zaman sürersin motosikleti yaya geçidindeki insanların üstüne..
Orda görevli trafik polisi de aval aval bakar..
Karşıya geçerim.
Aşağıdan arabam geliyor, onu beklemek için kaldırımda dururum.. O kaldırımın üstü de motosiklet dolu. Orda yemek yenecek yerler var. Adam gelmiş, motoru kaldırıma park etmiş, içeri girmiş.
Bir de o dükkan evlere servis yapıyor ya..
Kurye motorları, vızır vızır, geliyor, gidiyor, park ediyor. Hepsi kaldırımda..
Kaldırıma araç park etmek yasak.
Orası insanlara mahsus çünkü.
Peki polis?.
Bir defa aradım buldum. O dükkanda yemek yiyorlardı içerde..
Gazete önündeki rezillikleri hem polisi, hem de meslektaşlarımı, yani Dördüncü Gücü temsil edenleri eleştirerek defalarca yazınca, Trafik Müdürü eylem yaptı.. Ne yaptı bilir misiniz?.
Trafik ekiplerini oradan çekti.
Şimdi meydan iyice boş.. Doluyken de farkı yoktu ya.. Şimdi binamızın önünde "Koruma" polisleri var. İçişleri Bakanlığı'nın genelgesi var. Polis önünde suç işlendiğini görünce müdahale edecek. "Bu benim konum değil" demek yok. Çünkü o üniforma devleti temsil ediyor.
Devlet de önünde işlenen suça seyirci kalmaz..
Hadi bunu İstanbul'un güvenliğinden sorumlu olanlara, Vali'ye, Emniyet Müdürü'ne, Trafik Müdürü'ne anlatın..
Motosiklet, yayalara ait her yolu ve yeri kullanır. Serbesttir.
Motosiklet, "Girilmez" yollara girer. "Dönülmez" yollara döner..
Tek yönlü yollarda ters istikamette gider. Arabanızla giderken bu ters yolda olmadık şekilde ve hızla karşınıza çıkar. Kazayla burun buruna gelirsiniz.
Araç trafiğine kapalı yollar vardır.
Nişantaşı Atiye Sokak mesela..
Kurye motosikletleri vızır vızır.
Yetmez.. Bir de pahalı ve egzozu patlak motorlarla hava atarak geçmeyi adet edinenler var..
Araca kapalı yaya yolu, huzur demek, sessizlik demek, aşağı yukarı korkusuz ve sıkıntısız yürüme hakkı demek. Ama o hakkı motosikletler tanımaz size..
Şikâyet ettim birkaç defa.. Polisler geldi..
Neler demiş çocuklara o kuryeleri deli dolu gitmeye zorlayan fast food patronları..
"Şimdi Ankara'yı arıyorum.." En azından, Başbakanlık ve Külliye, arayacakları yer.. Tehdide bakar mısınız?
Adam sallıyor, belli..
Ama ya doğru söylüyorsa..
Hadi göze al da yaz bakalım cezayı..
İstanbul'a sahip olmayan Valin, müdürlerin sana mı sahip olacaklar?.
İstanbul'un trafiğinin, huzurunun baş katilleri şimdi motosikletler..
Özellikle de kurye motosikletleri ve pahalı hava atıcılar!.
Gürültü ile geçecek ki, lüks otomobil fiyatına marka motosikletini göresin.
O da tatmin olsun..
Ben bunlarla savaşa devam edeceğim..
İstanbul Vali, Emniyet Müdürü ve Trafik Müdürü'ne de, "Nasıl mücadele edilir" öğreteceğim.

*

Ettim.. Ettim de, sonuç havagazı..
Vali, Emniyet Müdürü ve Trafik Müdürü üçlüsünün umurunda değil ki.. Daha da azarak devam etti, motosikletli trafik katliamı..
Şimdilerde, akşam üzerleri Arnavutköy'de, İkinci Kordon diyebileceğim sahil yolunun arkasındaki sokakta oturuyorum genelde..
Burası Arnavutköy'ün restoranlar, balıkçılar ve kafeler sokağı.. Sabahtan gece yarısına kadar insanlar gelip gidiyor. Karantinadan sonra iki nefes almak, iki insan, eş dost görmek isteyen buraya koşuyor.
Çok kalabalık bir dinlenme ve eğlenme sokağı.. Ama gel de dinlen..
O Yunan mitolojisi Sentorlar dakka başı geçiyorlar.. Hem de nasıl?.
Egzoz patlatarak. Niye.. Yol kalabalık ya.. Geldikleri duyulsun, insanlar kaçışsın, yol açılsın ki, onlar da hızlı gitsinler..
Peki kaldırım kafelerinde oturan benim gibilerin kafaları ne oluyor?.
Kazan!.
Uygar ülkelerde, böylesi cadde ve sokaklarda polisler devriye gezerler..
Gezerler ki, resmi üniforma, suçu engellesin. Bizde Emniyet Müdürleri devriye çıkarmaz.
Bu yüzden bizim polis olay çıktıktan, yani iş işten geçtikten, olan olduktan sonra gelir müdahale eder..
Ben egzoz patlatan herife bağıracağım.
O gelip bana yumruk atacak ki, bana ambulans, o yola polis gelsin..
Zafer Aktaş Müdürüm, Bakın Fatih Altaylı kardeşim de işin peşinde..
İstanbul'a yeni bir müdür, bu defa "Gerçek Müdür" geldiğini kanıtlamak ve hissettirmek istiyorsanız, işte size fırsat..
Motosikletçilere "İnsan değil taşıt" olduklarını hatırlatın ve taşıt kurallarını onlara da acımasız uygulayın ki, herkes görsün.
Görsün ve desin ki..
"Bu İstanbul eski İstanbul değil. Şimdi bir Emniyet Müdürü var!."

***

Bir İdealizm Anıtı.. Serhan Bali...

"Bu devirde bir dergiyi, hem de bir Klasik Müzik Dergisi'ni 17 sene yaşatmak nedir" diye düşündüm de, elimdeki Andante temmuz sayısını okurken..
Evet.. Bakar, karıştırır değil, okurken..
"İçinden Opera Geçen Filmler"di kapak konusu.. Tam benlik.. O filmlerin çoğunu izlediğim, o operaların da çoğunu dinlediğim için, ne anılar canlandı gözümde, Berna Başaran'ın sayfalar dolusu derlemesini keyifle içime sindirirken..
Şefik Kahramankaptan..
Ankara Yankı günlerinde birlikte yaşanmış acı tatlı ne anılarımız var.
Ne dostluk ki, on yılda bir yüz yüze gelsek de sürer gider. Onun yazıları Ankara Mektubu gibi gelir bana..
"Serhan Bali, tüm okurlarını benim gibi tiryaki yapmayı başardığı için bu 17 yılı geride bırakmış olmalı" dedim ve sevgili arkadaşımı aradım..
"Kağıt parası arttı. Mürekkep, nakliye arttı. Ücretler arttı. Bir de pandemi belası.. Nasıl dayanıyorsun" diyecek oldum..
"Pandemi aslında kazandırdı da" demez mi?.
"Karantina günlerinde gerek TV kanallarında gerek sosyal medya hesaplarında yapılan canlı ve bant kayıtlar bence tüm sanatseverler için muazzam bir kazanım oldu. Derler ya her şerde bir hayır vardır, işte o hesap. Dünyada ünlü-ünsüz pek çok orkestra ve opera kurumu hem ellerindeki muazzam arşivleri internet siteleri üzerinden herkese ücretsiz açtılar hem de canlı etkinlikler düzenleyip sosyal medya hesapları üzerinden bunları takipçileriyle paylaştılar. Özellikle New York Metropolitan Opera'nın cömert paylaşımları opera severlerin gönlünü kazandı. Türkiye'de de evlere kapandığımız süreçte bu açıdan canlı bir ortam yaşadık. Devlet Opera ve Balesi sosyal medya hesabından keyifli sohbetler ve küçük çaplı konserler paylaştı.
Klasik müzik sanatçıları arasında karantina sürecini verimli geçiren ve bu 3 aylık sürede dinleyicilerinden kopmayı reddeden isimler oldu, bunlardan özellikle Gülsin Onay ve Cihat Aşkın türlü etkinlikleriyle öne çıktılar, buna mukabil sosyal medya ortamında her zaman çok aktif olmuş olan Fazıl Say bu süreçte oldukça sessiz kaldı.
Bu yoğun paylaşımlar herkesin hoşuna gitti diyemeyiz, çünkü sektörün bazı profesyonelleri tüm ortamlarda bu kadar çok sayıda bedava paylaşım yapılmasının pandemi süreci sonrası sanata bakışı değiştireceğini, sanatın değersizleştiğini, ucuzlaştığını savundular. Oysa bence sanatın tabanı genişledi bu yayınlar sayesinde.
Yüksek maliyetli sanat ürünlerini normal şartlarda tüketemeyen halk kesimleri karantina sürecinde en seçkin ürünlere beş kuruş ödemeden ulaşma, tanıma ve sevme olanağı buldu." "Müzik tamam diyelim.. Peki, kağıda basılan ve parayla dağıtılan ve satılan dergi ne oldu, pandemide" diyecek oldum.
Ona da yanıt verdi Serhan "Karantinanın bizi en fazla zorlayan şey, tüm okurlarımıza kağıt dergiyi ulaştırmak oldu. Kapalı mağazalar, evlerinden çıkmayan insanlar...
Biz de bu yüzden dijital dergi okurluğunu öne çıkardık. Dijital abonelik Andante için daha da yaşamsal önem kazanmış durumda. Herkesi Andante dergisine kağıt veya dijital ortamda abone olmaya davet ediyorum.
Gücümüze güç katarlar.." Serhan'ın çağrısına cevap verin sanat ve kültürseverler.. 17 yıldır bu mükemmel dergiyi çıkarmak için savaşan bu idealist adamın anıtına bir tuğla da siz koyun ve tıklayın.. Hem Türkiye, hem dünyadaki kültür sanat olaylarından haberdar olacak ve inanın, fevkalade keyifli, meraklı yazılar okuyacaksınız.
Hemen tıklayın..
www.andante.com.tr

***


TEBESSÜM
Küçük Temel koşarak eve geldi. "Büyükanne.. Büyükanne" dedi. "Bir odada, biri üstte, biri altta yatıyorsa, ona ne denir?."
Büyükannenin içi çocuğu kandırmaya razı olmadı. "Bir rahat vaktinde oturur, onun diliyle de anlatırım" diye düşündü ve cevap verdi.. "Cinsel ilişki derler oğlum.." Küçük Temel geldiği gibi fırladı gitti.
Az sonra döndü.. "Büyükanne yanılmışsın. Cinsel ilişki değil, ranza derlermiş. İdris'in annesinin de sana bir çift lafı varmış.."

SEVDİĞİM LAFLAR
'İnsan, iki küçük et parçasıyla ölçülür: "Kalbi ve dili
İmam Gazali

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA