Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İstanbul’a bir sahip daha geldi!..

"Yıllardır "İstanbul'un sahibi yok" der dururum.. Bu kentin 40 yıllık hemşehrisi olarak, son senelerde gerek atanmış, gerek seçilmiş bir sahip bulabilmek için elimde Diyojen'in Feneri, dolaşmadığım yer kalmamıştı.
Şimdi durum değişti.. Hem seçilenlerde, hem atanmışlarda, halkın ve çevrenin sorunlarına eğilen "Önemli kişi"ler var..
Kuzguncuk'un bir sorunu için, "Seçilmiş" Başkan Ekrem İmamoğlu'nu "Gelin birlikte dolaşıp görelim" demiştik.
Başkan davetimi kabul edip, koştu geldi ve talimat verdi. "Bu sorunu derhal çözelim.."
Okudunuz..
Trafikte hoş bir gelişme görünce, hemen yeni İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş'a bir kutlama selamı göndermiş, "Uygun görürseniz makamınızda bir kahvenizi içerim" diye yazmıştım. Cevap hemen geldi. Pazartesi öğleden sonra, Vatan Caddesi'ndeki Emniyet Müdürlüğü makamında buluştuk..
Ordan nasıl mutlu ayrıldığımı anlatamam..
Bir defa.. Karşımda uzun yıllardan beri ilk defa "Halk adamı" bir müdür gördüm.. Her şeyiyle bizden biri..
Hali, tavrı, kılığı, kıyafeti, konuşması.. İçtenliği..
Yani bu konuşmayı makam odasında değil, bir mahalle kahvesinde yapsak, kimse benim orada 18 milyonluk İstanbul'un Emniyet Müdürüyle oturduğumu anlayamazdı.
Kahvenin yanında kuruyemiş geldi.. Üzüm, kayısı, ceviz, fındık.. Nasıl lezzetli..
Sevgili dostum, asker arkadaşım, eski İstanbul, yıllardır Yeditepe Üniversitesi Başkanı Bedrettin Dalan da, her konuğuna mutlak kuruyemiş ikram eder. Onlar da müthiş lezizdir.. Ve de en sağlıklı ikramdır, bilir misiniz?.
Aktaş Müdürümle ilk defa karşılaşıyoruz, ama 40 yıllık dost gibi sohbet ettik.
Halk adamı olunca muhatap, öyle oluyor.. Neler neler konuştuk. Ağzından "Burası off the record/ Yazmamak üzere" lafı çıkmadı. Ama ben hep gazeteciden önce insan olmayı savunduğum ve uyguladığım için, bu bana fevkalade umut veren sohbetin ayrıntılarına girmeyeceğim..
Şimdilik şunu bilin..
Ana konularda tam anlaştık..
Mesela..
Bu köşeye başladığım 1990 yılından beri "Polis görünmeli" derim.. "Kalabalık yollar ve meydanlarda yaya, Barbaros Bulvarı, Büyükdere ve Bağdat Caddeleri gibi ana arterlerde arabalı devriyeleri, aralarında görmeli insanlar. Sivil değil resmi polis, resmi arabalar aramızda dolaşmalı ki, iyisi, kötüsü, herkes devletin varlığını görsün.." Bunları sadece Hasan Özdemir Müdürüme anlatabilmiştim. Yaya devriyeleri bir o çıkarmıştı. Kulakların çınlasın dostum. Adnan Hoca denen utanç adamını basan ve mahkemeye sevk eden de oydu.
Zafer Müdür "Polis görünmeli" ilkesine kendisini örnek koymuş.
Şu ana dek o kadar kenar mahalleye gitmiş, mahalle kahvelerinde insanların sorunlarını dinlemiş ki..
Polis göz önünde olursa, pek çok sorun kendiliğinden düzeliyor zaten.
İşte Zincirlikuyu Köprüsü.. Buradan dört çıkış var.. Doğru, Barbaros Bulvarı ve Beşiktaş.. Sağa üç çıkış.. İlki, şehiriçi, Şişli..
İkincisi E-5.. Üçüncüsü Köprü..
Burada yoğun saatlerde trafiği öldüren, sağdan, soldan kaynak yapan uyanıklar..
Geçen hafta içinde üç defa, hemen ayni saatlerde karşıya gittim. İlk ikisinde bu 80 metreyi, yıllardır ilk defa 10 dakikada geçtim. Çünkü orada, köprü boyu sağda ve solda polisler vardı ve kaynak yapanları engelleyip, "Geldiğin şeridin içinde devam et" diyorlardı.
Üçüncü gidişimde ayni 80 metre tam 47 dakika sürdü. Çünkü görüntüde tek polis yoktu. Olmayınca, eski tas eski hamam..
Yunanistan'ın iki katı nüfusa sahip İstanbul'da kadro yeterli değil. Zafer Müdürün ilk tespiti bu..
Kadro genişleyecek ve polis sorunlu her yerde görünecek..
Kendisi her yerde görünmenin önemini bilen ve seven bir müdürümüz var.. "Gece saat üçe kadar en ücra karakollara giden, ordaki rütbesiz polis memurları ile sohbet eden ve bunu bir yaşam tarzı yapan müdürümüzle İstanbul çok daha rahat ve çok daha güvenilir bir şehir olacak" diye düşünerek ayrıldım, Vatan Caddesi'nden.

***


O kadar uzun boylu değil!..

Bakın en evvel söyleyeyim.. İsmail Küçükkaya benim yakın dostum.
Hatta aile dostum.. Biz kardeşlerin evine girer, çıkar. Ağırlanır. Öylesi..
Bu İsmail Küçükkaya dün Günaydın ekimizin manşetindeydi. "Kadın Döven Adamı Unutmayız.."
Ajanstan gelen ve Demirören gurubundaki en az üç gazetede ayni resim ve satırlarla yer alan haberlere bile "İmza", hem de muhabirin resmi ile beraber imza koyan Günaydın, bu manşeti imzasız yayınlamış.
Neden?.
Galiba içinde haber yok da ondan.. 10 tane tweet bulmuşlar. Artık kim yazdıysa.. Onları alt alta sıralamışlar.. Al sana haber!
Sosyal medya linççilerinden en çok şikayet eden yazılı medya, bu trolcüleri manşete çekmiş.. İşine gelince "Aslan trolcü" yani..
Günaydın Yayın Yönetmeni Sinan Özedincik, bu gazetenin sevdiğim eskilerinden ve tanıdığım en iyi magazincilerdendir.
Bak Sinan.. Sen bu haberi inandırıcı buldun mu?. Yani okur olsan, inanır mısın?.
Şimdi sana bir teklif..
Sen, İsmail ve ben, benim bahçede buluşup kahve içelim. Sen de İsmail'e ne istersen sor. Sonra haberi kendin yaz..
Ne dersin?.

***


Şenes Erzik'le bir yaşam!..

Ülkemde Dünya Futbol Adamlığı zirvesine çıkmış iki insan var..dı..
İlkini kaybettik.. ..dı, onun için.. Necdet Çobanlı..
FIFA Yönetim Kurulu üyesi, ölene dek Onur Üyesi.. Zamanın başkanı Havalange'ın sağ kolu..
Öteki Şenes Erzik.. UEFA'daki gelmiş geçmiş en güçlü Türk. O da FIFA Yürütme Kurulu üyesi oldu.
Araları biraz buzluydu ikisinin..
Ama ikisinin de ortak bir özelliği vardı.
Çobanlı da, Erzik de yakın, hatta aile dostlarım oldular benim. İkisi ile de gurur duydum.
Bu sabah çalışmaya inerken Ercan gazeteden bir kargo getirdi. Açtım.
Kapakta "Şenes Erzik" yazıyor büyük büyük.
Kapakta elinde "Şampiyonlar Ligi Final Topu" ile Başkanın fotoğrafı.
Altında kitabın adı.. "Olmaz Olmaz Demeyin.
Olmaz Olmaz!" Üstünde de UEFA Başkanı Platini'nin sözleri..
"Şenes Erzik, bilgeliğin en somut örneği" Platini'nin ne kadar doğru söylediğini, nerdeyse tüm hayatını yakından izlediğim için en iyi bilenlerdenim.
Arka kapakta Şenes Başkan "Bu kitabı övünmek değil, gençlere örnek olmak amacıyla "Bilinmek" için yazdığını söylüyor.
Gerçek de o.. Özellikle gençlerin, başarıya, hep başarıya, zirveye gitmeyi ve orada kalmayı bilmesi lazım.
Kitabı açmadan yazıyorum bu satırları. Çünkü dedim ya, tamamını nerdeyse birlikte yaşadık. Ama boş kaldıkça rastgele açmak ve eski anıları anmak için baş ucuma yerleştirdim.
Futbola meraklı herkesin, özellikle de gençlerin elinde olması lazım..
478 sayfa.. 30 lira.. Her kitapçıda bulabilirsiniz.
Ayrıntılı bilgi...
www.siakitap.com

***


Bu nasıl Türk medyasıdır?..

İnanmıyorum.. Bu ülkede medya olduğuna inanmıyorum.. Bir de bize "4. Güç" derler öyle mi?. Yani, Yasama, Yürütme ve Yargı'dan sonra gelen Dördüncü Güç..
Türkiye Akdeniz ve Orta Doğu'daki sömürgeci emellere baş kaldırdı diye, Fransa, her koldan bize saldırıya başladı.. Başkan Macron'dan, güya mizah dergisi Charlie Hebdo'ya kadar..
Bu mizah dergisi gene azdı. İnançlarımıza, dinimize, Kitabımıza ve Peygamberimize saldırıyor. Girin Google'a..
"Charlie Hebdo" yazın ve görselleri tıklayın.
Kapakları yeter neyin ne olduğunu anlamanıza..
Fransa'nın amacı Akdeniz ve genç Türkiye Cumhuriyeti'nden yediği tokatla kaybettiği Suriye ve Mezopotamya sömürüsünü ele geçirmek.
"Türkler faşist.. Onlarda demokrasi yok..
Diktatörlük var.. Irkçılık var. Din sömürüsü, azınlık düşmanlığı var" diye kampanyalar düzenliyorlar. Sokaktaki adamı kışkırtıp gösteri yaptırıyorlar..
Avrupa Birliği'ni aleyhimize çevirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar, yani!.
Tamam mı?. Bu dediklerime itirazı olan var mı?.
Şimdi gelelim "Bizde medya var mı" soruma..
İşte bu ortamda Türkiye'de bir film vizyona girdi. Pazartesi akşam üzeri Ercan'la gittik.
Salonda biz ikimiz vardık sadece..
Çünkü..
Çünkü ülkede bu filmin ne olduğunu kimse bilmiyor. Kimse yazmadı..
Oysa bu film, Fransa'nın, o demokrat Fransa'nın iç yüzünü anlatıyor.
Ordusundan, yargısına, sokaktaki adamına dek, nasıl ırkçı, nasıl azınlık düşmanı, aslında nasıl tam bir faşist olduklarını anlatıyor.
Bu film, Hitler'den çok önce, Fransızların, azınlık ve Yahudi düşmanı olduklarını anlatıyor..
..Ve bu film "A'dan Z'ye" gerçek..
Tarih ve edebiyatla biraz yakınlığı olanlar, ünlü Fransız Yazarı Emile Zola'nın adını ve onun "J'Accuse/ İtham Ediyorum" adlı yazısını bilirler.. İlber Ortaylı Hocamızdan nakledeyim.
"13 Ocak 1898'de l'Aurore gazetesi, ilk sayfası tümüyle ünlü Emile Zola'nın "J'accuse- İtham ediyorum" başlıklı uzun makalesine ayrılmış olarak çıktı. Emile Zola, canlı tasvirleriyle toplumların hayatında herkesi acıtacak gerçeği ortaya koyan bir yazardı.
Fransa onun bu açık suçlamasıyla birbirine girdi. Suçlananlar Fransa'nın üst kademe komutanlarıydı. Alfred Dreyfus adlı Yahudi asıllı bir yüzbaşıyı Alman casusluğuyla suçlamışlar, Paris sokakları ve bütün Fransa Yahudilere karşı kışkırtılmış, ülkenin insanları hatta yakın akrabalar bile bu davanın etrafında birbiriyle karşı karşıya gelmişti." Roman Polanski'nin Türkiye'de "Subay ve Casus adıyla gösterilen ve Fransızca adı "J'accuse" olan filmi, işte Fransa'nın gerçek yüzünü ortaya koyan bir belgesel adeta..
Çünkü filmdeki herkes gerçek. Her şey de gerçek. Belgeli gerçek..
Fransız askeri istihbaratının başına getirilen, aslında kendisi de Yahudileri sevmediğini itiraf eden Albay Picquart, eline geçen belgelerden, Yüzbaşı Dreyfus'un bir Yahudi düşmanlığına kurban gittiğini ve gerçek casusun orduda halen Almanlara haber sızdıran bir başka subay olduğunu belirler ve harekete geçer. İki hedefi vardır.
Dreyfus'un masumiyetini kanıtlamak ve gerçek casusu yakalamak..
Polanski müthiş bir film yapmış.
Peki gidip gören ve bu filmin, bugünkü Türk- Fransız ilişkileri yanında, öneminin farkına varan, İlber Hocam başta, tarih yazarlarıyla konuşup, manşet yazıları yapan tek gazeteci çıkmayışı mesleğim adına "Ayıp" değil mi?.
Soner Yalçın dostum. Sivas Olayları'nı en iyi film yapan adamsın. "J'accuse" tam senin yazıp Sözcü'ye manşet yapacağın film değil mi?.
Tamam.. Sözcü muhalif gazete.. Ama Türkiye'ye ve Türk insanına da muhalif değil, herhalde!.

***


TEBESSÜM
Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu'nun, bir Türkiye güzelini kadroya almasına eleştiriler gelince, dost Ali Kestaneci "Yahu Başkan 'Her şey çok güzel olacak' dememiş miydi" yorumunu getirmişti. Okudunuz. Kestaneci, Olimpiyat Şampiyonu, dünya çapında güreşçimiz Hamza Yerlikaya'nın bir devlet bankası yönetim kurulu üyeliğine getirilmesine takılanlara takılıyor, bu defa.. "Güçlü bankacılık, hedefimiz değil miydi?. Ne kızıyorsunuz!"

SEVDİĞİM LAFLAR
"Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur." Ahmet Hamdi Tanpınar

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA