Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Bir gün mutlaka!..

Sabah Gazetesi Bölge Koordinatörü Ersin Ramoğlu Üstat, "Sabah'ın Güney ilavesinde yazar mısın" diye teklif etmiş, Arife'ye ilk.. Ve Arife Ünüvar, "Spor" yazarak başlamış köşeye..
"Spor yazarlığı bana çok şey kazandırdı. Nice başarılara birinci elden şahit oldum. Başarı hikâyelerini birinci elden dinledim. Başkalarının başarılarına gözlerim dolarak, boğazım düğümlenerek şahit oldum" diyor. Öğrendikçe yazmış, yazdıkça öğrenmiş..
Kafası ve kalemi birleştikçe kendisine güveni artmış ve "Bir gün mutlaka" diye hedefini seçivermiş..
O hedef şu anda bilgisayarımın yanında duruyor..
"Bir Gün Mutlaka." Bir kitap o..
"Yaşanmış Başarı Öyküleri" yazıyor altında.. Üstünde de yazarının imzası var..
"Arife Ünüvar!."
Gencecik bir spor yazarı kız, yaşanmış başarı öykülerini derlemiş ve yazmış. Dün akşam şöyle bir açtım ve o öykülerin yarıdan fazlasını okuduktan sonra elimden bırakabildim. Lafı hiç uzatmadan, dolandırmadan kısa kısa yazmış her öyküyü.. Ama ne güzel yazmış, inanmazsınız..
Aslında konuları spordan, ama söylemi "hayat" üzerine Arife'nin. Senin, benim, hepimizin hayatı üzerine..
Başarmanın sırrını anlatıyor öyküler okuyana, hiç hissettirmeden. Kendine güvenmenin, inanmanın, karar vermenin ve direnmenin, nasıl "başarı" temeli olduğunu bilinçaltına yolluyor, o kısa, hoş ve meraklı öykücüklerle..
Bu kitabı mutlak edinin.. Özellikle gençler mutlak okusunlar.. Bir tık uzakta..
www.kdy.kitapyurdu.com

*

"Kitabımı edebiyata ve spora gönül vermiş, edebiyatı ve sporu aşk yapmış, 'Bir gün mutlaka' diyen tüm okurlara ithaf ediyorum" diyen Arife'nin ilk yazısı "Cüneyt Ağabeyin 100 Metresi" diye başlıyor.. Cüneyt Ağabey.. Beni "Hıncal" yapan dört adamdan biri.. Babam.. M. Ali Ağbi.. Cüneyt Ağbi ve Ercan Arıklı..
Kitabı anlatan yazıma bir örnek koymaya karar verince, o ilk yazıyı, Cüneyt Ağbi'yi anlatan yazıyı seçtim.
Arife'nin her başarı öyküsü bir seçme deyişle başlıyor..

*

"Ne üstün zekâ, ne hayal gücü ne de ikisi birden insanı 'Dâhi' yapmaya yetmez. Sevgi... Sevgi... Sevgi... İşte budur, dehanın ta kendisi..." Wolfgang Amadeus Mozart
.............

Cüneyt Ağabeyin 100 Metresi
Yıl 1936... Berlin Olimpiyatları. Kore, Japonya'nın işgali altında. Koreli sporculara Japonya'nın forması giydirilmiş. Birinci;
Japonya'nın bayrağını taşıyan bir Koreli... Sohn Kee. Göndere Japon bayrağı çekiliyor ama onun gözleri yaşlı, nedeni; ülkesi işgal altında.
Ve harp bitiyor, sene 1948... Londra Olimpiyatları... Birinci yine Sohn Kee...
Ama bu kez göndere çekilen Kore bayrağı... Kore bağımsızlığını kazanmış ve sporcusu kendi bayrağı için koşmuş.
Bu hikâyeyi ülkemizin olimpiyat ateşini yakan, atletizm için bir satırbaşı olarak anılan bir bilgeden öğreniyoruz. "Cüneyt Ağabeyin 100 Metresi" adlı kitabın baş kahramanından. Acı bir haberle bir trafik kazasında kaybettiğimiz Cüneyt Koryürek için yazılan kitapta sporseverler için yüzlerce mesaj var.

17 yaşında başlıyor atletizme ve hayatını gazeteci ve yazar olarak devam ettiriyor. İz bırakanlardan; "Atletizm bana yılmamayı, sabırlı olmayı, insanları sevmeyi ve rakibime hürmet etmeyi öğretti. Hem atletizm benden sorulur" diyor.
"Uygarlığın temeli, merhaba, nasılsınız, lütfen ve özür dilerimler ile atılacaktır.
Medeniyet, üçüncü kişilerin haklarına saygılı olmaktır" diyerek dostlarına hep medeniyet dersleri veriyor.
O, çevresini bilgisiyle zehirleyen bir yazar.
"Hayattan hep talep edeceksiniz, asla kanaatkâr olmayacaksınız ve verdiğiniz sözü asla unutmayacaksınız" diyor mesela.
Aklı hep ön plana alan bu mucize insanın fotoğrafı zihinlere; dik bir duruş, beyaz saçlar ve zıpkın gibi bir delikanlı olarak kazındı.
Ayrıca; derin ve büyük bir yürek sahibiydi. Onda aristokrat olmayan bir asalet vardı. Zamana ve mekâna bağlı kalmadan çalışırdı. Kitaplarla işgal edilmiş bir ofise girerdiniz, üstünüze bir küçüklük hissi sinerdi. Daha az cahil ölebilmek için çırpınan Cüneyt ağabeyin uyandırdığı bir histi bu.
Gözlerini okumaktan anbean kaybetmiş ama o mercekle okumaya devam etmiştir.
"Sevgimi de paylaşabilirim bilgimi de..
Hem sevgimi ve bilgimi versem ne kaybederim ki" diyecek kadar ince bir ruha sahip.
Dostları onu kaybetmenin acısıyla, "Dostları olmalı insanın; ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen, düşünemediklerinizi düşündürebilen...
Şiiri sanki onu anlatıyor" diyorlar...
"Hem hepimizden biri idi, hem hepimizden farklı idi" diyor bir öğrencisi.
Yıl 1980... Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu...
"Ders, Gazeteciliğin Temel İlkeleri..." Beyaz saçlı bir adam kürsüye doğru yöneliyor ve:
"Adım Cüneyt Koryürek. Hakkımda bu kadar bilgi yeter..."

*

Bugün bu yazıyı en tepeye koyarak iltimas yaptığımı düşünenler olacaktır. Bu "sevgi"yi nerdeyse unutturdukları gündem içinde genç bir kadın spor yazarına ve hep minnet ve şükran duyduğum Cüneyt Ağbimin hatırasına iltimas yapmaktan gurur duyduğumu bilesiniz..

***


ASUMAN HOCAM'DAN ÇIĞLIK
"Ben Feyziye Mektepleri Vakfı (FMV) ve Işık Üniversitesi'ni 10 yıl öncesine dek defalarca yazdım. Bir Asuman Hocam vardı (Ben Hocam derdim). Vakfın Halkla İlişkiler Danışmanı.. Her etkinliğe beni ofisime gelir davet ederdi. Koşa koşa giderdim.. Sonra emekli oldu herhalde, kayboldu. Dün baktım Hürriyet'te yarım sayfa Işık Şile Kampüsü.. Resimler, yazılar. Ama tepesinde bir not. "Bu bir ilandır." Asuman Hocam emekli oldu herhalde..
Yerine de birini bulamadılar, şimdi santim sütun parasıyla ilan veriyorlar" diye yazmıştım ya.. Bir mail aldım.. Aynen size sunuyorum.
"Sevgili Hıncal Hocam.
Bugünkü yazılarınızı keyifle, gözlerim dolarak okudum. Beni 2011 yılında işten çıkardılar. Derin bir üzüntü, sonrasında sağlık problemleri, ameliyatlar.. Sizi ziyarete gelemedim. Pandemi sonrası inşallah. Geçen yıl beni işten çıkarma sebebini öğrendim. FMV yönetim kurulu üyesi 1 kişi, benim şişman olduğumu, koşturamayacağımı söylemiş. Diğerleri de kabul etmiş.. Biri çıkıp da 'Bu kadın 15 senedir bu işi yapıyor' dememiş. Şimdiki hallerini gördükçe hem üzülüyorum hem seviniyorum.

Saygılar ve sevgilerimle.
Asuman ŞEKER"

Altına kelime eklememe gerek var mı?.
Artık bu vakfın okullarını bir kişiye tavsiye eder, kampüslerine adım atarsam adam değilim..
Bana cevap falan yazmayın. Doğru çöpe gider. Bir lafınız varsa Asuman Hocam'a gidin. O bana anlatsın, tamam mı!.

***

ENFES BİR FİLM!..
Herkes ama herkes görmeli.. Hatta ailecek görmeli.. Adı Mavi Mucize.. Netflix'te izleyebilirsiniz.. Bunları en başa özellikle yazıyorum. Çünkü bu yazılar sizin için yazılıyor. Neyi nerede bulacağınızı en başta bilin diye..
Bazıları en sona yazıyor.
Koca yazıyı okuyorsunuz, en sonda bakıyorsunuz izleyeceğiniz platform sizde yok..
Ertuğrul Özkök mesela hiç yazmıyor. Her gün paralı olduğuna inandığım "proje" yazısı içinde Spotify mutlak geçiyor ama en büyük platform Netflix yok..
Para mı vermiyor Netflix, Hürriyet'e dostum?.
Neyse..
Meksika Körfezi'nin oralarda her yıl büyük ödüllü bir balıkçılık yarışması yapılıyor.
En kıymetli mavi kılıç balığının en büyüğünü kim yakalayacak?.
Daha önce iki kez şampiyon olan ve olmak için de ailesini terk eden bir yalnız adam (Dennis Quaid/ Filmdeki tek ünlü bu) ile kimsesiz çocukları sokaktan toplayıp kurduğu evde bakan, ama borçları yüzünden binalarına haciz gelen bir adam ve onun seçtiği çocuklar takım oluşturup yarışa giriyorlar..
Bir yanda heyecanlı bir deniz/aksiyon filmi.. Öte yanda, filmdeki her ama herkesin birbirine, bu arada biz izleyenlere verdiği insanlık dersleri..
Filmin gerçeklere dayalı olduğunu bilmek daha da çarpıcı.. Toplayın aileyi. Hatta eskisi gibi konuyu komşuyu..

***


RAFAEL NADAL'IN TAKINTILARI...
Roland Garros'la birlikte tenis dünyası gene Rafael Nadal'ın takıntılarını konuşmaya başladı. Tartışmakta da haklılar. Mesela ben, Rafa'nın takıntılarına takıntılı hale geldim ve onun maçlarında "izleme zevkim" yarıya düştü.
Tenisi ve Rafa'yı uzun zamandır izleyenler artık ezbere bilirler bu takıntıları.. Özet mi?.
- Rafa, servis atmaya hazırlanırken ya da rakibinin servis atmasını beklerken önce şortunun apış arasına önden ve arkadan dokunuyor.
Sonra tişörtünün meme uçlarına dokunuyor.
Ardından yüzünün iki yanına, sonra burnuna dokunuyor ve saçlarını düzeltiyor.
- Kort değişimi sırasında her zaman rakibinin ilk olarak diğer tarafa geçmesini bekliyor. Ardından sağ ayağıyla diğer tarafa geçiyor.
- Kenarda dinlenme aralarında şişelerini dizme takıntısı var.
Şişeleri, etiketlerini belli bir açıdan sahaya bakacak şekilde yerleştiriyor.
Hatta şişelerinin yerini oynatan olursa maç sırasında azarlamaktan da çekinmiyor. Önce enerji içeceğini, sonra suyunu içiyor.
- Diğer tenisçilerin aksine her sayı kazanmasının ardından havlusuna koşuyor.
- Maç başlamadan önce saha seçimi sırasında ısınmak için zıplamaya başlıyor. Ardından çizgiye kadar koşmaya başlıyor. Maç sırasında her çizgiye gelişinde, bir ayağını çizgiye paralel sürüyor.
Nadal "Bunlar benim rutinim. Her tenisçinin rutini var" demekle yetiniyor, ama dünyanın ünlü ruh doktorlarının görüşü başka.
"Nadal'da OKB (Obsesif Kompülsif Bozukluk) var" diyorlar. Bu hastalık özetle beynin bir düşünceyi birbiri ardına tekrar etmesi. Bir tenis maçı oynarken kafana bambaşka bir fikrin takılması ve durmadan tekrar etmesi ne demek?. O oyunu oynayabilir misiniz?. Nadal'ın "rutinlerim" dediği şey, aslında maç anındaki devamlı tedavisi.. Takıntısını beyninden alıp, eyleme dönüştürüyor. Tekrar tekrar düşünme yerine tekrar tekrar ayni hareketleri yapıp kafasını boşaltıyor ve oynadığı oyuna verme imkânı buluyor..
Spor dünyası, Nadal'da ne olup olmadığını, belki tenisten emekli olup anılarını yazdığında öğrenecek. O zamana dek de tartışmaya devam..

***


TEBESSÜM
Ağaçlara bir kalp içinde isimlerinin baş harflerini kazıyan sevgilileri görünce hep düşünmüşümdür: "Dünyada kaç insan sevgilisi ile buluşmaya bıçakla gider ki?."

***


SEVDİĞİM LAFLAR
İçinizde kalan fikir güçsüzdür. Nancy Duarte

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA