Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Gün karar günü... ‘Tamam mı?.. Devam mı?..’

Tepedeki puan cetvelini görüp de hatırlamayan ve "Bu ne" diyen de çıkacaktır.
Hemen söyleyeyim.. Bu FIFA 2022 Dünya Kupası Avrupa elemelerinde, Türkiye'nin yer aldığı G Gurubu'nun son puan durumu..
Gurup birincileri Katar'daki finallere doğrudan gidecek. İkinciler oldukça dolambaçlı play-off'larda ilk üç sırayı almak için bir daha mücadele edecekler.
Gurubumuzda şu ana kadar her takım üçer maç oynadı. Gurup maçları karşılıklı ikişer maçlı lig usulü oynanıyor. Yani daha 7 maçımız var..
..Ve bu maçlar bu eylülde başlıyor.
1 Eylül'de Karadağ ile oynuyoruz. Son maçımız ise 16 Kasım'da Cebelitarık ile. Yani 2.5 ay içinde tam 7 maç oynayacak Türk Milli Takımı.. Görüntü zor ama, işin iyi bir yanı var.

İlk 3 maçın puan cetvelinde 2 galibiyetimiz görünüyor. Bu iki galibiyet, asıl rakiplerimiz Hollanda (4-2) ve Norveç'e (0-3) karşı. Yani Norveç'i bir de kendi sahasında yendik. İstanbul'da Letonya ile 3-3 berabere kalıp 2 puan kaybetmesek daha da iyi olacaktı ya.. Neyse..
"Önümüze bakalım" der ya futbolcular söz birliği etmiş gibi her maçtan, her kupadan sonra..
İşte şimdi bu lafın tam da zamanı diye düşünüyorum..
2022 Dünya Kupası'na gitme yolunu açacak 2.5 ayda 7 maçlık nefes nefese yarışa sadece ama sadece 2.5 ayımız var..
Yani, 2020 Avrupa Şampiyonası'ndaki beklenmedik kötü sonuçları hemen unutup, kolları bugün, bir tek gün bile ziyan etmeden sıvamalıyız.
Ama bunun için önce önemli karar almamız lazım!.
"Şenol Güneş'le tamam mı, devam mı?." Sorunun cevabını önce medya verecek.
Hayır, sosyal medya değil.. Yazılı ve görüntülü gerçek spor yazarlarından oluşan medya..
Sorumluluk hissi olan bütün kalemler bu soru için çalışmalı.. Bu eleştiriler yapılırken, Nihat Özdemir Başkan da Federasyon'da ilgili bütün kurulları toplamalı. Onlar da tartışmalılar.
Sonunda Türk futbolunun yürütme gücü Federasyon, dördüncü güç medyayı da dikkate alarak karar vermeli.
Bugün Galler maçının eleştirisini yazmadım.
Acelesi yok. "İsviçre maçını da izler, ikisini birden kaleme alırım" diye düşündüm.
"Acelesi olanın, asıl işte bu 'Şenol Hoca ile tamam mı, devam mı kararı' olduğunu, hem Federasyon'a, hem medyaya gün kaybetmeden, yani bugün hatırlatmalıyız ve uyarmalıyız" dedim kendi kendime.
Dün, gazetelerin ilk baskılarının bittiği saatte tamamlanan maçın ardından alelacele yazılmış eleştirileri okudum.
Hâlâ Şenol Güneş'i unutmuş, adını yazmadan maçı eleştirmiş kalemlerin yazıları bol.. Ama bu defa Hocamızı şiddetle eleştirenlerin sayısı hayli artmış.
Bu olumlu bir görüntü. Ama hâlâ sanki "Özel Şenol Güneş sayfaları" yapan, Şenol Güneş'i hâlâ kahraman gösteren spor müdürleri de işbaşında yazık ki!.
Konu Türk Milli Takımı, konu ay yıldız olduğu zaman, kalemler, sempati ve antipatilerini kenara itip, düşündüklerini, gerçek düşündüklerini yazmalılar ki, işe yarasınlar.
..Ve bu düşüncelerin hepsine, hem de çok acil ihtiyacımız var.
Dünün ışığında yarını düşünmeye ihtiyacımız var çünkü..
1 Eylül'e kaç gün kaldı, parmak hesabı yapar mısınız?.

***


HANGİSİ?..
Ahmet Hakan, yönettiği Hürriyet gazetesini ve yazdığı köşesini sosyal medyanın emrine verdiğinden beri (Dün Mevlüt Kardeşim (Tezel) ne güzel eleştirmiş) Hürriyet'te okuduğum şeyler çok ama çok azaldı. Ama dilerim nazar değmez, iki tiryakiliğim var.
Zeynep Bilgehan'ın "Hey Gidi Yıllar" yazıları.. Hele de eski fotoğraflar.. Ve de Savaş Özbey'in "O mu, Bu mu" söyleşileri..
Savaş'ın konuştuğu kişiler bazen beni zerre ilgilendirmiyor ama, sorular çok ilginç ve cevaplar kısa olunca, okunması kolay ve keyifli oluyor.
Geçen Gülben'le (Ergen) konuşmuş..
Çok da severim Gülben'i..
Herkese mutlak sorduğu bir soru var, Savaş'ın..
"Hangisi daha kötü senaryo?.
Kimselere âşık olmamak mı, her aşkınızın kötü bitmesi mi?." Gülben cevaplarının çoğunda kaçamağa kalkmış.. Benim yarattığım bir "Havet" lafı vardı ya, işte ondan.
"HAyır/eVET" demiş.
O soruyu soran Savaş'a da cevap veren herkese de ben bir senaryo sunayım mı?.
"Âşıklar bir defa bile sevişemeden, tam da kavuşma anında ölürler. Ama aşkları dünya tarihine geçer. En büyük aşk olur. Aşkın simgesi olur. 'Kimlerdir' diye sormuyorum bile.. Herkes ezbere bilir çünkü.. Romeo ve Juliet!.."
Önemli olan aşkı yaşamaktır, Savaş!. Gülben!.. Kalbinde yaşayıp, beyninde izini çakmak..
Kalbiniz hiç çarpmadıysa, beyninizde hatırlayacak tek şey yoksa, "Yaşadım" diyebilir misiniz ki?.
"Love Story" filmini ve şarkısını izleyip de unutan var mı?. Peki sonu iyi biten kaç aşk filmi var, hatırınızda?.

***


BU NE GÜZEL GÜN!..
Karaköy'deki evinin penceresi önünde oturup çektiği resimleriyle, ilhamlarını yollayan Sevgili Zeynep'ten uzun zamandır ses çıkmıyordu.
Nihayet çıktı, ama iyi çıktı. Meğer Bodrum'daymış.. Eeee.. Orada yazı yazacak vakit bulmak zordur, kabul etmek gerek.. İşte nihayet geldi ses.. Gümüşlük'ten..

*

İstanbul'a giden arkadaşlarımın 3 kedi, 2 köpek ve onlarca bitkisine (Ev yarı sera sanki) bakmak için geldiğim Gümüşlük'teki nefis evlerinde geçirdiğim ikinci gecemin sabahında oldukça yorgun uyanıyorum. Çünkü 2 kere kâbus görerek, 1 kere de kedilerden birinin yanıma gelmek için kapıyı eşelemesiyle 3 kere uykum bölünüyor.
Ama yine de alışık olduğu üzere 6.30 civarı uyandırıyor bedenim beni.
Odamın kapısını açtığım anda ayaklarıma dolanan 3 kedinin (Cevriye, Naciye ve Hulusi) mırıltıları bütün yorgunluğumun uçup gitmesine yetiyor.
Yüzüme buz gibi suyu çarpıp biraz daha kendime geldikten sonra üzerimi değiştirip üst kata çıkıyorum. Kedilerin mamalarını ve sularını tazeledikten sonra ben de büyük bir bardak suyu kana kana içiyorum ve artık akıllandığım üzere sabah yogamı yapmak için arka balkona çıkıyorum.
"Akıllandım" diyorum, çünkü önceki gün ön terastaki denemem köpeklerin (Daisy ve Pablo) yogayı bir oyun olarak algılamalarıyla üzerime yatmaları ve beni hareketsiz bırakmalarıyla sonuçlanmıştı.

"Günün ilk saatlerinde, doğanın
tam içinde, kayalıklara, ağaçlara bakarak ve adını bilmediğim kuşların seslerini (sadece kuş mu ki?) dinleyerek yoga yapmak gibisi yok" diye düşünüyor ve bir yandan şükrediyorum. Tüm bu güzelliklerin içinde benim gibi böcek fobisi olan bir insan bile kendinden beklenmedik bir şekilde rahatlayıp uyum sağlayabiliyor.
Sıra köpeklerin gönüllerini almaya geliyor. Lastik ayakkabılarımı giyip yürüyüşe çıkmak üzere ön kapıya yöneldiğimde Daisy'yi çoktan beni beklerken buluyorum. Pablo pek oralı değil.
Belli ki biz yürürken o güneşlenmek istiyor.
Daisy ile Gümüşlük'ün tepelerinden başlıyor yolculuğumuz. Daisy aşağıya inerken önümden gidiyor. Hatta arada durup bana yandan bakış atıyor "Hadi!" der gibi. Ama dönüşte geride kalıyor.
Geçen sene olduğundan biraz daha mı çabuk yoruluyor? Yıllar onun için de geçiyor. Ama her bana yetişmesi için adını seslendiğimde tüm gücünü kullanıyor yanıma gelmek için.
Temiz havayı içime çekiyorum. Yol boyunca sabah ışığının daha da güzelleştirdiği farklı farklı Gümüşlük manzaralarına tanık oluyorum. Elimde olmadan sık sık durup bu güzellikleri fotoğraflıyorum.
Bu işe en çok Daisy seviniyor.
Daisy dili dışarda bitirdiği yürüyüşün sonunda verdiğim suya ve mamaya da çok seviniyor. Sesleri duyan Pablo, yemeği güneş banyosuna tercih ediyor. İkisi yemeklerini yerken uzun uzun onları seyrediyorum ve hayvanları sevmeyen insanların ne kadar büyük bir dostluktan mahrum kaldıklarını düşünüyor ve bir an onlar için üzülüyorum.
O sırada, canım çok çekmiş olacak, burnuma henüz hazırlamadığım kahvenin kokusu geliyor. Köpekleri yemekleriyle baş başa bırakıp mutfağa çıkıyorum...

*

Müzik önerisi: Oh, What A Beautiful Morning/Oooo!. Bu ne güzel gün (Gordon Macrae, Darcy M. Proper)

***


34 AHR 353!..
Çoktandır plaka yazmaktan vazgeçmiştim. Çünkü İstanbul Trafik Müdürü'nün bu köşede yazılan şikâyetleri okuma zahmetine dahi katlanmadığından emin olmuştum. Benim vergilerimle maaş alan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Basın Daire Başkanlığı da belli emir almıştı. Hiçbir yazımla ilgili açıklama, bilgi verme zahmetine katlanmıyorlardı. (Bu yazıma cevap verirlerse şaşarım. Ne diyebilirler ki?. Oturup çay-kahvenizi için beyler..)
Ama bu defa yazmaya karar verdim. Yapan okur da belki utanır ve bir daha böyle cinayet teşebbüslerinde bulunmaz, diye..
İnsanlık dışı mahluk öyle şeyler yaptı ki, şu anda ailecek hastane ya da mezarda olabilirdik.
Bu yaratığın görüntüleri muhakkak EDS'de (Elektronik Denetleme Sistemi) vardır..
16 Haziran saat 15.37.. Yer, Tepecik Yolu Sanatçılar Parkı kavşağındaki göbek!.
Biz Nispetiye Caddesi'nden döndük.. Tepecik Yolu'nda trafik ağır ağır ilerliyor.. Allah'tan öyleymiş. Hayatımızı o kurtardı.
Biz kavşağa girdik ki, Prof. Kaya Çilingiroğlu Caddesi'nden yani solumuzdan nasıl bir araba ok gibi üzerimize daldı..
İşte bu 34 AHR 353 beyaz Clio.. Normal, yasal 50 kilometre hızla gitsek kaza, hem de şiddetli kaza kaçınılmaz olacaktı. Caner bizi öne fırlatan ani frene basarken, bir yandan da çok ustaca bir manevra ile "Yaratık"tan kurtuldu. Bizi geçen mahluk, göbekte sola dönerken ve döndükten sonra Tepecik Yolu'nda makas atarak iki arabayı daha geçti, sonra en sağa yanaştı ve ilk sağdan defoldu çıktı.
Nereye gidiyordu bilemem.. Çünkü benim yeğen Zeynep oralarda oturuyor. Sık sık giderim. Ne tabakhane gördüm, ne de kokusunu aldım!.

***


TEBESSÜM
John, Suriye'deki Amerikan birliğine tayin olmuştu. Subayların uyudukları çadırları düzenleme görevini ona verdiler. 10 çadırı da dolaştı. Sadece komutan albayın dışında, hepsinin yatağının üzerinde cibinlik vardı. Yöre sivrisinek kaynıyordu, tamam da, niye albayda yoktu?.
Nöbetçi çavuşa sordu.
Çavuş "Albay gecenin ilk yarısında sivrisineklere dikkat etmeyecek kadar sarhoştur. İkinci yarıda ise sivrisinekler albaya dikkat etmeyecek kadar zurna olurlar.."

***


SEVDİĞİM LAFLAR
"Yeryüzünde insan yaşamının gelişmesine bilimsel buluşlar yetmez. Daha fazla ahlaklı yaşam düzeninin gelişmesi gerekir." Albert Einstein

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA