Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

‘Ön masaya selam vermezsen ne olur?..’

Bu başlığı keyifle okuduğum magazinci yazar Onur Baştürk'ün köşesinden aynen aldım.
Bak sana anlatayım, ne olur, daha doğrusu ne olurdu, Onur!.
Bizim zamanımızda, yani Maksim'in ışıklarının söndüğü güne kadar, neler olmazdı ki?.
Bir defa adı "ön masa" değildi. "Faça masa" derlerdi, sahnenin, salonun içine bir iskele gibi uzatılmış bölümlerine temas eden masalara..
Bir gazinocu, adını kapısına neonla yazacağı sanatçıyı belirlerken "Kaç masası var?" hesabı yapardı. Sesi, sanatına bakmazdı.
Eğer assolist arıyorsa hele, bu defa "Kaç faça masası var?"ı araştırırdı, gazinonun menecerleri..
Faça masa, bir defa çok ünlü değilseniz, uzun olurdu. Üzerine siz istemeseniz bile buz kovasında en pahalı viski konurdu. Yemek üzerine yanar dönerli meyve koca bir tepsi içinde ve garsonların ellerinde yükselerek öyle bir gelirdi ki, içerdeki herkes gözleriyle takip ederdi, "Kime gidiyor?" diye.. Yemekten sonra şampanya patlatmak, hele de assolist için birkaç şampanya patlatmak esastı. Assoliste masadaki gülleri atmak değil, özel hazırlanmış gül yaprağı dolu tabakları garsonla kafasına bol bol boşalttırmak esastı. Yani gazinonun o geceki tüm masrafları nerdeyse, faça masadan çıkar, patron hatta sadece ordan kâra bile geçerdi.
İşte o devirler.. Ben Gelişim'de Erkekçe'yi çıkarıyorum. Işıklar içinde yatsın, patron Ercan bir gün odama geldi. "Hazır ol, bu gece Caddebostan Maksim'e gidiyoruz" dedi.. Maksim'de Gönül vardı. Benim de çok sevdiğim, çok yakın dost olduğum Gönül..
Onu 14 yaşında iken (Ben değil tabii.. Gönül) Ankara'da Gençlik Parkı'ndaki açıkhava gazinosunda izlemiştim. Dünya tatlısı bir genç kızdı. Fıkır fıkır söylüyordu, en popüler şarkıları.. Alaturka olsun, pop olsun.
"Hayrola patron" demedim. Çünkü, Ercan'ın da Gönül Yazar'ın içten hayranı olduğunu, onu sevdiğini biliyordum. "Memnuniyetle" dedim..
Akşam, Ercan'ın özel sekreteri gibi şoförü, sırdaşı Sevgili Nevzat bizi aldı. Bindik, doğru karşıya.. Yolda Ercan, bana Gönül'ü anlatıyor, ben de ses çıkarmadan dinliyorum..
"Dünyanın en güzel giyinen kadınlarından biridir. Bu nasıl bir zevk.. Onu isterse yandaki bakkala gitsin, hayran olacağın bir kıyafetle görürsün. Rastgele kılıkla dışarı adım atmaz.."



Ercan, faça masa ayırtmış. Oturduk, karşılıklı. Pistin tam kenarındayız. Yanımızda birer sandalye boş. Dört kişilik bir masa.. Ercan'ın hemen arkasında, benim karşımda uzun bir masa var. 12 kişilik, saydım. Ortada bir yığın buz kovası ve her birinin içinde viski şişeleri.. Belli zengin, paraya para demeyen biri geliyor.. Uvertürler, alt kadro geçti, yemekler falan bitti.. Solist altı sahneye çıkarken, hepsi siyah takım elbiseli, beyaz gömlek ve kravatlı, ceketin altından arka cebin orasının şişkinliğinden silahlı oldukları belli birtakım adamlar geldiler.. Masaya baktılar. Dört tanesi en arka dört sandalyeye oturdu. Gerisi tekrar dışarı çıktı. Biraz sonra beklenen Marlon Brando geldi.. Godfather, yani Baba olduğu her halinden anlaşılan biri.. Ama ben çıkaramıyorum. Ercan da pek tanımadı. Adam benim karşıma oturdu. Karşısındaki sandalye boş. Nihayet Gönül sahneye çıktı. Ercan'ın sırtındaki sandalye hâlâ boş..
Gönül, salona gelenlere jestler yapmasıyla ünlü.. İlle faça masa olması şart değil. Arkada birini gözünü ısırsa bile, ya adıyla teşekkür eder, ya elini sallar, imkân bulursa sahneden inip oraya gider..
Sahnede bir iki şarkı okuduktan sonra, iskele kısmına yürüdü.. Yan masada benim tam karşımda oturan Ağa, önündeki vazodan bir gül aldı, Gönül'e doğru uzattı, ama Gönül görmezden geldi. Onu geçti. Ercan'la da benimle de arkadaş ya, tam ikimizin arasına çöktü, şarkıyı bize söylemeye başladı.
Yahu Ağa'yı pas geç, otur bize şarkı söyle.. Olacak şey değil.. "Öldürtecek misin kız bizi.."
Yüreğim 180 atmaya başladı tabii.. Fena halde de sıkışmam mı?. Fırladım tuvalete.. Pisuvarın başında rahatlıyorum. Birden ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. O belleri kalabalık siyah takım elbiselilerden ikisi beni tutmuş kaldırıyorlar pisuvarın önünden. Birisi "Ağamız tuvalete geliyor, buranın boş olması gerek. Derhal dışarı" dedi. Kendimi nasıl dışarı attıysam.. Fermuarı koridorda çektim, kusura bakmayın..
Geldim oturdum. Ercan'a durumu anlattım. "Aman dikkat" dedim.. "Bunlar herhalde bizim oralardan (yani Güneydoğu'dan) gelmiş bir Ağa ve fedaileri.." Biraz sonra yan masadaki Ağa'nın karşısındaki sandalye de doldu..
İbrahim Tatlıses..
Baba dahil, herkes ayakta karşıladı.. O zaman adını yeni duyurmuş İbo'ya, faça masada saygı büyük. İbo da o saygıya bir jestle cevap verdi. Garsonlara işaret. Malzeme önüne geldi. Urfalı ya.. Urfa usulü bir çiğköfte yoğurdu. Neyse.. Gönül de gördü tabii İbo'yu.. Ama masasına yaklaşmadan anons etti..



Çok övücü sözlerle takdim etti ve "İbrahim Tatlıses de aramızda" diyerek onu da alkışlattı. Arada gitti, kıyafet değiştirdi, geldi.. Birkaç şarkı daha söyledi, sonra gene seyirciye döndü..
"Ne istediğinizi biliyorum. Onu ben de istiyorum.. Hadi Sevgili İbrahim Tatlıses, sahneye gel. Ben de burada, salonda oturup seni dinleyeceğim" deyince alkış kıyamet.. Tempo. İbo, İbo haykırışları. İbo doğruldu, fırladı, sahneye çıktı. Gönülle sarılıştı, öpüştüler. Gönül mikrofonu İbo'nun eline tutuşturdu. Onun oturduğu sandalyeye doğru yürüdü. Yan masada Ağa, ayağa kalktı. Elini Gönül'e uzattı. Gönül o masayı gene pas geçti. Ağa'nın eli ikinci defa havada kaldı iyi mi?.
Bizim masanın önüne geldi. Elini uzattı.. Bana uzattı, iyi mi?. Yere peçetem mi düştü, ben mi düşürdüm bilmem. Yere uzandım, görmez, duymazdan gelerek..
Gönül bağırdı..
"Hıncal!.. Elini versene.. Yanınıza oturup İbo'yu dinleyeceğim.."
Kalktım, o eli tuttum. Gönül benim boşalttığım koltuğa, Ercan'ın karşısına oturdu. Ben de yanına çöktüm. Resmen çöktüm. Dizlerim tutmuyor çünkü..
Sonrası mı?.
Benim tuvalette işim yarım kalmıştı ya.. Bu defa, hem de Gönül söylerken fırladım. Ama tuvalete değil, Maksim'in otoparkına.. Nevzat'ı buldum.
"Arabayı tam çıkışa çek.. Çalıştır. Biz koşa koşa geleceğiz. Bir şey sorma. Biner binmez gazla, doğru karşıya" dedim..
İçeri döndüm. Durumu anlattım.
"Millet Gönül'ü alkışlamak için kalkınca, biz de kalkacağız ama derhal kapıya koşacağız. Nevzat orda bekliyor. Hemen vınlayacağız" dedim. Ercan bir şey diyecek oldu. "Konuşma.. Dikkat çekmeyelim, ne olur dediğimi yap" dedim..
Yaptı Ercan..
Gönül'e alkışlar, Gönül'ün bisleri devam ederken biz Köprü'yü geçiyorduk..
Şimdi anladın mı Ömür, ön masa nedir?. Ve o ön masaya selam vermezsen ne olur?.
Linet, işin sadece sosyal medya ile bittiğine dua etsin.. Bir de Aslı'nın, tanıdığım en ama en muhterem hanımefendilerden biri olan Benta Şen'in, ondan "Ölçü" öğrenmiş gelini olduğuna şükretsin..

***

Yıllar var görüşemedik Gönül.. Seni öyle özledim ki.. Ne güzel yemekler yapar, yaptırır, beni de davet ederdin Levent'teki villana..
"Bir -son- bahar akşamı, rastladım size" der miyim acaba, bu kışa girerken, Fuat Edip Baksı usta gibi.. Ama, sadece söz, o kadar.. Selahattin Pınar'ın melodisini bekleme benden. İşin o kısmı sana ait.. Hatırladığım kadarıyla Üstat o şarkıyı senin için bestelemişti..
Ne telaş içinde ol, ne başını öne eğ, Gönül.. Ben derinden bakayım gözlerine.. Sonra yarım asırlık iki dost olarak kucaklaşalım, çok bile bana..

***

PAZAR NEŞESİ

Bir politikacı ölür ve arafta durur. Aziz Peter bir an bakar, kitabını karıştırır ve sayfasını bulur.
"Yani sen bir politikacısın..."
"Evet, bu bir sorun mu?"
"Ah hayır, sorun değil. Ama yakın zamanda sizin işyerinizdeki insanlar için yeni bir sistem benimsedik. Ne yazık ki cehennemde bir gün geçirmek zorunda kalacaksınız. Ancak bundan sonra, sonsuzluğu nerede geçirmek istediğinizi seçmekte özgürsünüz!"
"Yani cehennemde bir gün geçirmek zorunda mıyım?" der politikacı.
"Kurallar bunlar" der, St. Peter. Parmaklarını şıklatır ve "Hoopp", ortadan kaybolur.
Politikacı gözlerini kapar ve birden kendini cehennemde bulur. Dikkatle çığlıkları duymak, kükürt kokusunu içine çekmek ister, ama yok.. Hiçbiri yok.. Mis gibi bir koku ve çimleri kesen bir aletin sesi.. Bu doğru olamaz!.
"Gözlerini aç" der bir ses.. "Hadi uyan, sadece 24 saatimiz var!"
Gergin bir şekilde gözlerini açar, etrafına bakınır ve bir otel odasında olduğunu görür. Bir de güzel oda ki.. Bu bir çatı katı süiti... Ve elinde martini tutan, takım elbiseli gülümseyen bir adam var.
"Sen kimsin" diye sorar, politikacı.
"Pekâlâ, ben şeytanım" der adam, içkiyi uzatır ve ayağa kalkmasına yardım eder. "Cehenneme hoşgeldin" der.
"Burası cehennem mi? Ama... Bütün acı ve işkenceler nerede?" diye sorar, politikacı..
Şeytan göz kırpar, "Oh!. Yıllar boyu biraz yanlış tanıtıldık, bu uzun bir hikâye. Her neyse, burası senin odan! Minibar elbette ücretsiz, oda servisi gibi, spa da ücretsiz. Bir şeye ihtiyacınız olursa resepsiyonu aramanız yeterli. Güzel bir gün dilerim" der, "Eğer dışarıya bakmak isterseniz, buyurun" deyip perdeleri açar.
Görkemli çevreden biraz şaşkına dönen adam, güneşin parladığı tavandan tabana pencerelere gider, çok aşağılara bakar ve bir golf sahasından kendisine tezahürat yapılır.
Asansöre binerler, neşeyle alışveriş yapılan salondan dışarı çıkarlar.
Dışarı tam bir eğlence parkı gibidir. Politikacı neşeyle eğlenenlerin arasında ve 20 yaşındaki vücutla ona koşan ve dudaklarına narin bir öpücük konduran karısını görür.
Gününü karısıyla, neşe içinde geçirir.
Daha sonra akşam yemeği için otele dönerler ve muazzam bir yemek yerler. Herkes gülüp eğlenir, yemekte. Nihayet, karısı kulağına fısıldar... Ve çatı katı süitlerine çıkarlar..
Sonra.. "Uyurlar" diyelim.
Sabah Aziz Peter adamı dürter, uyandırır ve "Cehennem diye beklediğin bu değildi, di mi, bahse girerim" der.
"Hayır efendim, değildi" der adam.
"Öyleyse" der Aziz Peter, "Şimdi seçiminizi yapabilirsiniz. Gördüğün cehennem mi, yoksa koroyla ilahilerin söylendiği, Tanrı'yla konuşulduğu, beyaz cübbelerin giyildiği cennet mi?."
"Bunun kulağa garip geldiğini biliyorum ama seçimde sanırım cehennemi tercih edeceğim" der politikacı.
"Seçiminize aynen uyulacaktır" der, Aziz Peter ve parmaklarını tekrar şıklatır.
Adam bu defa zifiri karanlıkta uyanır.. Havayı amonyak kokusu doldurmaktadır ve duyduğu tek ses uzaktaki çığlıklardır. Yavaş yavaş kendine gelirken, kükürtlü bir okyanusta işkence gören veya yanan insanların kalıntılarını aydınlatan tek ışığın uzaktaki alev püskürtmelerden geldiğini fark eder.
Ani bir şimşek çakması.. Ve şeytan, bu defa bildiği gibi kıpkızıl giyinmiş, elinde bir zıpkın tutarak ve sırıtarak ortaya çıkar.
"Bu nedir?" diye ağlar politikacı, "Otel nerede? Karım nerede? Minibar, golf sahaları, havuz, restoran, bedava içecekler ve güneş ışığı nerede?"
"Ah" der şeytan, "Görüyorsun ya, dün seçim kampanyası yapıyorduk. Ama bu sabah oyunuzu kullandınız artık!."

***

LATİN SÖZLERİ

"Ubi est autem dignitas, nisi ubi honestas?"
"Onurun olmadığı yerde, saygınlık kalır mı?"
Cicero

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA