| |
|
|
Ne yapsam içimde o eski sinemalar!..
ÇOCUKLUĞUMUN Üsküdar'ından, bellek albümümde kalan fotoğrafların yarısı sinemalar üzerine. Doğancılar Yokuşu'ndaki Sunar Sineması örneğin. En ucuz filmi, 11 matinelerine, 'birinci'ye bilet alarak seyrederdik. Suaresine çocuk alınmazdı ve biz çok alınırdık bu usule. Yine de en iyi kovboy ve 'Jeri Lewis' filmlerini. Herkül' ü, Samson'u, Simbat'ı, Sunar'da izlerdik. Üsküdar'da yabancı film oynatan tek kapalı sinemaydı Sunar.
Siyah-beyaz hatıralar Ve yüzlerce akranım gibi artık büyüdüğümün kendime ve çevreye ilk ispatı, annem babamla gittiğim bir 21.30 seansı, bir Sunar suaresiydi. Meydana yakın yerde, postane karşısında, Hale ve Bizim Sinemaları vardı bir de. Orhan Günşiray'a tapmalarımız, bi dolu arkadaş babasını Eşref Kolçak'a benzetmelerimiz, Diclehan Baban gibi, Cavidan Dora gibi 'kötü' annelerimiz olmamasına sevindiğimiz günler, hep en çok o sinemalarda seyrettiğimiz, o siyah beyaz filmlerden ötürüydü.
Okul karşısı sinema Bir de yaz gecelerinin; karar verişi, hazırlanışı, gidişi, seyredişi, beş dakika arası, 'the end' sonrası dağılışları ve eve dönüşleriyle çocuk şölenlerine çevirdiğimiz 'Yazlık'lar var. Onların en kralı, Işık Sineması var mesela. Giriş kapısı bizim okula, yani Halil Rüştü'ye giden daracık yol üzerinde olan.. Öbür ucu bize dünyalar kadar uzak gelen Toygar Tepe'ye uzanan bir sinemaydı Işık. 5 liraya bütün aile sinemaya da gider, Eskimo dondurması yer, Golden çiklet bile alırdık. Seyredilen her film, ertesi günden başlayarak mahalle oyunlarımıza yön verir, bizi 'esas çocuk', 'kötü adam', 'kurnaz oğlan' filan kılıklarına büründürüp koşturur, coşturur, yerlerde bile süründürürdü...
'Düş gezginleri!..' Sinema dünyasının gizemi, rengi, cazibesi; çocuk akıllarımızı rüzgar fırıldağı gibi fır fırlattıkça, olmadık düşlerin düş gezginleri olur, fikir firarlarımızı ancak 'anneler eve çağırdığında' toplardık...
'Artist oldum yaşasıın!..' Bir gün, üçüncü sınıfta talebe olduğum bir gün, bir anda okulun giriş holünde anne babamı gördüm. Öğretmenimle telaş telaş bir şey konuşuyorlardı. Aklım yerinden çıktı. Korktum, ürktüm... Sonra beni fark ettiler. Üçü de gülerek baktı yüzüme. Çağırıp başımı okşadı 'Hatçe Örtmen'. Ve; 'Hadi bakalım. Artist de oluyorsun haa?..' dedi. Sonra zorla aldım ağızlarından. Bir filmde rol alacakmışım meğer. Küçük Efkan oldum Yazıhane dedikleri bir yere gittik. Karşımda dağ gibi duran tatlısert adamı, İstikbal filminin senaristi-yönetmeni ve karakter oyuncusu Avni Dilligil'i gördüm orada.. Yanı başında, şöhreti, karizması, yakışıklılığı ve çapkınlığıyla o dönemlerin, bu dönemlerin en kral popçusu, topçusuna beş fark basacak jönü Efkan Efekan duruyor. Onun küçüklüğünü ise filmde ben oynayacağım heyooo!..
Motooor demeye az kaldı!.. Necdet Tosun, Sadettin Erbil, Feridun Çölgeçen, Belkıs Dilligil, Zerrin Arbaş'larla dolu etraf. Sonra... Sonrasını geçiyor ve o gün oralarda, o çocuk aklımla aldığım bir kararı, o günden bu yana bir gıdım olsun büyütemediğim güya yetişkin aklıma suç ortağı yapıyor, aynada kendi kendime bağırıyorum. O lafı sette de demeye, 'MOTOOOR' demeye çok az kaldı yaşasın...
|