|
|
Kadırgayı bilemedik, peki ya Kadırgalı'yı?
Kanal D Ana Haber'de İstanbul'un Fethi nedeniyle temsili kadırgaların karadan, Haliç'e indirilişi haberini izliyordum. Önde Fatih Sultan Mehmet, ardında Yeniçeriler ve onların arkasında tekerlekleri gizlenmiş (!) bir kadırga... Bir ara tekneyi çocuklar da çektiler. Muhabir fırsatı kaçırmadı. İzci kıyafetli çocukların yanına yaklaştı. "Çektiğiniz şey nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Minik bir kız "Gemi" dedi. Muhabir, "Ama gemi daha büyük olur. Bu hem daha küçük hem de eski" diye ipucu vermeye çalıştı ama nafileydi. Minikler kadırganın ne olduğunu bilmiyorlardı. Onlar, eğlence olsun diye ucuna ip bağlanan bir oyuncağı çektiklerini sanıyorlardı. Eminim ilk dünya haritasını çizen Piri Reis'i ya da Akdeniz'i Türk gölüne çeviren Kaptan- ı Derya Barbaros Hayreddin'i de bilmiyorlardı. Çünkü bizler, üç tarafı denizle çevrili bir coğrafyada, denize ve denizcilik tarihine sırtını dönmüş halde yaşayan insanlardık. Bu nedenledir ki, hiç yüzme şampiyonumuz, yelken birincimiz yoktu. Vergiden yırtmak için yatlarımıza Amerikan bayrağı, navlunu az ödemek için şileplerimize Panama bandırası çekerdik. Bildiğimiz tek deniz eğlencesi, kabotaj bayramlarında yağlı direğin ucundaki bayrağı almaya çalışırken bacak aramızdakileri telef etmek ve suda canhıraş bağıran bir ördeği boynundan yakalamaya çalışmaktı. Ha bir de arada bir Boğaz'dan arabamızla denize uçmayı severdik. Şamriyel şişirip, açılmayı ve deve güreşi yaparken etrafa su sıçratmayı saymazsak, en sevdiğimiz su sporu Göcek sahilini doldurup, beton binalar dikmekti! Gelelim kadırganın ne olduğunu bilmeyen ve yolunu, izini kaybetmiş görüntüsü veren bizim minik izcilere... Eminim ki muhabir "Peki Kadırgalı kimdir?" diye sorsa, bizim minik izciler şak diye yanıt verirlerdi: "Seda Sayan tabii ki!.."
|