03 Aralık 2012, Pazartesi

Kaosun sessizi, tiyatronun klasiği

"Hayatı bilmenin yolu birçok şeyi sevmekten geçiyor!" Aklının bir gidip bir geldiği; en yakın arkadaşlarının birer birer küsüp kendisini terk ettiği; yoksulluğun bazen canına tak ettiği zamanlardan birinde böyle bir not düşmüştü Van Gogh… Sevmek, onun için resmetmekti. Canlı renkler ve güçlü fırça darbelerinden çıkan sevinç ise onun acıya karşı direnişiydi. Belki tam da bu nedenle resim sanatına hiç yakınlık duymayanlar bile onun buğday başaklarıyla dolu tarlalarıyla, yıldızlı geceleriyle, hatta resme dökülmüş sıradan eşyalarıyla karşılaştıklarında derinden etkilenirler. Lafı nereye getireceğimi tahmin etmişsinizdir. İstanbul, Karaköy Antrepo'daki Van Gogh Alive sergisine gitmeli. Pardon! Bir sergi değil bu! Harika müziklerin de eşlik ettiği çok farklı bir deneyim!

Bir dakika, bir dakika! Uyarmadan geçmeyeyim. Öyle daha baştan "hani nerede Van Gogh'un gerçek tabloları?" veya "duvarlara Van Gogh tabloları yansıtılıyor, büyütülecek ne var bunda!" demeye hazırlandıysanız, Van Gogh Alive'dan vazgeçin! Sizin için üzülürüm ama ısrar etmek gereksiz! Beni sorarsanız, çok hoşnut kaldım. İlk fırsatta bir daha gideceğim. Hatta benzer bir uygulama Miro ve Matisse için yapılsa, salonun kapısında yatacağımı söyleyebilirim.

İstanbul'daki favori restoranımı sorsanız, hiç duraksamadan İstanbul Modern'i işaret ederim. Zarif ve güler yüzlü servis anlayışını, bizim mutfak tatlarımızı dışarıda bırakma züppeliğine yüz vermeyen rafine tatlarını vurgulamadan geçemem. Ama tabii esas olay manzarada! Eğer limana bir yolcu gemisi yanaşıp kapatmamışsa, gerçekten insanı sarhoş ediyor manzara!

Umut Tümay Arslan'ın "Mazi Kabrinin Hortlakları: Türklük, Melankoli ve Sinema" adlı kitabı son günlerde sürekli elimin altında. Hele Kanlıca sahiline inip orada okumak pek hoş oluyor. Kitabın Yeşilçam'daki İstanbul üzerine psikanalitik bir bakış içeren bölümünün başlığı ayrıca hoşuma gidiyor: "Şark'ı hiç sevmedim ve asla kaybetmedim."

Kitap dedim de… İbrahim Tenekeci'inin son kitabı piyasada: "Kimsenin Kalbi." Ne diyor şair? "İnsan unutkandır, bunu unutma."

En sıkı tiyatrosever bile şuna inanır: "Antik tragedyalar sıkıcıdır. Hele bir de Devlet Tiyatrosu sahneliyorsa..." Hayır! Devlet Tiyatroları'nın Üsküdar Tekel Sahnesi'nde Kenan Işık yönetiminde sahnelediği Sofokles'in Antigone'sini seyrederseniz, bu yaygın kanaatin fena halde yanıltıcı olduğunu anlarsınız.

Modern tiyatroyu seven İstanbullular ile Dot arasında sıcak bir gönül bağı vardır. Bir bakıma Dot demek sarsıcı metinler, güçlü oyunculuk ve çarpıcı sahneleme demektir. Ama son oyunları "Beautiful Burnout/Süpernova" biraz problemli. Tamam! Oyuncular çalışmış çabalamış birer boksör olmuşlar. Tamam! Koreografi olağanüstü. Fakat metin zayıf! Olsun! Yine de (bilet bulabilirseniz) gitmelisiniz.

Hollywood filmlerinin hız ve görkem tutkusundan ve "Bağımsız Sinema" yönetmenlerinin kameraya kul köle olmalarından çok yorulmuşum! İtalyan yönetmen Antonello Grimaldi'nin bizde yasal DVD'si çıkan 2008 yapımı Caos Calmo/ Sessiz Kaos filmiyle dinlendim, arındım, kendime geldim. Anladım ki, en derin acıları bile kanırtmadan anlatmanın; en pis iş hayatı hırtlıklarını bile büyük laf etmeden çırılçıplak ortaya sermenin yolları hâlâ açıkmış! Ama kaç kişi izler de sever bu filmi, bilemiyorum.

1-14 MART 2012

SON DAKİKA