03 Aralık 2012, Pazartesi

Sesler, yüzler, yollar ve oyunlar!

Uzun sürmüş bir kışın ardından nihayet kasabamdayım… İkindi vakti. Toprağa sırt üstü uzanıp sesleri dinliyorum. Keyifleri yerine gelmiş kuşların cıvıltılarını; duvarı yalayıp bahçeye sızan rüzgârın fısıltılarını; asfaltı hızla yırtıp geçen ekmek kamyonetinin patırtısını; komşunun zamanını şaşırmış horozunun ötüşünü… Hiç abartmıyorum, bir süre sonra birbirinden çok farklı sesler bir arada şahane bir Erik Satie bestesini andırmaya başlıyor! Düşünüyorum da… Modern insan nasıl olmuş da, müzik olmayan her şeye gürültü muamelesi yapar olmuş? Yazık!

Ne yalan söyleyeyim, 31 Aralığı 1 Ocak'a bağlayan geceden pek bir şey anlamam. Benim yeni yılım Mart'ın bazen ikinci, bazen üçüncü haftası başlar. Ancak o zaman diliminde anlarım ki, geçmiş sararıp solmaya başlamıştır. Bir şeyler eskimiş, kışla birlikte zihnin kuytusuna çekilmiştir. Şimdi sıra yeni yılı karşılama törenindedir. Bir kez değil, defalarca kutlarım yeni yılın gelişini! Nasıl mı? Her fırsat bulduğumda sabahın ilk ışıklarıyla Ege'ye doğru yollara düşerek…

Teo Angelopulos hiç beklenmedik bir anda ve akla gelmeyecek bir ölümle bu dünyadan ayrıldığından beri onun eşsiz filmi "Arıcı"nın jeneriği aklıma düşüyor: Şakır şakır yağan yağmur altında terk edilmiş bahçedeki düğün sofrası… Angelopulos'u merak eden genç kuşak yedinci sanat tutkunları için bir tavsiyem var: Altyazı dergisi, Mart sayısı.

Bir yumurtanın sarısı nasıl bu kadar göz alıcı; bu zeytinler, bu karadut lor karışımı, bu tulum peyniri, bu ekmek nasıl bu kadar leziz olabilir! Zeytinler'deki Hanedan'ın kahvaltısını gerçek bir dostu özler gibi özlemişim. Zeytinler nerede mi? İzmir-Çeşme yolu üzerinde.

Akıllı telefonlar, android tabletler, iPad'ler için harika bir uygulama: Pressreader. Dünyanın dört bir yanından bir çok gazeteyi basılı sayfa düzeni içinde okuyabiliyorsunuz.

"Hayat kendisini insanların yüzünde sergiler. Ne edersek edelim yüzümüzü ondan kaçıramayız. Adını zaman koyduğumuz usta, içimizde salınan günlerin ruhumuzda bıraktığı izleri alır ve bize hissettirmeden suratımıza işleyiverir. Bunu öyle ağırdan yapar ki, her gün ölen ve her gün yeniden çizilen bir yüzümüzün olduğunu anlamayız bile. Yıllar sonra fotoğraflara bakarken duyduğumuz şaşkınlığın sebebi bundandır." Bu sözler Ali Ayçil'in… Tanıyor musunuz? Hayır mı? O zaman derhal gidip şu kitapların hepsini ya da en azından birini alıp okuyun: "Kovulmuşların Evi", "Sur Kenti Hikâyeleri" ve "Yenilgiden Dönerken."

Son takıntım çağdaş bir besteci, Rene Aubry. Sakin sakin düşündürenlerden… Yeni başlayanlar için "Salento" adlı parçası tavsiyemdir.

Bartu Küçükçağlayan'a hayran olmayan yok! "Yalan Dünya" dizisindeki Orçun karakteri insanı çarpıyor. Hep "yabancı" ve itici kalabilecek bir karakteri bu kadar sevimli ve "yakın" kılabilmek büyük iş! Bana kalırsa, genç oyuncuya hayran olanlar onu bir de Tiyatro Krek'teki "Güzel Şeyler Bizim Tarafta" oyununda görmeliler. "Güzel Şeyler Bizim Tarafta" şu anda İstanbul'da sahnelenen oyunların en iyilerinden biri.

Son günlerde sürekli eğitimi, okulu konuşuyoruz. Okul öğretir mi? Elbette! Ama bir de şunu düşünün: Okul hepimizi öğrenmeye en istekli olduğumuz yıllarda müfredat prangasına vurmasaydı ve bıkkın öğretmenlerin eline bırakmasaydı, kim bilir neler, neler öğrenirdik! Okul öğrettikleri için değil, arkadaşlıkları nedeniyle güzeldir.

15-28 MART 2012

SON DAKİKA