Selahattin Yusuf

07 Aralık 2011, Çarşamba

Hep birlikte, yine!

İbadetten önce, ideolojiden ve dünyaya bakışımızdan önce, insan tekleri olarak, teker teker hepimizin en güçlü ruhsal ihtiyaçlarından biridir "birlikte" olmak. Bana kalırsa Ramazan'da ortaya çıkan benzersiz, belirsiz ve güçlü coşkunun kaynağı da burada. Herkesle birlikte, hep beraber, bir duygunun etrafında birleşmek. Ramazan'ın görünmeyen hediyelerinden biri. Ama benim için en büyük hediyesi. Tartışmasız. Ramazan'ın ruhu yani.

Bazı ihtiyaçlarımız görünmez, biliyorsunuz. Ramazan'ın kendiliğinden karşıladığı ihtiyaçlarımızdan biri de birlikteliktir. Ancak o ay boyunca hissederiz bunu. Ramazan'ın büyük sofrasının etrafını sardığımızda. Sadece aile üyeleri mi? Hayır. Herkesin o anda, aynı şey için beklediğini ve aynı duygularla ezanı dinlediğini bilmek, insana bambaşka duygular hissettiriyor. Korkmayalım. İçimize sine sine yaşayalım bunu. Caddelere çıkalım, meydanları dolduran kalabalıkların arasına karışalım.

Farkında olmayabiliriz. Özellikle içinde yaşadığımız hayat, bizlere birçok şeyi unutturduğu gibi, bunu da unutturmuş olabilir; ibadetten önce, ideolojiden ve dünyaya bakışımızdan önce, insan tekleri olarak, teker teker hepimizin en güçlü ruhsal ihtiyaçlarından biridir "birlikte" olmak. Bana kalırsa Ramazan'da ortaya çıkan benzersiz, belirsiz ve güçlü coşkunun kaynağı da burada. O ihtiyaç karşılandığında, sorunu da hatırlatıyor aslında. Sorun, yavaş yavaş atomize olan toplumun yalnızlaştırılmış insanlarının yalnızlığı. Bir iftar sofrasına oturur gibi Sultanahmet kalabalığının içine girmek ve bir iftardan sonraki o coşkuyu yaşamak, bize sorunu (da) tekrar hatırlatmış oluyor aslında. Soğuk bir suyu kana kana içtikten sonra; "Ne kadar da susamışım!" deriz. Susuzluğumuzu, ancak suyu içtikten sonra tam olarak anlarız.

Büyük yazarlarımızdan Ahmet Hamdi Tanpınar, günlüklerinin bir yerinde, 2 Temmuz 1953 yılında, şöyle bir çığlık atar birdenbire: "İnitiation yokluğu ne korkunç şey!" Tanpınar'ın dünyasına aşina olanlar için bu hayıflanmanın ne anlama geldiğini kestirmek zor değil elbette. Daha büyük bir ruh evrenine katılmak sadece Tanpınar'ın değil, hepimizin susuzluğudur. Neden acaba?

Çünkü -bütün büyük gelenekler gibi bizim inancımız da söyler kibiz kendimizden ibaret canlılar değiliz. Rüyalarımızın, aşklarımızın, sevgi bağlarımızın, dostluk bağlarımızın.. vs ima ettiği gibi, ruhumuzu başka büyüklüklere açan kapılarımız var. Ruhlarımız sanki o kapılardan nefes alıyor. Kendi başına ve kendi kendisiyle baş başa kaldığında, kendisinden ibaretmiş gibi hissetmeye başladığında ise bunalıyor, nefesi kesiliyor ve sıkışıyor. Bozuluyor. Ramazanın büyük denizine birer damla olarak karıştığımızda, kendi küçük nefesimizi sanki büyük bir nefesin içine koyuyoruz. Onu tabii yatağına yerleştirmiş oluyoruz. Ferahlıyoruz. Kendimize geliyoruz. Büyük ritmin dalgaları üstünde kendiliğinden yüzmeye başlıyor bizim küçük nefesimiz de. Kendimizi o büyük nefesin içinde yeniden fark ediyoruz. Yeniden görüyor ve tanıyoruz. Kendimizi kendimize bir daha tanıtmış oluyoruz.

Modernlik karşısında ise söyleyecek çok şey var tabii Ramazan için. Durup beklemek, en çok ihtiyacımız olan şey. Durup beklemek, bakmak, temaşa etmek. Yeniden farkına varmak. Geleneğin sürüp gittiğini hissetmek. Ona bir yerinden katılmış olmaklığımızla, bizi çok aşan bir şeyin içinde önemsizleştiğimizi de görmüş, hissetmiş oluruz. Egolarımızın boylarının da bir ölçüsü olduğunu fark ederiz. Onların kaçınılmaz mağlubiyetlerini seyrederiz. Bütün bunlar, bizlere başka hiç bir şeyin vermeyeceği kadar büyük bir güç verir.

Akşam ezanı okunurken, camınıza gelip elindeki hurma paketini ve suyu arabanızın penceresinden size uzatan insan. Size; "Aç olduğunuzu biliyorum. Susuz olduğunuzu biliyorum. Bunalmış da olmalısınız. Buyurun, alın.." diyor. Buna şahit olan insan, yeryüzünün aldığı şu son vaziyette, sevincinden ağlasa yeridir. Bunu insanlara ne yaşatıyorsa, onun sonsuz kıymetini bir daha düşünse yeridir. Bu duyguyu filozoflar yapamadılar. Sanatçılar yapamadılar. Bilim adamları ve politikacılar hiç yapamadılar. Fakir olduğu için Mekke çöllerinden gelen süt annelerin pek ilgilenmediği, öksüz ve ümmi bir insan yaptı. Ona selam olsun.

19 TEMMUZ-1 AĞUSTOS 2012

SON DAKİKA