Hazım sistemi bozulunca
Çocuğunuzu üniversiteye hazırlık sınavı için Kızılay'daki bir dershaneye yolladınız. Veya evladınız Ankara'daki bir üniversitede öğrenci ve o an evde yok... Karşınızda da televizyonların haber kanallarından biri açık. Bir anda taşlar, molotof kokteyller, tahta ve copların havada uçuştuğu Kızılay görüntüsüyle ekranda yüz yüze kalıyorsunuz. Ve olayların göbeğinde kalmış, bir eliyle kucağındaki bebeğini bağrına basıp, diğeri ile yanındaki küçük kızını kolundan çekerek kurtarmaya çalışan telaş içindeki bir anne... Bir baba veya anne olarak şaşkınlık içinde yerinize yapışıp kalıyorsunuz... Geçmişte bu olayları ne kadar yaşarsanız yaşayın, bir an "Acaba bizim oğlan/kız da aralarında mı? Başına bir iş geldi mi?" kaygısı, telaşı yüreğinizi kaplıyor. Bu görüntüler sadece 23'üncü kuruluş yıldönümünde YÖK'ü protesto etme amacıyla dün yapılan eylemle ortaya çıkmıyor. Türkiye, bir aya yakın süredir benzer olaylara sahne oluyor. Her ne kadar adı "oruç tutanlarla, tutmayanların çatışması" veya "azınlık raporu gerilimi" gibi farklı gerekçelerle konulmuş olsa da sonuçta bir çatışma yaşanıyor.
Hazım olmayınca Başbakanlıkta rapor yırtan da üniversitede taşa sopaya sarılan da benzer bir gerekçe ile karşımıza çıkıyor: "Ben o görüşe katılmıyorum. O zaman yırtmak da dövmek de molotof kokteyl sallamak da hakkım..." Özetle hazımsızlık... Veya, hazım sisteminin salgısal fonksiyonları iyi çalışmayan insan bedenindekine benzer muhalefetsizlik... Her ne kadar yakıcı, parçalayıcı asit olsa da salgılar olmadan hazım da kolay olmuyor. Önce mide rahatsızlığı başlıyor, ardından kabızlık ve dışa boşaltma, yani kusma geliyor. Muhalefetsizlik dolayısıyla ortaya çıkan siyasi kabızlığı Türkiye uzun süredir yaşıyor. Araştırmayan, üretmeyen, lafazanlığa dayalı ucuzcu muhalefet... Örnek mi; AB Komisyonu'nun Türkiye hakkındaki İlerleme, Etki ve Tavsiye raporları. Gerekçe de soru önergesi de hazır; Dışişleri Bakanlığı veya TBMM Başkanlığı bunları Türkçe'ye niçin çevirmedi? İyi de bunu söyleyenlerin şu sorunun yanıtının da verilmesi gerekmiyor mu; Muhalefet partilerinden herhangi birinin, toplamı 243 sayfa tutan (Tavsiye 5, İlerleme 186, Etki 52) bu metinleri Türkçe'ye çevirecek kadrosu veya bir tercüme bürosuna ödeyecek kadar parası yok mu? Haydi bunu geçelim; Mevcut bütün partilerin hemen hepsi tarafından geçmişte acımasızca eleştirilen ve dünkü olaylara gerekçe gösterilen YÖK konusundaki paradoksa ne demeli? Veya hangisi olursa olsun, genel merkez yönetimlerinin parti içinden çıkan aykırı sesleri hemen susturma yoluna gitmeleri nasıl izah edilmeli? İktidarın da sorunu Bu sadece muhalefet partileri için de geçerli değil. İktidar açısından da aynı durum söz konusu. "Fazla yakıcı ve parçalayıcı" diyerek, "aman tartışılmasın, konuşulmasın, sorun yaratmasın" anlayışıyla yaratılan muhalefetsizlik, bir gün geliyor iktidarlar için de sıkıntı yaratıyor. Gerektiğinde karşı tez olarak kullanılmak istendiğinde bulmadığı ciddi muhalefet eksikliği, iktidarı da zor durumda bırakıyor, hatta zarar veriyor. Hatta, anti-asitlerle iç bünyenin ürettiği sağlıklı muhalefet bastırılınca, bir süre sonra dışardan yükleme muhalefete mahkum olunuyor. Bu kez onun yarattığı bünyesel sorunları tedavi etmek için uğraş veriliyor. Toplumsal muhalefetin önderi veya inandırıcılığı kalmayınca, kitleler de kendi muhalefetini dışarıda arama, hatta yaratma yoluna gidiyor. Özetle hazım sisteminin salgısal fonksiyonu bozulunca, demokrasinin sindirilmesi de kolay olmuyor.
|