Şiirdir, şarkıdır, romandır onlar...
Attila İlhan'ın ölümünden sonra, "Mahur Beste" nin gönlü kırık notalarıyla hatırladığımız Ahmet Kaya'ya ilişkin yazıya ne çok olumlu tepki geldi... Meğer ne çok özlemiş sevenleri, şarkılarını.. Şarkılarını evet!... Orada burada konuşmalarını, orada burada yerliyersiz çıkışlarını değil, şarkılarını... Zaman akar gider.. Rüzgar savurur söylenenleri.. Geride şarkılar kalır bir tek... Şarkılar direnir zamanın rüzgarlarına... Şarkılar söylenir gönülden gönüle... Çünkü, şarkısını söyleyip gitmiştir bu alemden... Ve çünkü kendisi şarkı olmuştur aslında...
Evet; şarkıdır, şiirdir, romandır onlar... Şarkıcı, şiirci ve romancı oldukları kadar... Orhan Pamuk da romandır, Yaşar Kemal de... Yahya Kemal'in de Nazım Hikmet'in de, Necip Fazıl'ın da hem şair hem "şiir" oldukları gibi... Zaman geçecektir.. Söyledikleri, söylemedikleri, güncel mevzulara ilişkin "söylev ve demeçleri", uçup gidecektir hafızası zayıf tozlu gazete sayfalarından.. Ya da çoktan gitmiştir belki de.. Lakin yıllar buldozer gibi öğüterek geçse de ömrümüzün üstünden, romanlar kalacaktır işte.. Şiirler ve şarkılar da öyle... Onları yazanlardır ki; yeryüzünün her yanında, yalnızca yaşadıkları ülkenin değil, bütün bir dünyanın ve yaşadıkları çağın yegane sorumlusu gibi görülürler hayatın içinde... Susamayacakları için konuşurlar... Ya da başkaları sustuğu için... Her zaman en doğrusu değildir söyledikleri... Tezleri çürür, ideolojileri eskir, duruşları paslanır çoğu zaman... Lakin... Ne önemi var? Bir gazete nüshası kadar ömrü olan, "sıradan" kelimeler değildir onları onlar yapan... Şiirdeki büyü, romandaki giz, şarkıdaki hicrandır. Yahya Kemal Paris'te nasıl yaşamış, ne söylemiş; Nazım Moskova'da ne demeç vermiş; Necip Fazıl "vaaz" ında ne demiş, Yaşar Kemal kime nasıl gürlemiş? Nedir kalan, kalacak olan? "Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandançok yorgunum beni bekleme kaptan, seyir defterini başkası yazsıngeçti istemem gelmeni, yokluğunda buldum seni, bırak vehmimde gölgeni, gelme artık neye yarar?" Nedir kalan, kalacak olan? Akçasaz'ın Ağaları, Ağrı Dağı Efsanesi, Yer Demir Gök Bakır, Kara Kitap, Beyaz Kale, vesaire, vesaire... "Ben hep bunları söyleyip duran biri değilim ki, hep bunlar sorulsun bana!" "Artık sevilmek istiyorum!" Böyle diyor işte cilt cilt romanları 46 dile çevrilen adam da...
"Mahur Beste" yazısı üzerine, son günlerin "ulusalcılık" dalgasında seyreden bir arkadaşım dedi ki: "Ahh, Ahmet Kaya, ne vardı o sözleri söyleyecek!.. Oysa, ben 'Penceresiz Kaldım Anne'yle şafağa kadar ağlıyordum seninle!" "Ne söylemiş, nerede duydun o sözleri?" diye sormadım... Ya da "Ne önemi var?" diye sorgulamadım; Arşivimden bir kaset çıkardım. "Bak" dedim: "O dediklerini duymadım, belki de söylemiştir, ama şimdi senin de duyacaklarını kulaklarımla dinledim, çünkü bana söyledi, milyonlarca insanın tanıklığında, kendi televizyon programında, bir canlı yayında, kimse zorlamadan, içinden gelerek, hem de coşkuyla!" Ölümünden birkaç yıl önceki kaydı izlettirdim sonra: "Atatürk'e gerçekten çok saygı duyuyorum,çok seviyorum.. Milli bağımsızlık ruhuna hayranım.. Ülkemizde her zaman ilke olarak savunduğum bir tek şey var: Bağımsız, demokratik, aynı zamanda laik bir ülkenin en büyük bekçilerinden biri olarak görüyorum kendimi.. Ülkemizde, biz Türkiye'yi çok seviyoruz.. Çok fazla seviyoruz.. Bölünmeyi değil, birleşmesini savunuyoruz, laikliği savunuyoruz, cumhuriyeti savunuyoruz, Kemalizm'i savunuyoruz." Rastlantı işte.. Alkışlarla karşılanan bu sözlerinden sonra Ahmet Kaya; "Hadi bir Attila İlhan söyleyelim" diyor ve o "Mahur Beste" yankılanıyor stüdyoda... Bandı birlikte izledikten sonra dedim ki arkadaşıma; "Sen yine de takılma, ne bu konuşmasına, ne de başkalarına.. Uçup gidecek hepsi nasıl olsa! Ne önemi var ki! Şarkılardır aslolan, şarkılardır kalacak olan!.." "Kum gibi" mesela... Bir tek şarkı belki, bir kıtalık şiir, ya da bir fasıllık roman, şu dünyada...
|