Çağdaşlaşma çizgimizden hiçbir zaman vazgeçmedik
Son 20 yılda yaşanan AB sürecinde bazen hızlandık, bazen yavaşladık, bazen de durduk. Ama bugün 20 yıl önce düşlemekte bile zorluk çektiğimiz bir noktaya ulaştık.
Günlük gerilimlerin dışına çıkarak baktığımızda, son 20 yılımızın da, ondan öncekiler gibi, çağdaş uygarlık düzeyine doğru ilerlemekle geçtiğini görüyoruz. Bazen hızlandık, bazen yavaşladık, hatta durduk; ancak bugün, 20 yıl önce düşlemekte bile güçlük çektiğimiz bir noktaya ulaştık. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde "katılım ülkesi" aşamasına varmamız ise, Türkiye'nin dünyadaki yeni konumunun simgesini oluşturuyor. Ekonomik ve toplumsal veriler bakımından 20 yıl öncesine göre çok daha olumlu bir aşamaya ulaşmış olduğumuz, tartışılamaz bir gerçek. Ancak, burada, aradan geçen süre içindeki sayısız siyasal çalkantı ve bunalıma rağmen nasıl bugünkü aşamaya ulaşabildiğimizi değerlendirmemiz gerekiyor. Nasıl oldu da Türkiye bugün, 1982 yılında kendisi ile ilişkilerini insan hakları ve demokrasi konusundaki eksikleri nedeniyle dondurmuş bulunan Avrupa Birliği'nin üyeliğine bu kadar yakın bir yere gelebildi? Hem de, bu 20 yılda 16 hükümet işbaşına gelmiş olmasına rağmen !.. Sanıyorum, bu gelişmenin temelinde, tüm bu hükümetlerin Avrupa Birliği ile tam üyelik perspektifini korumuş olmaları yatıyor. Hatta zaman zaman önemli tarihsel fırsatları kullanamamış da olsalar, 1963 yılından bu yana işbaşına gelen hükümetler, bir gün Avrupa Birliği'ne üye olunmasının gerektiği bilinci ile davrandılar. Bu bilinci edinmelerinin nedeni ise, hızlı küresel bütünleşme karşısında hiçbir ülkenin güçlü bir pakt içinde yer almadan varlığını koruyamayacağını, yaşayarak öğrenmeleriydi. Muhalefetteyken birçok konuda itirazları olsa da, tek başlarına ya da koalisyonlar içinde iktidara gelen partiler, görev süreleri boyunca, ilişkileri kopartacak politikalar uygulamaktan kaçındılar. Böylece Türkiye, aynı zamanda, 1808 yılında Sened-i İttifak'ın kabulü ile girdiği çağdaşlaşma ve onunla eş anlamlı olmak üzere demokratikleşme ana çizgisini hiçbir zaman elden bırakmamış oldu.
AB'Yİ SONUNDA ANLADIK Bu arada, hükümetlerimizin kamuoyu karşısında her zaman Avrupa Birliği ile ilişkilerin gerekliliği yönünde mesajlar verdiğini söylemenin mümkün olmadığı da bir gerçek. Ancak, bu tutumun yanlış bir değerlendirmeye, daha doğrusu toplumun geçmişte kalmış eğilimlerini esas almalarına dayandığı da bugün anlaşılmış bulunuyor. Siyasi partiler genellikle, toplumun Avrupa Birliği üyeliğinin getireceği yararlardan çok, geçiş dönemlerinin sıkıntılarını esas alan kanaatlere sahip olduğunu düşündüler. O nedenle de, daha çok, uzlaşmaz çıkarlarımız olduğu ve kendilerinin ülkenin çıkarlarını daha iyi korudukları izlenimini verecek söylemleri benimsediler. Oysa, son yıllarda, birbiri ardına yapılan tüm kamuoyu yoklamaları, toplumumuzun, Avrupa Birliği üyeliğinin sağlayacağı olanak ve avantajların bilincinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum ise, bize, toplumumuzun gerçek bir dönüşüm içinde olduğunu gösteren en güçlü kanıtı oluşturuyor. Gerçekten de, çok uzun yıllar korumacı politikaların şemsiyesi altında yaşamış tarımdan sanayiye uzanan geniş kesimler, büyük bir hızla günümüzün küresel bütünleşme eğiliminin gereklerine uyum gösterme zorunluluğunu kavrıyorlar. Toplumumuzun geniş kesimlerinde, bu kavrayış nedeniyle gözlenen dönüşüm ise, son 20 yılımızın en önemli gelişmesini oluşturuyor. Bugünkü hükümetimiz de, bu bilince dayanarak ve onu geliştirerek, çağdaş dünya ile Avrupa Birliği üyesi olarak bütünleşmemize yaşamsal katkılarını sürdürüyor. Bu gelişmede basınımız da, her zaman olduğu gibi bugün de çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye'nin en çok okunan gazeteleri arasında yer alan Sabah da, 20 yıldır izlediği yayın politikası ile, Türkiye'nin çağdaş dünyada yerini almak için sürdürdüğü ilerlemeyi günü gününe destekledi ve bu özelliği ile basınımızda seçkin bir yere sahip oldu. Kuruluşunun 20. yılında, bugüne kadar Sabah'a emeği geçenleri kutluyor, uzun ve başarılı bir yayın yaşamı diliyorum.
|