Şahane kaçamak
Turizm sektöründeki gelişmeler Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Turist-veren ülkelerin ekonomik durumları... Müşteri tercihlerindeki trendler... Döviz kurlarındaki dalgalanmalar... Bu ve benzeri nedenler turizm sektörünü etkiliyor ve şirketlerin farklı strateji ve taktikler uygulamasına yol açıyor. Bunun bir örneğine geçtiğimiz hafta sonu, Marmaris'teki Robinson Club Select Maris'te şahit oldum. Tatil köyü denince akla ilk gelen 'all inclusive' (her şey dahil) sistemi oluyor. Paranı veriyorsun ve kaldığın sürece bir daha elini cebine atmıyorsun: Yatıyorsun, yüzüyorsun, yiyorsun, içiyorsun... 'Her şey dahil' sistemi ilk bakışta müşteri lehine gibi görünüyor. Ancak rekabet ortamı içinde fiyatlar sürekli düştüğü için tatil köyleri de kaliteden taviz vermek zorunda kalıyor. Robinson-Maris ise tercihini 'kitlesellik' yerine, 'kaliteden' yana kullanmış. Ortaya nasıl bir manzara çıktığını anlatmaya çalışayım.
MAVİNİN SAYISIZ TONU Dalaman Havaalanı'na indikten sonra yol bir saat 45 dakika kadar sürüyor. Marmaris'i geçip Datça'ya doğru giderken 30'uncu kilometrede içeriye giriyorsunuz. Derken uzaktan kahve tonlarında kocaman bir bina görünüyor. Bu renk, beyaz ve bej otellere alışanların tuhafına gidebilir. Toprak tonlarının anlamını ancak binaya önden, yani deniz tarafından bakınca anlıyorsunuz: Ağırlığını hissettirmeyen, çevrenin yeşil ve kahve ağırlıklı renklerine uyum sağlayan bir bina... İçeri girip, binanın ön bölümüne çıktığınızda şaşırıp kalıyorsunuz: 'U' biçiminde, mavinin sayısız tonunu barındıran şahane bir koy... Koyun açılışında küçük bir ada... (buraya bırakılan ve sürekli beslenen tavşanlar üremiş, adsız ada olmuş 'Tavşan Adası') Su kayağı yapanlar, kanolarla ya da iki kişilik katamaran tipi küçük yelkenlilerle gezenler... Hemen önünüzde otelin muhteşem havuzu... Aşağıda kimi kumların, kimi çimenlerin üstünde güneşlenenler... Burada uygulanan politika şöyle: Kalkavan Grubu tatil köyünü satın aldıktan sonra baştan sona elden geçirmiş. Dünyanın parasını harcayarak hemen her şeyi yenilemişler. Ardından da sormuşlar: 'Seçkin' olmak, 'club' ve 'select' kavramına yakışmak için ne yapmak gerekir? Ve 'tam pansiyon' sistemine geçmişler.
VE DAHA NELER NELER Yani müşteri oda ve yemek ücretini baştan ödüyor. Bunların dışındaki etkinliklerin fiyatı var. İsteyen masaj yaptırıyor, isteyen cilt bakımı... (ve daha neler neler) Mesela yemekteki bira ya da şarap fiyata dahil. Başka bir şey içmek istiyorsanız, ödüyorsunuz. Diyelim ki akşam yemeğinden önce 'malt viski' içmek istiyorsunuz. Her şey dahil sistemini uygulayan tatil köylerinde, en sıradan harman viskiye razı olmanız gerekiyor. Robinson Maris'te ise böyle bir zorunluluk, bir kısıtlama yok; verirsin parasını, içersin. Bitmedi... Gayet sürprizli bir düzen kurulmuş. Mesela bir akşam yemeği dört farklı mekanda yenildi. Kimi İspanyol, İtalyan ya da Uzakdoğu mutfağını tercih etti, kimi Türk yemeklerinden tattı. Pazar günü ise kahvaltı ile öğle yemeği arasında, 'döner' ikramı vardı. Hem de olağanüstü lezzetli, İstanbul'un kafeleriyle yarışacak düzeyde bir 'limonata' eşliğinde... Unutmadan yazayım: Cuma öğlen yediğim 'pirzola', 'açık büfede böylesi olur muymuş' dedirtecek lezzetteydi.
TENHA BİR PLAJ... Gelelim benim önemsediğim bir noktaya daha: Eski İstanbul plajlarındaki gibi cümbür cemaat denize girmekten hiç hoşlanmam. Gürültü patırtı, zırlayan çocuklar filan istemem. Koy büyük ve imkanlı ('cıbıllar' için özel plajı var!) olduğu için bunun da çaresini bulunmuş: Küçük bir tekne sizi koyun ucuna götürüyor. Tenha bir plajda güneşlenip, yüzüyorsunuz. Eğer imkanınız olursa Robinson-Maris'i bir deneyin. (Biz ilk fırsatta tekrar gitmeyi düşünüyoruz) Ve mutlaka harika Türkçe konuşan mutfak şefi Joachim Roesler ile tanışın. (Zaten siz onu bulmasanız, o sizi bulur) Eşi Türk. Ogün ve Zeliha adlı iki çocukları var. Müthiş şirin bir tip. Her fırsatta yeni öğrendiği Türkçe deyimleri kullanmaya bayılıyor... "Zırt pırt gitmek mümkün olmuyor... Düğünü patlattık!" gibi... Gidenler lütfen kendi tecrübelerini bana yazsın.
|