Hayat ucuzluğu...
Belki de asıl bu kavramı konuşmak gerekiyor. Gazetelerde; neredeyse hiçbir siyasal iktidar döneminde eksik olmayan "hayat pahalığı" manşetlerinin yerine, "hayat ucuzluğu" meselesini düşünmek gerekiyor. Ötekisi iktisadi bir "tarif" neticede... Yığınla ekonomik kararın, sayısal göstergenin bileşimi... İniyor, çıkıyor işte Çaresi çok istenirse... Lakin... "Hayat ucuzluğu" meselesinin halli biraz zor! İstatistiğe benzemiyor!
Yaşanan hayatların "değersiz" sayılması! İşte bu; hayatı ucuzlatırken, ölümü kolaylaştırıyor... Ne kendisinin, ne de başkalarının hayatlarına "kıyılamaz" değerler biçilemiyor. Zaten; kendisinin hayatına değer vermeyen, hayatın değerini bilmeyen; başkalarının hayatına da zerrece kıymet biçmiyor, biçemiyor.
Bazen gazetelerin üçüncü sayfalarında sıkışıp kalıyor o türden haberler. "Vaka-i adiye"den sayılıyor. Kanıksanıyor, alışılıyor. Oysa, bakılsa; hemen hepsinde, hayatın değersiz sayılmasından kaynaklanan, özü "hayat ucuzluğu"na dayanan pervasız salvoların "ruh hali" okunabiliyor. Korkusuzluktan değil; "ucuzluk"tan basılıyor tetiğe...
Ne zaman o "hayat ucuzluğu"nun hazin finallerinde şaşırtıcı, "dramatik" unsurlar ağırlık kazansa, o zaman sürmanşetten fark ediyoruz, hayatın kimileri için ne denli "değersiz"leştiğini... Liselerde şiddeti uzun boylu konuştuk. Teneffüs bahçelerinde, ağaçlar arasında beyaz kelebeklerin uçuştuğunu fark edemeyen çocuklar; birbirlerinin "kelebek" kadar narin bedenlerine; hiç düşünmeden paslı kelebekler sallıyorlardı. Şiddetin bu boyutu neredeyse kanıksanmışti ki... Samsun'dan ve Ankara'dan gelen haberler dehşete düşürdü işitenleri. Bir lise öğrencisi; iki lise öğrencisini "pazar" dan edindiği silahla "yok" ediyordu. Aşk(!) adına... Sonra da, bir kız, bir oğlan; iki lise öğrencisi bir olup, yine aşk(!) adına; o genç kızın ailesini "yok" ediyordu. OysaDaha bir gün önce okullarındaydılar. Ders dinlemişlerdi, ödev yapmışlardı. Beden eğitiminde ve resim dersindeydiler. Ve ertesi gün; gözlerini kırpmadan gerçekleştirdikleri cinayetlerin sonrasıyla ilgili bir "bedel" hesabının içinde de olmamışlardı besbelli. Ve daha ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi, ders dinleyip ödev yapacaklar; beden eğitimine soyunup resim çizeceklerdi sanki. Sanki
Bir çok şeyi öğretiyoruz okullarda... "Mesaj"lar filan veriyoruz televizyonlarda... Ama "hayat"ın değerine dair ne öğretiyoruz? Kim söylüyor çocuklara hayatın bu kadar "ucuz" olmadığını... Ya da öğretilebilir bir şey midir "hayat"ın değeri? Yoksa... Gösterilebilir bir şey mi? Okullar gösterebiliyor mu? Aileler gösterebiliyor mu? Bu ülke gösterebiliyor mu hayatın değerini? (Gösterebildi mi terörün ve şiddetin gölgesinde?) Ya şu dünya? Ya şu dünya kan-revan içinde?
Ufukta ki geleceksizlik mi değersiz kılıyor hayatı; hayalsizlik mi ucuzlatıyor? Kim bilecek? "Aşk"ın da ancak hayatın içinde barınabilir bir şey olduğunu kim gösterecek? "Hayat yoksa aşk ta yok!" Kim diyecek?
Hayatın değeri olmayınca, özgürlüğün de değeri olmuyor işte zerre kadar... Fark edilmiyor, düşünülmüyor sonrası zerre kadar... Bir eşik o aslında, geçilemeyen... Bir geçilse... Bir aşılsa... Ardında koca bir hayat var ya! Ahh o eşik! Bilmiyoruz, belki de son olayların kurbanlarının başka özel nedenleri vardır, derin ruhsal kasırgalar filan Öte yandan... Atlantiğin ötesinde beterinin yaşandığını söyleyenler de olacaktır. (Bu tür cinnet hallerinin oralarda Vietnam savaşından ve bitmek tükenmek bilmeyen sınırötesi savaşlardan sonra yaygınlaştığı açıkca söylenmese de...) Yine de... Başa dönüp soracağız, sormalıyız biteviye: Bu çocuklar için neden bu kadar değersiz ki hayatlar? Neden bu kadar ucuzlar hayat, bunalınca, sıkılınca, düşünce dara? Kimdir müsebbibi şu hayat ucuzluğunun? Üçüncü sayfalarda "kayıp can ilanları"nın santimetresi kaç para?
|