İdris Kardaş

İdris Kardaş

30 Haziran 2017, Cuma

Alman usulü özgürlük

Tarih, 3 Eylül 2011. Yer, Almanya'nın Köln kenti. Adı "19. Kültür Festivali" olan bir toplantı ve orada bulunan kalabalığa video konferans yoluyla katılan PKK eşbaşkanı Murat Karayılan.

Perdeye yansıyan görüntüde Karayılan önce yanındaki grupla birlikte konuşmasını yaptığı alana geliyor. PKK bayraklı bir masanın arkasında konuşmaya başlıyor. Karayılan'ın çevresinde ise aralarında özel kuvvet diye adlandırdıkları bir grup terörist hazır bulunuyor. Karayılan konuşmasında, Türkiye aleyhine tehditler savuruyor ve tam 30 dakika konuşmasını sürdürüyor.

Tarih, 31 Temmuz 2016. Yer, yine Almanya'nın Köln kenti. Mitingin adı, "Darbeye karşı demokrasi mitingi" Türkiye'nin 15 Temmuz'da uğradığı darbe ve işgal girişimine karşı direnen halkın, barışçıl bir şekilde ve demokrasi kavramına da sahip çıkarak düzenlediği bu mitinge, bu kez Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan video konferans yoluyla katılmak istiyor. Ancak, Almanya bu kez izin vermiyor.

Almanya, konuşma özgürlüğü bağlamında Türkiye'ye karşı uyguladığı ama esasında daha çok kendisi için olan bu büyük ayıba bir yenisini daha ekledi. Gelecek hafta Almanya'da gerçekleşecek G-20 zirvesi dolayısıyla oradaki hemşerileriyle bir araya gelmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın toplantı düzenlenmesine karşı çıkılıyor. Daha öncekilerde yangın merdiveni, salon kapasitesi gibi teknik yetersizlikler nedeniyle izin vermedikleri mitinglere bu kez apaçık bir şekilde karşı çıktılar. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel (SPD), Rusya'nın Krasnodar şehrinde bir Alman biçerdöver fabrikasının önünde başladığı konuşmasına Moskova'da devam etti. Türkiye'ye bir sözlü notada "böylesi bir etkinliğe izin vermeyeceklerini" bildireceğini ifade etti. Türkiye'ye, Almanya'da böyle bir etkinlik düzenleyebilmelerinin mümkün olmadığını düşündüğümüzü söylüyoruz. Almanya'nın bir mitinge izin verme "mecburiyetinin olmadığını" ve "bunun, demokrasinin kurallarına halel getirmediğini" söyledi.

AP eski Başkanı Martin Schulz da hem referandum öncesi hem de bu son durumda Erdoğan'ın konuşma yapmasına çok açık karşı çıktı. Özgürlük ve demokrasi ilkelerini, ayakları altına almaktan hiç çekinmeden Erdoğan'ı konuşturmayın açıklamaları yapıyor.

Arkasında silahlı teröristler olan ve müttefiki olduğu bir ülkeyi açıkça tehdit eden terör örgütünün yöneticisine onay veren Avrupa siyaseti, küresel sistem içerisinde bir devlet olarak yer alan, NATO'nun önemli bir üyesi, AB adayı bir ülkenin Cumhurbaşkanı'na onay vermiyor. Bunun adına da biz çifte standart diyoruz. Elbette bu konu, çifte standarttan daha önemli ve daha problemli bir durumu ortaya koyuyor. Bu, Avrupalıların merkezi biziz dedikleri demokrasi ve insanlar hakları konusunda durdukları yeri bize gösterir. 15 Temmuz'da, darbeye karşı duran milyonlarca insanı görmezden gelen bir Avrupa medya ve entelektüel camiası var karşımızda. Günümüzün en büyük barışçıl halk direnişini gerçekleştiren ve demokrasi mitingleriyle bu ruhu korumaya çalışan insanları görmeyen Avrupa, kendi krizini yaşıyor. Bizim kaybedecek bir şeyimiz yok.

Biz, Avrupa'nın almamak için botlarını batırdığı milyonlarca Suriyeli kardeşimizle birlikte "bir arada yaşamın" en büyük pratiğini sergiliyoruz.

Batı'nın görmezden geldiği hatta sivillere karşı desteklediği dünyadaki tüm askeri darbelere karşı en yüksek sesi biz çıkarıyoruz, "demokrasiyi", milli iradeyi savunuyoruz.

Dünya 5'ten büyüktür diyoruz "küresel adaletin" önemini her platformda vurguluyoruz.

Küresel güçlerin vekalet savaşları yürüttükleri Suriye'de, Irak'ta ve dünyadaki diğer ülkelerde biz, "barış" için çalışıyoruz.

Batı'nın birçok bölgesinde Müslümanların her gün farklı bir ayrımcılığa maruz kaldığı bir dönemde, "farklılıklara saygı" konusunda yüzyıllık tabuları yıkıyor, bu ülkenin evladı olan her dinden insanın daha rahat etmesi için birçok adımlar atıyoruz.

Afrika'da açlığın karşısında dünyaya çağrılar yapıyor, Batı'nın sömürdüğü o bölgeleri ziyaret ediyor ve "insanlık onuru" için çalışıyoruz.

Velhasıl bizler Batı'nın yada özelde Avrupa'nın sahiplendiği, merkezi benim kültürümdür dediği; bir arada yaşam, demokrasi, küresel adalet, barış, farklılıklara saygı ve insanlık onuru gibi değerleri Türkiye olarak biz koruyoruz, savunuyoruz, hayata geçiriyoruz ve mücadelesini veriyoruz. Bu değerleri yeniden anlamlandırıyoruz. Bunu yaparken sahte yüzlerle, yapmacık gülümsemelerle, perde arkası siyasetlerle, ikili oynayarak değil; Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde hepimiz, yüreğimizi ortaya koyarak, ekmeğimizi bölüşerek, paylaşarak, derdiyle dertlenerek, yardım ederek, canımızı vererek, dua ederek yapıyoruz. Bu değerlerin asıl sahibinin bu topraklar olduğunu dünyaya yeniden hatırlatıyoruz.

Türkiye, yeni dünyada bu değerlerin en büyük savunucusudur ve pratikte de öncüsüdür.

Türkiye, tüm bu değerlerin bugünkü merkezidir.

SON DAKİKA