Mehmet Metiner

31 Mart 2013, Pazar

Silahlara elveda, siyasete merhaba!

Şimdi sıra söylemin pratiğe dönüştürülmesine geldi. İşte o zaman kandan ve kadavradan beslenenler temelli kaybedeceklerdir.

PKK Öcalan'ın yarattığı bir örgüt…
Zaman içerisinde değişimler dönüşümler geçiren bir örgüt…
Dağa çıkarkenki amacıyla bugünkü amacı arasında dağlar kadar fark var.
Dağa çıkarkenki amacına demokratik siyaset yoluyla ulaşması elbette mümkün değildi.

Çünkü "Bağımsız Kürdistan!" hedefi, yeni bir ülke talebi anlamına geldiği için ancak silahla ulaşılabilecek bir hedeftir.

"Eski Türkiye"nin ret, inkâr ve asimilasyon politikalarından beslenen PKK'nın dağa çıkardığı gençler bu hedef için yaşamlarını yitirdiler. Bu hedef için kan döktüler.

Öcalan yakalanmadan önce bu hedefi değişik zamanlarda revize etti. "Federasyon" tezine doğru savrulmalar bu cümledendi.
Sonra gün geldi Öcalan'ı birileri derdest edip Türkiye'ye teslim etti.

Öcalan İmralı sürecinde PKK'nın hem kuruluş felsefesini, hem de federasyona doğru savrulan çizgisini radikal bir biçimde tasfiye etti.
"Tek devlet", "ortak vatan"," "eşit vatandaşlık" anlayışı üzerine oturan "demokratik cumhuriyet" hedefini benimsediğini açıkladı.
"Ne inkâr ne isyan/ Demokratik Cumhuriyet!" sloganı Öcalan'a aittir.

İnkâr biterse isyanın da biteceğini söyleyen Öcalan'ın kendisiydi. "Demokratik cumhuriyetin hür ve eşit vatandaşları" olmayı sorunun çözümü için yeter şart gören Öcalan otonomi/özerklik gibi talepleri ilkel anlayışlar olarak mahkûm ediyordu. Gün geldi, AK Parti iktidara geldi.
İnkâr sonlandırıldı.

Ret ve asimilasyon anlayışı üzerine oturan devletin resmi paradigması tarihe uğurlandı.
Ama nedense isyan bitmedi!

AK Parti'yi içerden yıkmayı/devirmeyi isteyen malum güç odakları PKK'yı AK Parti hükümetine karşı kullanma yoluna gitti.
O güçler şimdi Silivri'de.

PKK'nın arkasındaki uluslararası güç odakları da malûm. PKK içeride demokratikleşmeyi istemeyen o güç odaklarının, dışarıda da Türkiye'nin bölgesel bir aktör olmasını istemeyen devletler tarafından taşeron bir örgüt olarak konumlandırıldı.

Öcalan sandı ki "Eski Türkiye" devam ediyor!

"Eski Türkiye"nin o AK Parti düşmanı Ergenekoncu-ulusalcı unsurlarıyla iş tutarsa sonuca ulaşabilir!

PKK'nın susturulan silahları AK Parti hükümetine karşı konuşturulmaya başlandı.

İnkâr, ret ve asimilasyon dönemi bitmişti, ama isyan nedense Türkiye'yi demokratikleşmek istediği için Ergenekoncu-ulusalcı odakların baş düşmanı haline gelen AK Parti hükümetine karşı amansızca sürdürüldü...

Oysa PKK'nın artık dağda kalmasını gerektiren bir amacı kalmamıştı.
Demokratik siyaset yoluyla elde edilebilecek talepler için silahların konuşturuluyor olması PKK'nın uzun sürece taşıyabileceği bir durum değildi. O yüzden "Kürtlere statü" bahsinde "özerklik/otonomi" tezine geri dönüldü.
Silahlı mücadele başka türlü sürdürülemezdi.
PKK yeni dönemde artık devletle savaşmıyordu.
Resmen AK Parti hükümetiyle savaşıyordu.
2005 yılında Başbakan, Diyarbakır meydanında sorunu çözmek için seslendiğinde PKK kontra bir duruş sergilemeye devam etti.

Bir yanda Ergenekoncu-ulusalcı siyasetin temsilcileri AK Parti'ye "Ülkeyi bölüyorsunuz, teröre taviz veriyorsunuz!" yollu suçlamalar getirirken öte yanda PKK ve uzantısı çevreler "AK Parti, Kürtleri tasfiye etmek istiyor!" biçiminde akla ziyan suçlamalarla silahlı mücadeleyi derinleştirme yoluna gidiyordu.

Sonuç?
Binlerce can, anlamsız ve gereksiz bir çatışmanın kurbanı ol
du.
Kürt annenin de Türk annenin de gözyaşları akmaya devam etti.
Herkes kaybetti.
Bu süreçte PKK'ya can simidi gibi sarılan çevreler türediler. AK Parti iktidarını ordu içindeki cuntalar marifetiyle yıkamayacaklarını veya yüksek yargı marifetiyle kapattıramayacaklarını anlayan derin çevreler PKK'nın AK Parti hükümetini köşeye sıkıştıran terör siyasetine dört elle sarıldılar.

İlginç PKK muhipleri türedi.
Dün AK Parti'ye "Siz bu sorunu çözmek istiyorsunuz, ama korkarız ki Kürt sorununu çözeyim derken Türk sorunu yaratacaksınız!" diyen birileri bir de baktık ki BDP otobüsü üstünde zafer işareti yapmaya başladılar.
AK Parti'yi Ergenekoncuların-ulusalcıların ağzıyla "sivil faşizm"le suçlayan o birileri PKK'nın silahlarına sığınmışlardı birdenbire.
Ağızlarından demokrasi ve barış kelimesi düşürmeyen PKK muhibbi bazı isimler ise PKK'nın silahlarına ve silahlı mücadeleye meşruiyet atfeden sözler etmeye başlamışlardı kuruldukları köşelerinde.
"AK Parti Kürt sorununu çözmediği için şiddet devam ediyor!" diyenler bilerek veya bilmeyerek onlarca insanın kanının dökülmesine sebebiyet verdiler sözleriyle.

Kan akmaya devam etti.
Gözyaşları sel olup aktı. Her ölümle birlikte her birimiz eksildik.
Ama onların ölümü kutsayan laflarının arkası gelmedi. AK Parti düşmanlığıyla tıpkı Ergenekoncular gibi gözleri kör olmuş bu PKK muhibbi isimler, Kürt sorununun çözümü için Başbakan Erdoğan'a güvenilemeyeceğini söyleyip durdular. Başbakan Erdoğan'ın "Güvenlik politikalarını eksene alan Türkçü-milliyetçi" biri olduğunu tekrarlayıp durdular. Başbakanın İslam kardeşliğine vurgu yapan sözlerini, "AK Parti İslam kardeşliğiyle Kürtlerin bilincini yok etmek istiyor, bu sorunu rafa kaldırmak istiyor!" biçiminde suçlama konusu yaptılar.

Olan şuydu:
Birileri PKK'nın silahları üzerinden kendilerini yaşatmaya çalışıyordu.

Kürt kanından beslenenler olduğu gibi Türk kanından beslenenler de vardı.
Sorundan beslenenler farklı yerlerde duruyor görünseler bile son kertede çözüme birlikte direniyorlardı.
Sadece argümanları farklıydı.

Sözü uzatmadan bugüne geleyim.
Öcalan "Yeni Türkiye" gerçekliğini gördü.
Başbakan Erdoğan'ın bu sorunu hem sahip olduğu zihniyet, hem de iktidar gücü dolayısıyla çözebileceğini anladı.
Rotasını, kendi tarihsel geçmişi ve değerleriyle barışık "Yeni Türkiye"ye doğru çevirdi.
Öcalan "demokratik cumhuriyet" söyleminde tekrar karar kıldı.
Etnik temelli statü vb. talepleri elinin tersiyle itti. Silah yerine siyasetin ikame edilmesi gerektiğine inandığını açıkladı.
Evet, silah yerine siyaset!
Şimdi sıra söylemin pratiğe dönüştürülmesine geldi.
İşte o zaman kandan ve kadavradan beslenenler temelli kaybedeceklerdir.

SON DAKİKA