Selahattin Yusuf

03 Aralık 2012, Pazartesi

El freni çekilmiş Türkiye hızla ilerliyor!

Bu kadar temelden sarsılmış bir uygarlık, gelenek, yaşama alışkanlığı, nasıl olacak da büyük sorunlarını şıpınişi bir el maharetiyle çözüverecek. Nasıl olacak da anlaşacak?

Nasıl olacak da birbirini tanıyacak, anlayacak ve kucaklaşacak? Bu perspektif, sanıldığı gibi kötümserliği söylemiyor. Sadece tespit ediyor… Hiç dikkat ettiniz mi, bilmiyorum. Klasik Türk müziğinin, özellikle son yüz yıllık güfteleri çoğu zaman çok kötüdür. Bir yığın Türkçe hatasını boş verdim; sözler düpedüz "dümdüz" ilerler. Yalınkattır. Yavan ve nafiledir. Bazıları hiç yenilir yutulur cinsten değildir. Anlatmak istedikleri duyguya bizi asla kandıramazlar. Ama o müzik yine de olağanüstüdür. Biz o müziği yine de bir şaheser olarak dinleriz ve ondan etkileniriz. Güfteyi dinlemeyiz çünkü. Dahası var. Güftenin önemi yoktur. Bestedir önemli olan. Besteyi de boş verin hatta; gelenektir o. Büyük müzik geleneğimizin sekiz yüz yıldır biriktirdiği duygu o kadar temiz, o kadar billur, o kadar yalın ve büyüktür ki, onu sudan güfteler bile yaralayamaz. Beste, güfteyi bir nevi "eğitir" hatta…

Pat diye niye girdim bu konuya? Türkiye'nin el freniyle müziğin rulman bilyeleri arasında ne gibi bir bağlantı var? Var. Hemen söylemem lazım ki, bizler, eli kalem tutanlar, memleketimizin eşsiz geleceği için, onun tuhaflıklarla dolu geçmişini yeniden gözden geçirmeli ve her imgeyi, her bağlantıyı, her aksı, her kabloyu yeniden ellemeli, "vuruk" yerlerini kontrol etmeli ve kaportayı tamamıyla elden geçirmeliyiz. Size bir şey söyleyeceğim. Biliyor musunuz, bizim müziğimiz meşk geleneğiyle aktarıldı ve büyüdü ve yaşayıp geldi bugünlere kadar ve inşallah kıyamete kadar yaşayacak. İlle de "nota" diyen nato mermer nato kafalar, klasik müziğimizin büyük üstatları tarafından hep anlayışlı bir üstten gülümsemeyle karşılandı. Neden? Çünkü onlar, müziğin "meşk"ten başka bir yolla aktarılabileceğine inananları hiç anlamadılar. Müzik estetiğinin hasbıhâl olmadan, musahabe olmadan, insan-insana temas olmadan, yani meşk olmadan "geçebileceğine" inanmıyorlardı. Bu işin insansız dava araçlarıyla olabileceğine akıl sır erdiremiyorlardı onlar! Onların uygarlığı "Aşkın" notalarla değil; ancak meşkle doğup büyüyebileceğine iman etmişlerdi. Söyleyeceğim şeyi söylüyorum şimdi: Müziğimizin temellerindeki asıl Horasan harcı budur. Budur, kötü ve sudan güfteleri bile bugün büyük müzik duygusuna eriştirebilen şey. Küçük bir not: Meşkle beste almak isteyen, belli bir terbiyenin, sanatsal ve estetik geleneğin gelişmiş insanıdır. Müziği almak için meşk etmeğe gideceği insanın herhangi bir yalanına, yanlışına, üçkâğıdına şahit olması halinde, o besteyi ondan meşk etmemektedir. Bu konuda bizim klasik müziğimizin "ravilerinin" Efendimizin (SAV) hadislerini toplamak için yollara düşmüş hadis ravilerinden hiçbir farkı yoktur.

Şimdi, aklı erenlerin, içinde akıllarının ve daha birçok melekelerinin barındığı kafalarını iki elcağızlarının arasına alıp bunu uzuuun uzun düşünmelerini öneriyorum. Bu ne demektir? Bu, ülkemiz için tam olarak ne demektir? Yazıyorum: Bu, bir geleneğin biricikliğini söylüyor bize. Güzel eşsizliğini söylüyor. Güzel sapasağlamlığını söylüyor. Dolayımsızlığını söylüyor. Güpgüzel sımsıcaklığını söylüyor. Daha önemlisi, güvenilirliğini ve –dayanamadım, büyük harfle yazacağım- "İNSANİLİĞİNİ" söylüyor. Anladınız değil mi, lafı nereye getirip koyacağımı? Hayatımızdan meşk kalktığı gibi... (Notaların soğuk hendesesine hapsedildi..) Aşk kalktığı gibi... (Civanmert mecnun-leylalarımız onu artık magazin servislerinin biyoloji laboratuvarlarından temin ediyorlar..) İnsanın kendiliği, özlüğü, özü-gürlüğü de kalkıyor ortadan yavaş yavaş. Sorarım size, bu kadar temelden sarsılmış bir uygarlık, gelenek, yaşama alışkanlığı, nasıl olacak da büyük sorunlarını şıpınişi bir el maharetiyle çözüverecek. Nasıl olacak da anlaşacak? Nasıl olacak da birbirini tanıyacak, anlayacak ve kucaklaşacak? Bu perspektif, sanıldığı gibi kötümserliği söylemiyor. Sadece tespit ediyor. Öncelikle bunları konuşacağız, bana kalırsa. Bunları konuşmadan etmeden ne toplumsal sorunlarımıza büyük ve kalıcı çözümler üretebiliriz; ne de orada burada çen çen çen konuşanların çok sevdiği o tabirle "toplumun çeşitli kesimleri" arasındaki elektrik kablolarını tamir veya tesis edebiliriz. Sadece kaporta boyası, zannederim bizi bu uzun yolda pek bir yere götüremeyecek. Meramımı daha güncele çıkaracak şu somut soruyla noktalıyorum: "Uludere" memleketimiz için nasıl bir sorundur? Felsefi bir sorun mudur, estetik bir sorun mudur, siyasi bir sorun mudur, ekonomik bir sorun mudur, ruhiyat sorusu mudur, asayiş sorusu mudur, tedhiş sorusu mudur, dalgınlık sorusu mudur, teknik bir soru mudur?

7 - 20 HAZİRAN 2012

SON DAKİKA