İki arada bir derede
Batı ittifakı içinde Türkiye ile ilgili tartışma giderek yaygınlaşyor. Türkiye hakkında çeşitli ülkelerde yazılanların niteliğinde gözle görülür bir iyileşme var, ezbere yazanların sayısı azaldı. Bu tartışmalar sonucunda ortaya çıkan siyasi kutuplaşmaya baktığınızda da, Türkiye meselesinin Türkiye'de yaşayanların dışındakiler açısından da ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bu önemin şimdilik çok fazla dillendirilmeyen bir boyutu Atlantik ilişkileri bağlamında Türkiye'nin esas yöneliminin kimden yana olacağıyla ilgili. AB içinde Britanya, İspanya ve İtalya'dan sonra Alman hükümeti de AB'yi stratejik bir bütünlük içinde değerlendirerek Türkiye'nin üyeliğini desteklemeye başladı. Üstelik geçmişten farklı olarak gerek sık sık bu konuda Türkiye'nin sahiplenilmesi, gerekse bunu yaparken kullanılan söylem desteğin laftan ibaret olmadığını gösteriyor. Fransa, kendi içindeki problemler veya bugünkü siyasi sınıfının ufuksuzluğu nedeniyle benzer bir değerlendirme yapamıyor. Herald Tribune gazetesindeki yazısında Fransız düşünce kuruluşu IFRI'den Dominique Moisy'nin de vurguladığı gibi, "Fransızlar Avrupa içindeki önemli rollerinin süreceğinden biraz daha emin olsalardı Türkiye'nin adaylığını bir Anglo-Sakson... komplosu olarak görmezlerdi... Türkler Avrupa'daki tartışmanın yalnızca insan hakları ve ekonomik rekabetçilikle alakalı olmadığını anlamalılar. Tartışma onların özüyle ilgili. Yani tarihsel açıdan Avrupa uygarlığı alanının bir parçası olan, ancak coğrafi ve kültürel açıdan bunun doğal bir parçası sayılmayan büyük bir Müslüman millet."
ABD neden destekliyor? Aynı gazetede aynı gün yazı yazan Amerikalı tarihçi Ian Bremmer de Türkiye konusuna ABD-AB ilişkileri çerçevesinden bakmış. Brüksel'de dört yıldır erkek çocuklarına verilen adlarda Muhammed isminin önde çıktığını vurgulayan Bremmer'e göre AB, Türkiye kararında bir açmazla karşı karşıya. AB "kıtanın giderek yaşlanan nüfusunun cömert sosyal güvenlik politikalarının bedelini ödemek için artan göçe ihtiyacı olduğunu kabullenmekle, bu göçmenlerin Müslüman olmaları durumunda patlayacak kültürel ve siyasi tepki arasında" sıkışmış durumda. AB, Müslümanlar'a kapıları kapatma, terörle mücadelede Amerikan katılığına yaklaşmakla kendi yabancı düşmanlığıyla yüzleşip, ekonomisini taşıyacak Müslümanlar'ı topluma entegre etme tercihlerinden birini seçme durumunda. Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili karar da bu nedenle büyük önem taşıyor. Buraya kadar olan bölüm epey zamandır Türk basınında da tartışılıyor, dış basındaki ve düşünce kuruluşlarındaki yaklaşımların da özünü oluşturuyor. Bremer'in yazısının çarpıcı tarafı, sonunda sorduğu soru. Atlantikötesi ilişkilerde ABD ile AB arasındaki soğukluk giderilmediği taktirde Türkiye'nin hangi tarafla işbirliği yapacağı daha fazla önem kazanıyor. 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABDTürkiye ilişkileri henüz üzerine oturabileceği bir ray bulamadı. Bu ilişkilerin ortak çıkar alanı yeniden tanımlanamadı. Üstelik güvensizlik de sürüyor. Türk dış politikası da temel tercihlerinde ve özellikle Ortadoğu'da kullanılacak yöntemlerde AB'ye daha yakın duruyor. Bu durumda AB'ye girdiği taktirde Birliğin askeri gücünü artırarak NATO'yu gereksiz kılabilecek, İsrail ile ilişkileri soğuyacak bir Türkiye'nin AB üyeliğine ABD'nin destek vermesinin anlamı var mı diye soruyor Bremer. Cevabı da çok açık: "ABD-AB ilişkilerine yapacağı etki göz önünde bulundurulduğunda, Washington'un Türkiye'nin AB'ye girmesine verdiği destek anlamsızlaşıyor." Bu soruyu Amerika'da soranların sayısı arttıkça Türkiye'nin de kendi stratejik geleceği ve tercihleri üzerinde ciddi bir tartışmaya girişmesi elzem oluyor.
|