İhtiyar adam
İki gün önce Berlin duvarının yıkılışının 15'inci yıldönümüydü. Duvarın yıkılışı aynı zamanda Soğuk Savaş'ın fiilen bitmesi anlamına da geliyordu. Ortadoğu'da Soğuk Savaş'ın bittiğinin farkına varmayan ya da bunun ne anlama geldiğini anlamayanlar arasında iki kişi vardı. Biri İsrail'in o dönemdeki Başbakanı Yitzhak Samir, diğeri Yaser Arafat. Samir muzaffer ABD'nin başkanının barış konferansı önerilerine direnmiş, sonunda ciddi bir ekonomik darbe yeme ihtimali karşısında Madrid'e gitmeye razı olmuştu. Arafat'ın Körfez Savaşı'nda Saddam'ı desteklemesi, buna çok sevinen halkı açısından bir felaket, kendisinin siyaseti okuma yetenekleri ve halkını yönetme sorumluluğu açısından trajikti. Bu tavır Filistin Kurtuluş Örgütü'ne zengin Arap ülkelerinden gelen ve Arafat'ın şahsen kontrol ettiği fonların kurumasına, Kuveyt'teki Filistinliler'in sınır dışı edilmesine yol açmıştı. Sovyetler'in de yıkılmasıyla tutunacak dalı kalmayan, parasızlıktan maaş dahi ödeyemeyecek duruma düşen Arafat'ı İsrail bir bakıma kuyudan çıkardı. Selefinin aksine Soğuk Savaş'ın bitişinin ve Körfez Savaşı'nın stratejik anlamını iyi değerlendiren İsrail Başbakanı Rabin FKÖ'nün en zayıf olduğu sırada Oslo görüşmelerine yeşil ışık yaktı.
Çürümüş yönetim Artık sahneden çekilmekte olan Arafat kendi halkına Oslo'nun ne anlama geldiğini dürüstçe söyleyemedi. Oslo Filistinliler açısından 1948'e geri dönülmeyeceği anlamına geliyordu. FKÖ'nün asıl tabanını oluşturan 1948'in mültecileri Hayfa'ya, Yafa'ya, terk ettikleri ya da sürüldükleri diğer kent ve köyleri bir daha göremeyeceklerdi. Bu gerçekle halkını yüzleştirmemek Arafat'in Filistin Yönetimi dönemindeki eksikliklerinin yalnızca birisiydi. Filistin halkı açısından, bu halkın uğradığı haksızlığın dünyaca kabulünü ve siyasi taleplerinin meşruiyet kazanmasını sağlayan kişi olarak Arafat'ın hakkı ödenemez. Halkının ihtiyar adam diye hitap ettiği gerilla lideri, Filistin meselesinin Arap ülkelerinin öldürücü kıskacından kurtulmasını da sağlamıştı. Siyonistlerle karşılaştıkları günden beri dağınıklıktan çok çekmiş Filistinliler'i bir bütün halinde tutma başarısını da göstermişti. Bugün dünyada Filistin meselesinin çözümü, İsrail-Filistin çatışmasının halline yönelik olarak sağlanmış genel mutabakatın oluşmasında katkısı büyüktü. 1970'lerde artık erişilmiş bu hedeflerden sonrasıysa Arafat açısından bir düşüş dönemidir. Lübnan'da Filistinliler'in nefret edilen bir grup olmasının yolunu açan uygulamalar, 1982'de Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldıktan sonra gerçekçi bir strateji benimseyememenin sorumluluğu ondadır. Asıl büyük siyasi günahıysa, Gazze'ye dönüp Filistin yönetiminin başına geçtikten sonra, işgal altındaki Filistinliler'in bilgi ve birikiminden yararlanmak yerine tipik bir çürümüş yönetim kurmasıdır. Arafat devlet kurma işini becerememiş hatta buna teşebbüs bile etmemiştir. Şiddetten hala medet umması ve intihar saldırılarını desteklemesi son tahlilde halkına, Filistin davasının meşruiyetine dünya ölçeğinde büyük zarar vermiştir. Arkasında bu nedenle kurumları çökmüş, çürümüşlükten başını kaldıramayan bir siyasi miras bırakıyor. İşgal ve İsrail baskısı nedeniyle zaten dağılmış Filistin toplumu, kötü yönetimin ve yolsuzlukların yarattığı moral bozukluğunu ve parçalanmışlığı da yaşıyor. Bu kötü mirasın geleceği ipotek altına almaması ciddi bir barış sürecinin hemen baslatılmasına bağlıdır. Yoksa kutsal topraklar kanlı topraklar olmayı sürdürecektir.
|