Ali Bayramoğlu

13 Mart 2013, Çarşamba

Değişmeyen bir zihniyet...

Denebilir ki Türk ''demokrasi'' anlayışı, dini ve etnik farklılıklara ve değerlere sadece özel mekanlar ve özel yaşamlar çerçevesinde özgürlük tanınmakla sınırlı kalmıştır.

Adını farklı koydu, sorun farklı biçimlerde tezahür etti. Ama Türkiye hemen her anında kimlik sorunlarıyla kuşatılmış bir ülke oldu. Rejim tartışmaları, toplumsal-siyasal ayrışmalar bu çerçevede yaşandı. Tesettür, laiklik, Alevilik tartışmaları, Kürt meselesi dünden bugüne ana sorun ve tartışma olmaktan hiç düşmedi.

"Bu, neden böyle?" sorusuna konjonktüre göre verilecek değişik pek çok yanıt, getirilecek pek çok açıklama vardır. Ekonomik krizler, siyasi istikrar sorunları, milliyetçi öfke dalgaları, soğuk savaş mekanizmaları, darbe dönemleri bunlar arasında yer alır, buna şüphe yok.

"Ama değişmezliğe, sorunun hep baki kalmasına yol açan nedir" sorusu daha yapısal bir açıklamayı gerektirir. Türk siyasal ve toplumsal sistemiyle ilgili bir yapısal hâl... Özetleyelim, bu hâli.

Meselenin kökü Türk modernleşme modelinde yatar. Bu model ödevleri, tavırları, yaşam biçimiyle sıkı sıkıya tanımlanmış bir "Türk-laik yurttaş" kimliği üzerine oturtulmuştur. Bu resmi kimlik çerçevesinde yaratılmaya çalışılan "resmiinsan'" Türk modernizasyon projesinin temel taşıyıcısı olmuştur.

Sistem bunun dışında kalan tüm kimlik ve taleplere, devletbirey kutuplaşmasında bireyin özerkliğinin altını çizen siyasal hareketlere merkezkaç güçler olarak bakmıştır.

Toplumdaki tüm aracı aktörler ve kurumları bu resmi kimlik projesini gerçekleştirilecek işlevlerle donatmıştır. Bu çerçevede merkez sağ ve sol partiler merkezkaç talepleri ehlileştiren araçlar, yani milli devlet modelinin sentez aygıtları, entegrasyon araçları ve filtraj mekanizmaları olarak vazife görmüşlerdir. Liberaller, sosyalistler, Kürtler, İslamcılar, gecekondu sakinleri, dindarlar devlet kaynaklı modernleşmenin reddettiği kimlik ve taleplerini siyasi kimlik ve taleplere çevirmemeye, başka bir deyişle, devletin tanımladığı ve kontrol ettiği özel mekanlara hapsetmeye zorlanmışlardır.

Denebilir ki Türk "demokrasi'' anlayışı, dini ve etnik farklılıklara ve değerlere sadece özel mekanlar ve özel yaşamlar çerçevesinde özgürlük tanınmakla sınırlı kalmıştır.

Türk demokrasisinin gösterdiği terakki, özel mekanların kamusallaşması ya da en azından çoğalması şeklinde değil, özel mekanlar ve dünyalar çerçevesinde ifade edilebilecek değerler ve farklılıkların sayısının artmasıyla ölçülmüştür; siyasi partiler de bu sayı artışını sağladıkları oranda demokrat olmuşlardır.

Başka bir deyişle, merkez güç-merkezkaç güç çatışması, özel yaşamların ve yerel-kültürel kimliklerin özel yaşamlara hapsedildiği, kamu yaşamının ise siyasal merkez tarafından belirlendiği bir yapılanmayı ifade eder. Bu yapılanma, özel alanla kamu alanını birbirinden sıkı sıkıya ayıran, ancak ayırırken kamu sahasını "yerel değer karşıtı evrensel değerlerle" ahlakileştiren bir ikilik üzerine oturur.

Türk siyasal yaşamı uzun süre, merkezkaç güçlerin taleplerini gerçekleştirme çabalarıyla, merkezin bunları bazen doğrudan bazen ehlileştirerek bastırma çabası arasındaki gerilimden şekillenmişti. Diğer bir deyişle, belli bir iktidar ilişkileri alanını ve bir yaşam biçimini belirlemişler ve bu korunmanın simgesi, hatta doğrulanması olarak kullanmışlardır. Bu çerçevede kültürel ve sosyal sahada laiklik, ekonomik sahada tekelimsi sanayi yapılanması ve kapalı bir rant sistemi, Türk sistemi ve globalleşmesinin temel dinamiği olarak ortaya çıkar. Nitekim Türkiye'de globalleşme politikaları demokratlığı ve demokrasiyi vurgulamak yerine, korumacı sınırlar altında tanımlanan bir liberalizmi ifade etmişlerdir.

Türk modernleşme modelinin temel iç çelişkisi ve kriz yaratıcı niteliği de buradan kaynaklanmaktadır. Zira kapalı rant sistemlerin varlığı, değer, inanç ve demokratlığın bir meta gibi tüketimi üzerine kurulu, evrensel mantığa aykırı bir içerik kazandırmıştır. Çünkü ikili bir yapı içinde ifade bulmakta, rekabeti, özgürlüğü, eşitliği zımnen de olsa reddetmekte ve Batı'yla belirli koşullar altında iktisadi bütünleşmeyi savunurken, siyasi liberalleşmeye kapılarını kapamaktadır. Bu model hemen her yönüyle iflas etmiştir… Ve son 10 yılda ayağından, eteğinden çekiştirilerek değiştirilmeye çalışılmıştır. Ama esas sanırız hâlâ olduğu yerde duruyor.

SON DAKİKA