Ali Bayramoğlu

17 Nisan 2015, Cuma

Gerçek bir sorun...

Seçimlere doğru kimi kritik gelişmelerle karşı karşıya kaldık. Savcının katledilmesi, Ağrı olayları bunların önde gelenleri arasında.
Kamuoyunda bu tür olayların gerek seçim güvenliğini nasıl etkileyeceğine, gerek hedeflerine dair ilgili sorular soruluyor.Pek yerde ve kesimde provokasyon ihtimalleri dile getiriliyor.

Fenerbahçe otobüsünün kurşunlanması gibi polisiye hadiselere daha temkinli yaklaşmak gerekiyor, elbette her şiddet olayı seçime yönelik provokasyon olarak değerlendirilmemelidir. Fakat Ağrı'da meydana gelen olayı ve Savcı'nın öldürülmesinin bu çerçevede düşünülmesi doğal.
Doğal zira her şeyden önce bu tarz durumlar Türkiye'nin belleğinde var.

Ancak belleğimizde başka şeyler de var. Türkiye'nin en sert dönemlerinde, örneğin 1978 seçimlerinde bile seçim güvenliği açısından bir sorun yaşanmamıştır. Şimdi de yaşamayacaktır. Seçimlere bu çerçevede bir güvensizlik ortamında girileceğini sanmıyorum.

Ancak, güvenlik bir yana, başka bir sorunumuz var.
Bu, gerginlik sorunudur.
Türkiye'de bir süredir siyasi ve toplumsal gerilim artıyor.
Her olay, içte dışta her gelişme, her söz siyasetçiler arasında, toplumsal kesimler düzeyinde bir atışma, gerginlik ve meydan okuma unsuru haline dönüyor.

Bu durumun, devamlı hesaplaşma halinin demokrasi açısından sağlıklı ve sürdürülebilir olduğu söylenemez.
Seçim atmosferi bu gergin ortamı elbet pompalıyor, ancak gerilim ne seçim kampanyasıyla başladı ne de seçimlerden sonra düşeçek gibi görünüyor.

Gerginlikte ilk hat malum eski rejim yeni rejim tartışmasına endeksli bir şekilde bunun aktörleri arasında yaşanıyordu.
Son dönemde ise yaşanan ikinci gerginlik dalgası ise farklı girdilerle, farklı kesimleri karşı karşıya getirdi. Bu ikinci dalga 2013'de Gezi olaylarıyla başladı. Ancak gerginliğe bu olaylar sadece vesile oldu. Geride ise pek çok asli gerginlik faktörü bulunuyordu. İktidarın tavrı, muhalefetin sertleşmesi, mikro politika kavgaları ve karşılaşmaları, uluslararası konjonktürün değişmesi, Kürt sorununda yeni girdiler, çeşitli İslami hareketlerin bölgede yarattığı etkiler, bunlar arasında yer alıyor.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye bütün aktörleriyle, siyasi istikrar açısından çıkış döneminden sonra bir iniş dönemine giriyor gibi duruyor.
Seçimlerden sonra ne olur?

Arzu edilen aslında seçimin yaratacağı meşruiyetle ve anayasaya yönelik uzlaşma arayışı üzerinden gerilimin düşmesidir.
Ancak gerçekçi bakış tersini söylüyor. Seçimlerden sonra anayasa tartışmalarıyla beraber gerilimin yükselmesi hiç şaşırtıcı olmaz.
HDP'nin barajın altında kalması halinde AK Parti yeni anayasayı tek başına hazırlama imkanına kavuşacaktır. Bu durum bir yandan karar alma sürati ve süreci açısından bir avantajı ifade eder, ama öte yandan uzlaşma fikrini devre dışı bıraktığı oranda gerginlikleri arttığı bir ortama da işaret eder.

HDP'nin barajı aşması halinde ise Kürt hareketinin bu gücü nasıl kullanacağı, AK Parti ve diğer siyasi partilerin buna nasıl reaksiyon göstereceği önemlidir. İyi senaryoya göre Türkiye Kürt sorunu üzerinden bir uzlaşma içerisinde daha makul bir kurumsallaşmaya gider, kötü senaryoda ise aynı Kürt sorunu üzerinden ülkede gerilim artar, partiler arasındaki bu çatışma ikliminin topluma sirayet eder.
Bir bakıma eşik bir noktadayız.

Bu noktayı aşmak partizan bakışlarla ve tavırlarla mümkün değildir.
Asıl mesele gerilimi nedenleri görmek ve bunları ortadan kaldırmaktadır.
Türkiye'nin bu kronik sorunu demokratik alanın genişlemesiyle aşabilir.

SON DAKİKA