İdris Kardaş

İdris Kardaş

21 Temmuz 2017, Cuma

Batı neden darbecilerin yanında? – 2

Batı dünyasının 15 Temmuz'da neden bağımsızlık, demokrasi ve sivil siyaset için direnen milyonlarca insanı değil de, darbecileri koruduğunu, darbe girişimini meşrulaştırmaya çalıştıklarını anlamaya çalışıyoruz. İlk yazıda 15 Temmuz'un bir işgal girişimi olduğu üzerinde durup, direnişin bağımsızlık üzerine inşa edildiğini ve dolayısıyla bağımsız bir Türkiye'nin çıkarlarının, Batı dünyasının hem kendi hem de bölgedeki çıkarları açısından kabul edilemez bir durum olduğunu yazdık. Bugün ise Türkiye'nin demokrasi ile ilişkisinin güçlü olması, direnen milyonların sivil siyasi iradeye ve demokrasiye sahip çıkışının Batı'nın çıkarlarıyla nasıl örtüşmediği üzerinde duralım. Böylece Batı'nın yüzyıllık demokrasi ilkesini neden ayakları altına alıp çiğnediklerini anlamaya çalışalım.

Her şey 11 Eylül saldırıları ile başladı malum. 11 Eylül Afganistan, Irak gibi ülkeleri işgal etmek için kullanıldı ve milyonlarca insan hayatını kaybetti. Ancak bununla birlikte etkisi on yıllarca boyunca devam eden ve böyle giderse de edecek olan yeni bir politikayla karşılaştık. O günden bu yana Müslümanlar ile terörizm, barbarlık eşitlenmeye çalışıldı ve bu devam ediyor. Özellikle DEAŞ ile birlikte had safhaya ulaşan bu algının en çok zarar göreni de kuşkusuz Müslümanlar ve devletleri. Daha önce de değinmiştim. Müslüman nüfusun binde 1 olduğu Almanya'nın Dresden kentinde, yani gündelik hayatta neredeyse hiç Müslüman ile karşılaşılmayan bir kentte, Avrupa'yı kasıp kavuran ırkçı İslamofobik PEGİDA hareketinin ortaya çıkmasının nedeni; Dresdenlilerin televizyon başında Hollywood yapımı videolarla kafa kesen, insan yakan Müslüman görünümlü DEAŞ'lıları görmeleriydi.

Dolayısıyla Mısır'da yada Türkiye'de bağımsızlık ile birlikte onun da bir parçası olan demokrasi için sokaklara çıkan ve en ufak bir şiddet kullanmayan milyonlarca insan Batı'nın görmezden gelmek istediği bir gerçek haline geldi. "Barbar Müslüman" "anti demokratik Müslüman" "terörist Müslüman" argümanları bu iki direnişte ve özellikle Türkiye'de gerçekleşen 15 Temmuz'daki şiddetsiz halk direnişinde çökmüştü. Tek bir silahın bile sıkılmadığı, tek bir linç yada yağma olayının olmadığı 15 Temmuz direnişi Batı medyasında yer alsaydı, Müslümanların demokrasi ile yönetilme ısrarı başta Dresden'deki insanların yeniden düşünmesine yol açacaktı. Bu da İslamofobya'nın, yabancı düşmanlığının yükselişi ile kendine yer bulan yeni Avrupa siyaseti için büyük bir açmaz olacaktı.

Batı'nın demokrasi bağlamında darbecilerin yanında durmasının bir diğer nedeni de; gerçek anlamda demokrasinin yerleşmesi sonucunda, ülkenin bağımsız liderler tarafından idare edilecek olması hususu. Serbest propagandaların, siyasi faaliyetlerin ve sonuçta serbest seçimlerle demokratik yolla seçilen liderlerin var olduğu bir coğrafya değil Ortadoğu. Tek istisna var Türkiye. Türkiye dışında tek bir deneme oldu o da Mısır. Ve Mısır'ın seçimle iş başına gelen ilk lideri Mursi'nin ve demokrasi isteyen Mısırlıların başına neler geldiğini hep birlikte görüyoruz. Peki demokrasi ile yönetilmek halklar için neden önemli? Çünkü ancak böylece halkın çıkarlarını, ülkenin çıkarlarını önceleyen, bunun için siyaset yapan liderleri seçme şansları olacak da ondan. Batı'nın atadığı diktatörler, prensler, krallar, askeri diktatörler değil, halkın seçtiği bağımsız liderler olursa ancak ülkenin geleceğinden ve çıkarlarından söz edilebilir. Bunu Ortadoğu halkı çok iyi biliyor. İlk defa bunun için mücadele etmeye de başlamıştı ki Arap Devrimleri denilen direniş Suriye'de boğduruldu. Mısır'da da hemen hizaya getirildi.

Peki Batı dünyası için İslam coğrafyasının gerçek anlamda demokrasi ile yönetilmemesi neden önemli? Halk için neden önemliyse onlar için de aynı faktörden ötürü önemli. Bağımsız hareket edebilecek, halkın ve ülkesinin çıkarlarını öne çıkaracak, Batılı güç merkezleri tarafından kontrol edilemeyecek liderlerin seçilme ihtimalinin olması. Demokrasi olursa bu ihtimal de hayat bulacak sonuçta. Dolayısıyla Batı'nın güç merkezleri, bu bölgeyi kontrol altında tutmak, kaynaklarını sömürmek ve sonuçta güç devşirmek için demokratik olmayan liderler eliyle yönetmek durumundalar. Bunun da tek yolu, gerçek anlamda demokrasinin ortaya çıkmaması. 15 Temmuz direnişi işte tam da bu noktaya değdi. Halk, sivil siyasi iradeye ve seçimle iş başına getirdiği liderine sahip çıktı. Yani demokrasi için direndi. Direnmenin ötesinde şehit oldu, gazi oldu, günlerce nöbet tuttu.

Bu direnişin olumlanması, saygıyla karşılanması, demokrasi için direnen insanların Batı medyasında yer alması, elbette ki bütün İslam coğrafyasının da meşru olarak kabul edilen demokrasi talebini, tekrardan ortaya çıkaran bir etki yapabilirdi. Müesses nizam için bu bir riskti. Kaybedeceği şeyler, suçlanacağı şeylerden daha önemliydi. Terazinin bir yanında demokrasiyi ayaklar altına alan iki yüzlü Batı yaftasını yemek vardı. Ancak diğer yanında tüm Ortadoğu coğrafyasına sıçrayabilecek bir demokrasi fikriyle birlikte bu bölgenin kontrolünü kaybetmek vardı. Elbette ki darbenin yanında durmakla suçlanmak Batı dünyası için büyük bir kayıp değildi. Zira bu suçlamayı yapan tek ülke Türkiye olacaktı. Birkaç cılız Batılı ses Türkiye'deki demokrasi direnişinin önemine değindi hepsi o kadar.

15 Temmuz İslamofobya'yı besleyen tüm argümanları aynı anda yıktı. Tanklara, mermilere karşı dahi en ufak bir şiddet kullanmadan, bağımsızlık ve demokrasi için ölen Müslüman bir halk; Batı'nın yıllardır oluşturmaya çalıştığı anti-demokratik, terörist, barbar Müslüman algısını yerle bir ediyordu. Müesses nizam demokrasi ile yönetilmeyi sadece Batılıların hakkı olarak görüyordu ve bu duruma karşı çıkan en gür ses Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan oldu.

SON DAKİKA