Mehmet Metiner

12 Nisan 2013, Cuma

Affedip unutalım ki mantıksızlık kaybetsin!

Affetmek ve unutmak, birbirimizin acılarına sahip çıkarak birbirimizin içinde boy atacağımız, kendimizle birlikte Türkiye’yi büyüteceğimiz yeni bir anlayışın ifadesi olarak duruyor karşımızda.

İngiltere eski Başbakanı Tony Blair anılarını kaleme aldığı "Bir Yolculuk" adlı kitabında barış sürecinde karşılaştıkları zorlukları resmeder. Sadece zorlukları değil barış müzakerelerinin mantığını da ortaya koyan sözleri, Türkiye'nin barış süreci bakımından hayli önemli diye düşünüyorum. Burada mantık ile mantıksızlık arasındaki kavga çıkıyor karşımıza.

Mantık, herkese zarar veren ve kaybettiren çatışmanın sonlandırılması gerektiğini söylerken mantıksızlık çatışmadan beslenen bir fanatizmi körükler.

Aslında her yerde mantıksızlar azınlıktadır, ama daha örgütlü olan mantıksızların sesi gür çıktığı için süreç tersine çevrilmek istenir. Blair'ın sözleri anlamlıdır: "Mantıksızlar, mantıksızlığı kullanarak mantığı saf dışı bırakır. Bunun oluş yolu çok basittir: Nefret etmeyenlerin, barış isteyenlerin, 'affet ve unut' (ya da en azından 'unut') tezini desteklemeye hazır olanların sayıları gittikçe azalır; diğerlerinin gözünde bunlar gerçeklerden uzak, hatta vatan haini sayılırlar. Mantıksız azınlık olarak başlayanlar, tuzakları ve hileleriyle mantıklıları tüketirler." (Bir Yolculuk, Pegasus Y., 1. Baskı, s. 178)

"Habur süreci"nin tersine çevrilmesi tam da buna örnek teşkil eder. Her iki tarafın mantıksızları ne yazık ki mantıksızlığı kullanarak mantığı saf dışı bıraktılar. Şimdi aynı mantıksızlığı "çözüm süreci"ni sabote etmek için devreye sokanlar bu kez güçlü bir mantık duvarına toslayacağa benziyor.


Barış hiç kuşkusuz savaştan daha zordur. Mantıksızların ayak oyunları ve kafa karıştırmaya yönelik psikolojik harekat operasyonları kadar savaştan beslenenlerin provokasyonlarına varıncaya kadar bir dizi zorluğu içinde barındırır. O yüzden asla sarsılmayan bir mantığa ve kararlı bir liderliğe ihtiyaç vardır. "Çözüm süreci"nde bu her iki unsurun da bulunuyor olması, mantıksızların bu kez kaybedeceğini gösteriyor.

İngiltere deneyiminde dikkati çeken hususların başında iktidar ile muhalefetin işbirliği geliyor. Muhafazakar Başbakan John Major'ın başlattığı barış girişimlerine muhalefet partisi İşçi Partisi apaçık destek verir. Tony Blair başkanlığında iktidara gelen İşçi Partisi hükümetine de muhafazakarlar destek verir. Yani çatışmayı sonlandıracak barış müzakereleri söz konusu olduğunda birbirlerini destekleyen iktidar-muhalefet ilişkisi, mantıksızların kaybını beraberinde getirir.

Blair, IRA'yla bağlantısı bilinen Sinn Fein lideri Gerry Adams'la el sıkıştığında o güne kadar hiçbir İngiliz başbakanın doğrudan böyle bir ilişkinin içine girmediğinin elbette bilincindeydi. Dahası, kendisinin bizzat bu müzakere sürecinde yer alması ayrıca bir ilkti. Bu büyük bir cesaret işiydi. Blair bu süreci anlatırken çok ilginç benzetmeler yapar: "Ondan sonraki birkaç ay, anlaşmak için yollar ararken, sık ve tehlikeli bir ormanda karmaşık bir yolculuk yaparcasına geçti. Yolumuz sık sık engelleyici olaylarla kesildi." (s. 189)

"Sık ve tehlikeli bir orman" benzetmesi, müzakere süreçlerinin zorluklarına yapılan bir vurgu olduğu kadar bu süreçte liderlerin mutlaka cesur ve kararlı olmaları gerektiğine dair bir vurguyu da içermektedir.

Blair dokuz yıllık barış sürecinden çıkarsadığı dersleri de önemle kaydeder. Çözüme dair temel prensipleri de yaşadığı deneyimden süzerek aktarır. Yaklaşık 10 maddelik temel prensiplerin hepsi birbirinden değerli elbette, ancak ben Türkiye'nin çözüm sürecine katkı sağlayacağına inandığım bazı uyarılar içeren sözlerini buraya almak istiyorum asıl.

Anlaşmazlığı çözmenin bir sonuç değil bir yolculuk, bir süreç olduğuna dikkat çeken Blair şöyle der: "Anlaşmazlığın bir bedeni olduğu gibi, bir zihni ve ruhu da vardır. Uzun sürer, derindir." (s.216)
Bu "süreç" vurgusu önemli.

Başbakan Erdoğan'ın "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi"ni "önü açık bir süreç" olarak nitelendirmesi, gerçekte sürecin sabır isteyen uzun soluklu bir vetire olduğuna dikkat çekmek içindi. "Süreç" tanımlaması toplumu ikna etmeyi içerdiği gibi muhtemel provokasyonlara karşı da hazırlıklı olmayı öğütleyen bir tanımlamadır.

Blair'in "Barışa giden yolun anlaşmazlığın devam etmesi gerektiğine inananlar tarafından kasıtlı olarak kesilecektir" sözü, hazırlıklı olmaya bir çağrıdır. Bu kasıtlı kesinti bazen kendisine silah bıraktırmak istediğiniz kesimden de gelebilir, karşı taraftan da… Nitekim "Hayırlı Cuma Anlaşması"ndan hemen sonra IRA içinden gelen sabotaj girişimi buna bir örnektir. Buna rağmen barış müzakerelerinin durdurulmayıp sürdürülmesi, son tahlilde herkese kazandıran bir kalıcı barışı da beraberinde getirmiştir.

"Çözüm sürecini kilitlemek" isteyenlerin şiddeti gerekçe olarak gösterdikleri biliniyor. O yüzden silahlı unsurların tek bir damla kan dökülmeden silahsız bir şekilde ülke dışına çıkması büyük bir önem arz

eder. Başbakan Erdoğan'ın PKK'ya yönelik bu çağrısının azınlıktaki fanatik mantıksızların ve muhtemel provokasyonların önünü kesmek için yapılmış önemli bir çağrı olduğunu söylememe bile gerek yok.

Blair'in liderliğin önemine dikkat çeken sözleri Türkiye örnekliğinde kısa sürede yol alacağımızı gösteriyor.

Blair'in, "çözüm süreci"nde karşılaşılacak irili-ufaklı sorunlar karşısında "Asla teslim olma!" öğüdünün yanına iliştirdiği şu uyarılar hayli önemlidir: "Bir barış süreci, hiçbir zaman hareketsiz kalmaz; ya ileri gider ya da geri (…) Ve sakın unutmayın: Denemek ve başarısız olmak, her zaman için denememekten iyidir." (s.224) Blair cesaretle denedi ve başarılı oldu.

Başbakan Erdoğan da cesaretle deniyor, o yüzden başarı hiç de uzakta değil! Şimdi sıra "affet ve unut!" öğüdünü tutmaya geldi.

Allah tövbe kapısını herkese ardına kadar açık tutuyor. Affetmek ve unutmak, birbirimizin acılarına sahip çıkarak birbirimizin içinde boy atacağımız, kendimizle birlikte Türkiye'yi büyüteceğimiz yeni bir anlayışın ifadesi olarak duruyor karşımızda.

SON DAKİKA