Selahattin Yusuf

12 Nisan 2013, Cuma

Ben liberal değilim, haberiniz olsun!

Siz hiç hikmetli bir söz söyleyen bir liberal gördünüz mü? Bizi bir cümlesiyle kadim, derin insanlık durumuna çağıran bir liberal gördünüz mü? Yalnızca gündelik politik dili bilen, aslında onu da bilmiyor demektir

Ortalık liberal söz sanatçılarından, diskur kurucularından geçilmiyor. Gün geçmiyor ki yavuz bir liberal bir dava sahibini bastırmasın. Gün geçmiyor ki liberal bir yazar bir "söylem" arazisini kapatmasın. Gün geçmiyor ki liberal bir yazar, bu memleketin geleneklerine ve kökenlerine dönmesi için ter dökmüş, çile çekmiş, can vermiş dava önderlerinin sahipsiz arazilerine bir gecekondu kondurmasın. Gün geçmiyor ki mal bir adım daha batıya kaymış olmasın. Gün geçmiyor ki bize bizi anlatan ve "daha iyi anlatan" liberal bir vecize satıcısı, vapurlarda tarak satanlar gibi önümüze dikilmesin. Gün geçmiyor ki bir derdimizin yepyeni bir sahibi burnumuzun dibinde peydahlanmasın. Buraya kadar geldi.

Siz hiç hikmetli bir söz söyleyen bir liberal gördünüz mü? Bizi bir cümlesiyle kadim, derin insanlık durumuna çağıran bir liberal gördünüz mü? Yalnızca gündelik politik dili bilen, aslında onu da bilmiyor demektir: Bir şey bildiklerine herhangi bir nişane olabilecek farklı bir cümle -daha- kuran bir liberale rastladınız mı hiç? Güncel ve maddi karşılığı olmayan bir cümle gördünüz mü onların ağzında? Türkiye'de geleneği savunanların derdinin tamamı bir kaç tane subay olabilir mi?

Ordunun kendisi olabilir mi? Asla olamaz. Çünkü biz, ordu hiç olmasaydı da bir derdin sahibi olacaktık. O dertle hiçbir karabeti olmayan, hiç bir ortak noktası bulunmayan insanlar nasıl oluyor da bizim kanaat önderlerimiz oluveriyorlar. Bu bir el çabukluğu değil mi? Böyle saçmalık olur mu? Ak Parti'nin 2 milyon örgütlü gençlik kitlesi var ve eğer ufukları gerçekten bu yazarlarla sınırlanıyorsa, vay halimize. Türkiye'nin davası sadece son on yılla değerlendiriliyorsa -ki liberal yazarların vokabüler tarihi asla daha eskiye gitmez/gidemez- vay halimize. Bu bir hafızasızlıktır. Yanlış bir beyin ameliyatıdır. Bunlar, bizim kadim meselemizi, memleketimizin güzel derdini yürütebilmek için sefil koltuk değnekleridir. Bu değneklere yaslanıp yol almak, ileride bizim sahih yürüyüşümüzü de çarpıtacaktır. Dertsiz, tasasız, tarihsiz, kültürsüz bir siperde eciş bücüş insanlarla omuz omuza "vuruşmak" benim canımı sıkıyor.

Şunu kesin olarak biliyoruz artık. Hafızasızlık sadece liberallerin maluliyeti değil. Onlarınki taammüden bir hafızasızlık durumu. Ama Türkiye'de "zaman imanı kurtarmak zamanıdır" diye yola çıkan ve bugün bu memleketin ölçülemeyecek değerdeki kültürel birikimiyle ne halt edeceğini bilemeyen çok güçlü, büyük bir camia var. Bu camia -unutmayalım, tamam- Türkiye'nin sahih zeminine doğru yolculuğunda büyük katkılar yaptı. Ama sonrası için ellerinde bir harita yoktu.

Bu bugün açıkça pozisyon kapma yarışının en önemli dinamiğidir. Tarihsiz, hafızasız, yersiz yurtsuz bir "iman" onları da tersinden "selefilerin" düştüğü hataya düşürdü: İslam'ın bütün hikmet ve rahmet derinliğini bugün sathi bir "reelpolitik" önünde, daha da sathi insanlarla "konsolide" edip güdükleştirdiler. Küçülttüler, sığlaştırdılar. Sığlaşan gelenek, bugün ancak ve sadece çok güçlü bir maymuncuk gibi bir takım dünyevi pozisyonların kapılarını açmaya yarıyor. İnsanlığın tamamına söyleyecek yüksek ve seçkin bir sözleri kalmadı. MAALESEF. Eğer Ak Parti kitleleri de aynı hataya düşerlerse, yani yaşları yirmilerini henüz aşmış bir takım "kabahat" önderlerini ufuklarının en uzağına ve yükseğine koyarlarsa, yazık olacak.

Dil bilmiyor bir kere bu yeni arkadaşlar. Kendi ana dillerini bilmiyorlar. O dili bütün derdiyle, tasasıyla, kokusuyla ve rengiyle kağıt üzerine koyabilecek güçleri yok. Öyle "bagajları" da yok görebildiğim kadarıyla zaten. Öyle ağırlıklardan kaçınıyorlar. Kaçınıyorlar; ama ortaya çıkan da vahşi bir doğrudanlık oluyor. Bu ülkeye dokundukları her yer tahriş oluyor. Yara oluyor.

Bu satırları yazmadan biraz önce, Türkiye'nin çok önemli bir sinemacısıyla dertleştim. ABD'den kafasına takılan bir meseleyle dönmüş dostum. Diyor ki, ABD'li yapımcılar Türkiye'de seyircilerin ABD filmlerine itibar etmemelerinden çok rahatsızlar. Türkiye piyasasına giremeyen bir Hollywood onları ürkütüyormuş son yıllarda. Çareyi burada bir takım sinema tröstleriyle işbirliğine gitmekte aramışlar. Aynı zamanda da Türkiye'de film okulları açacaklarmış. Madem giremiyoruz, okullarla gireriz diyorlarmış. O okullarda prestijli öğrenciler, yönetmenler yetiştiririz ve kendi mantalitemizi onların "distribütörlüğünde" Türkiye'de yeniden hakim kılarız. Yönetmen dostum çıldırıyor. Bu ülkede, diyor, iğneyle kuyu kazar gibi emek verdiğimiz, bir arpa boyu yol aldığımız konuların üstünden silindir gibi geçecekler. Bu ülkenin geleneğini, özgün hissetme ve davranma evrenini, elden düşme bir Kaliforniya kişiliğiyle buharlaştıracaklar. Peki, bu konuda onların partneri kim olacak? İşte onu söylerken boğazımız düğümlendi ikimizin de! Şu kadarını söylemem lazım. Bunu söylemek borcumuz, namusumuz, vicdanımız, imanımızdır: "İman" dediğimiz şey böyle kurtarılamaz arkadaşlar.

SON DAKİKA