Seyfi Baba Şiiri Sözleri - Mehmet Akif Ersoy Seyfi Baba Şiiri Açıklaması Ve İncelemesi

Mehmet Akif Ersoy'un Safahat adlı eserinde yer alan Seyfi Baba şiiri, Türk edebiyatının en önemli manzum hikayelerinden biridir. 1920 yılında yazılan bu eser, tüm herkes tarafında beğeni toplamış ve ilgiyle okunmuştur. Seyfi Baba şiiri sözleri içerdiği anlam bakımında diğer şiirlerden çok daha farklı bir anlama sahiptir. Mehmet Akif Ersoy Seyfi Baba şiiri açıklaması ve incelemesi şiirin yapısını daha iyi anlamamıza yardımcı olup şiir hakkında daha düzgün bir fikir sahibi olmamızı sağlar.

Seyfi Baba Şiiri Sözleri - Mehmet Akif Ersoy Seyfi Baba Şiiri Açıklaması Ve İncelemesi

Mehmet Akif Ersoy, Türk edebiyatının ve İslam dünyasının önemli şairlerinden biridir. Seyfi Baba şiiri, onun sosyal gerçekçiliğini ve toplumun sorunlarına olan duyarlılığını yansıtan önemli eserlerinden biridir. Bu şiirde birçok konuya yer verir. Seyfi Baba şiiri sözleri şiir okuyan herkesi etkileyebilecek güce sahiptir. Mehmet Akif Ersoy Seyfi Baba şiiri açıklaması ve incelemesi şiirin sadece okunmaması gerektiğini, şiirin anlam tahlilinin yapılmasının ne kadar önemli olduğunu bize gösterir.

Seyfi Baba Şiiri Sözleri

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

– Seyfi Baba

Hastalanmış, yatıyormuş.

– Nesi varmış acaba?

– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.

– Keşke ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah!

Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol!

Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zîrâ yol

Hem uzun, hem de bataktır...

– Daha a'lâ, kalınız:

Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalnız.

Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;

Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.

Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak;

"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.

Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine.

Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine.

Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,

Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!

Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,

Çifte sandal, yüzüyorduk; o yüzer, ben yüzerim.

Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;

Fenerim başladı etrâfımı tektük hisse.

Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun...

Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:

Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;

Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara;

Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;

Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;

Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;

Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;

Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, üryan ,

Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan

Hânüman yoksulu binlerce sefîlân-ı beşer;

Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;

Kocasından boşanan bir sürü bîçare karı;

O kopan râbıtanın , darmadağın yavruları;

Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler :

Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!

Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil!

Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kâtil...

Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil

Bana göstermedi bir kerre... Niçin? Belli değil!

Ya o bîçâre de rahmet suyu nûş eyleyerek

Hatm-i enfâs edivermez mi hemen "cız!" diyerek?

O zaman sâmi'anın , lâmisenin sevkiyle

Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!

Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi...

Ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi.

Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener

Geçiyor... Sapmayarak doğru yürürlerse eğer,

Giderim arkalarından... Yolu buldum zâten.

Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!

İşte karşımda bizim yâr-i kadîmin yurdu.

Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.

Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip

Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip

Açıversem... İyi amma kapı zâten aralık...

Gâlibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık,

Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,

Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.

Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak

Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!

Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,

Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:

– Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!

Haklısın bende kabâhat ki haber yollamadım.

Bilirim çoktur işin; sonra bizim yol pek uzun...

Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...

Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım.

Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.

Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,

Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne!

O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh,

Gördü bir sahne-i uryân-ı sefâlet ki nigâh,

Şâir olsam yine tasvîri olur bence muhâl :

O perişanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,

Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

– Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık şunu, bir...

– Sen otur, ben ararım...

– Olsa içerdik, iyidir...

Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme...

Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,

Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan,

Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.

– Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?

Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.

– Mehmet Ağ'nın evi akmış. Onu aktarmak için

Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!

İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktarmayayım... Kim getirir ekmeğimi?

Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;

Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.

Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman

Gece gündüz koşuyor, iş diye, bilmem ne zaman

Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç

Görüyorsun daha gelmez... Yalnızlık pek güç.

Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;

Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!

– Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!

Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına...

Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,

Başladım uyku taharrîsine, lâkin ne gezer!

Sızmışım bir aralık neyse, yorulmuş da meğer.

Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,

Önce amma şu fakîr âdemi memnun edeyim.

Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!

O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:

Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!

Mehmet Akif Ersoy Seyfi Baba Şiiri Açıklaması ve İncelemesi

"Seyfi Baba" şiiri, Mehmet Akif Ersoy'un sosyal gerçekçiliğini ve toplumsal duyarlılığını yansıtan önemli bir eserdir. Şair, bu şiirinde yoksulluk, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik gibi konuları ele alarak, toplumsal sorunlara dikkat çeker. Mehmet Akif'in sade ve anlaşılır dili, duygusal yoğunluğu ve insani duyarlılığı, bu şiiri güçlü ve etkileyici kılar. "Seyfi Baba", sadece bir bireyin değil, aynı zamanda toplumun genelinin yaşadığı zorlukları ve trajedileri gözler önüne serer. Bu şiir, Mehmet Akif'in edebi mirasının ve toplumsal sorumluluğunun önemli bir göstergesidir.

  1. Yoksulluk ve Zorluklar

Seyfi Baba, yoksulluğun pençesinde olan, kışın soğuğunda bile evini ısıtamayan, yiyecek bulmakta zorlanan bir adamdır. Şair, Seyfi Baba'nın içler acısı durumunu betimleyerek, yoksulluğun insan hayatındaki etkilerini gözler önüne serer. Bu durum, toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin bir sonucu olarak sunulur.

  1. Toplumsal Eleştiri

Mehmet Akif, bu şiirinde toplumsal eleştirilerde bulunur. Seyfi Baba'nın yaşadığı zorluklar, sadece onun bireysel durumu değil, aynı zamanda toplumun genelindeki eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin bir yansımasıdır. Şair, bu durumu eleştirerek, toplumsal yapının bozukluğuna ve yetkililerin duyarsızlığına dikkat çeker.

  1. İnsani Duyarlılık

Şiirin önemli bir teması da insani duyarlılıktır. Şair, Seyfi Baba'ya duyduğu merhamet ve empatiyi dile getirir. Onun yaşadığı zorluklara karşı duyarsız kalamayan şair, bu duyarlılığını ve yardımseverliğini şiirin her dizesinde hissettirir. Mehmet Akif, Seyfi Baba'nın yaşadığı acıları kendi acısı gibi hisseder ve bunu samimi bir dille anlatır.

  1. Şiirin Yapısı ve Üslubu

"Seyfi Baba" şiiri, Mehmet Akif'in karakteristik üslubunu yansıtır. Şair, sade ve anlaşılır bir dil kullanarak, okurların şiiri kolayca anlamasını sağlar. Aynı zamanda, şiirin akıcı ve ritmik yapısı, okuyucuyu derinden etkiler ve şiirin duygusal yoğunluğunu artırır.

  1. Dil ve Anlatım

Mehmet Akif, şiirlerinde genellikle halkın dilini kullanır. "Seyfi Baba" şiirinde de bu geleneği sürdürerek, sade ve anlaşılır bir dil tercih eder. Bu dil, okuyucunun şiirin duygusal ve düşünsel derinliğine daha kolay erişmesini sağlar. Şiirde kullanılan betimlemeler ve imgeler, Seyfi Baba'nın yaşam koşullarını ve çektiği zorlukları somut bir şekilde gözler önüne serer.

  1. Duygusal Yoğunluk

Şiirin duygusal yoğunluğu, Mehmet Akif'in insani duyarlılığı ve empatisi ile doğrudan ilişkilidir. Şair, Seyfi Baba'nın yaşadığı zorlukları ve acıları derin bir merhamet duygusuyla anlatır. Bu duygusal yoğunluk, okuyucunun şiire olan bağını güçlendirir ve şiirin etkisini artırır.

  1. Toplumsal Mesaj

Şiirin toplumsal mesajı, Mehmet Akif'in toplumun sorunlarına duyarlı bir sanatçı olduğunu gösterir. Şair, toplumsal eşitsizliklere ve adaletsizliklere dikkat çekerek, bu sorunların çözümü için bir farkındalık yaratmayı amaçlar. Seyfi Baba'nın yaşadığı zorluklar, toplumsal yapının ve sosyal politikaların yetersizliğini ortaya koyar.

  1. Şiirin Tarihsel ve Kültürel Bağlamı

Mehmet Akif Ersoy, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir şairdir. Bu dönemde, toplumsal yapıda ve ekonomik koşullarda büyük değişiklikler yaşanmıştır. "Seyfi Baba" şiiri, bu değişimlerin ve zorlukların bir yansımasıdır.

  1. Osmanlı'nın Son Dönemleri

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, ekonomik ve sosyal yapıda büyük zorluklar yaşanmıştır. Savaşlar, yoksulluk, göçler ve toplumsal çalkantılar, halkın yaşamını olumsuz yönde etkilemiştir. Mehmet Akif, bu dönemde halkın çektiği acıları ve zorlukları şiirlerinde dile getirmiştir. "Seyfi Baba" da bu dönemin bir ürünü olarak, toplumsal eşitsizlikleri ve yoksulluğu gözler önüne serer.